Çağımızın Sorunu: İş / Özel Yaşam Dengesi


Çok karamsar bir tabloyla başlamayı hiç istemezdik ancak maalesef ki gerçekler bu söylediklerimize çok yakın. O halde ne yapmalıyız? Durumumuzu bu şekilde ortaya koyduktan sonra aynı yerde saymak mantıklı olabilir mi? Olamayacağı çok açık. O nedenle bir an önce harekete geçmek gerekiyor. Parçalarımızı toparlamanın vakti geldi.

Biz de bu nedenle bu sayımızda; nedenleri, boyutları ve sonuçları ne kadar farklı olursa olsun çağımız insanının ve dolayısıyla da iş yaşamının en önemli sorunlarından biri haline gelen iş – özel yaşam dengesi konusuna sayfalarımızda yer veriyoruz. Bu anlamda ilk durağımız, bu dengeyi tanımlamak ve bu konudaki eğilimleri sunmak olacak. Daha sonra iş – özel yaşam dengesizliğinin kaynağına inmeye çalışacak ve çalışma – birey ilişkisini, bireyin dengesizlik sebeplerini görmeye çalışacağız.

Her kişinin kendi denge formülünü kendisinin kurması gerektiği gibi, şirketlerin de kendi denge formüllerini geliştirmesinin verimliliklerine olan katkılarını, bu konuda gerçekleştirilen uygulamalardan hareket ederek sizlere aktarmaya çalışacağız. Ve hem bireysel iş – özel yaşam dengesinin hem de şirket dengesinin kurulmasında en önemli birim olan İK’nın, bu konudaki sorumluluk alanlarına daha yakından bakacağız.

İş – özel yaşam dengesi nedir?

Öncelikle konumuz olan iş – özel yaşam dengesini tanımlamaya, bu konun çerçevesini çizmeye çalışalım. İş / özel yaşam dengesini; kişinin, iş koşullarını özel yaşamı ile uyumlandırma süreci olarak kısaca ifade edilebiliriz. Diğer bir deyişle, iş / özel yaşam dengesi; çalışılan işle, kişinin hayatında önem taşıyan diğer alanlarını birlikte uyum içerisinde yürütebilmesidir.

İş / özel yaşam dengesi bir anlamda; duygusal, zihinsel, düşsel, ruhsal, fiziksel ve işe ait alanlarımızda, sarf ettiğimiz enerji ve gösterdiğimiz çabanın eşit ya da dengeli olması durumudur. Bu alanları biraz açacak olursak, bunların içine aile ve arkadaş ilişkilerinin, hobi ve ilgilerin, işin, gelecek plan ve projelerin, kişisel bakım ve sporun, gönüllü aktivitelerin ve de dini ya da felsefi ilgilerin girdiğini görüyoruz. Aslında tüm bunlar; bizi biz yapan temel düşüncelerimizi ve bu düşüncelerimiz doğrultusunda hareket ettiğimiz yaşam alanlarımızı işaret ediyor. İşte; iş / özel yaşam dengesi konusu da bu noktada devreye giriyor ve bu denge; bireyin tüm bu alanlarını, diğer bir deyişle kendini ve yaşam alanlarını, doğru ve dengeli bir şekilde yürütebilmesi anlamında, özellikle de yaşadığımız bu dönemde büyük önem taşıyor.

Neden önem kazandı?

Peki, neden bu konu günümüzde bu kadar önem kazandı? 1986 yılında Amerika’da ilk defa neden ‘iş / özel yaşam dengesi’ telâffuz edildi? Kuşkusuz bu durumun, çağımıza özgü nedenleri var. Ve şimdi bu nedenlere biraz daha yakından bakalım.

Kompleks medeniyetler ve çok yüzlü hayatlar... Bütünleşme ve harmoni sağlama ihtiyacı doğrultusunda ortaya çıkan iş / özel yaşam dengesine daha büyük bir perspektiften bakacak olursak artan rekabet baskılarının, para odaklı yönetim tarzlarının, kısacası küreselleşmenin getirdiği tüm ağır yüklerin, iş dünyasının ve dolayısıyla bu dünyada yaşamaya çalışan ‘iş’ insanlarının üzerine bindiği söylenebilir.

May Danışmanlık Kurucu Ortağı Dr. Sema Özçer de; günümüz iş dünyasının önemli sorunlarından biri olan iş / özel yaşam dengesi konusuna biraz daha geniş bir açıdan bakıldığında, sorunun ortaya çıkmasındaki temel unsurun aslında küreselleşme olduğunu vurguluyor ve şöyle diyor: “İletişim ve bilişim teknolojilerinde yaşanan devrim ile gündemimize giren küreselleşme nedeniyle dünya küçüldü. Yani toplumlar, organizasyonlar ve bireyler olarak hepimiz, tüm dünyada olup bitenlerden anında haberdar olmaya ve ister istemez bu yoğun veri / bilgi bombardımanından etkilenmeye başladık. Bir de baktık ki bu etkilere uygun tepkiler veremezsek ayakta kalabilmemiz mümkün değil.”

“İş bireyin tüm yaşamını biçimlendiren
bir olgu haline geldi”

Özçer; oluşan bu durumun, organizasyonlar açısından yarattığı sonucu da şu şekilde ifade ediyor: “Verimli olman, ürün ya da hizmetinin kaliteli olması yetmez. Değişime açık, yenilikçi bir kültür inşa et ve değişime uyum yeteneği kazan! Küresel rekabet koşullarında var olmak istiyorsan hem en iyi ol, hem de yaratıcı ol ve fark yarat!” Özçer; tanımladığı bu rekabet ortamı sonucu, yükselen bilgi ekonomisinde rekabet üstünlüğü edinebilmek için en yetenekli çalışanların şirkete çekilmesi, işe alınması ve elde tutulmasının stratejik bir önem kazandığını, diğer bir ifade ile şirketlerin çalışanlarla ilgili beklenti düzeyinin yükseldiğinin altını çiziyor.

Özçer; küreselleşmenin iş dünyasında ve şirketler düzeyindeki etkilerinin doğal olarak istihdam piyasasına ve bireylere de yansıdığını belirtiyor ve küreselleşmenin özellikle İnsan Kaynakları ile ilgili yarattığı değişimleri şu şekilde sıralıyor: “Bilgi bir tuşla ulaşılabilir oldu. Artık bireyin mevcut bilgi - becerileri geleceğinin güçlü bir teminatı değil. Güçlü ve farklı kişisel donanıma, ayırt edici bilgi ve becerilere sahip olmak gerekiyor. Önemli olan bilgiyi kullanabilmek ve yeniden üretebilmek. İş; artık, bilgi işçiliği. Ve bilgi işçileri bu yetkinliklerini kullanılabilecekleri ve bu yetkinliklere değer veren; dolayısıyla, ‘çalışılacak en iyi şirketlerde’ çalışmak istiyor. Diğer bir ifadeyle bireylerin işten ve işyerinden beklentileri değişime uğradı çünkü yapılan iş, yaşamı sürdürme gerekliliğinin ötesinde artık bireyi tanımlayan ve bireyin bütün yaşamını biçimlendiren bir olgu haline geldi.”

Bütün bu değişim ve gelişmelerin dünyanın, hem organizasyonlar hem de bireyler için eskisine oranla çok daha fazla talepkâr olmasıyla sonuçlandığını belirten Özçer; bir yanda hızlı değişim ve belirsizliğin biçimlendirdiği rekabetçi iş yaşamının, öte yanda özel yaşamda üstlenilen türlü rollerin gerektirdiği zaman ve enerji konularının yer aldığını belirtiyor ve bu iki alanın, etken bir biçimde yönetilememesi durumunun iş / özel yaşam dengesizliğini ortaya çıkardığını ifade ediyor.

Başarıya şartlanmış bireyler...

Evet, kürselleşme ve artan rekabet ortamı tüm bu gelişmelere, değişimlere neden oluyor. Ama bu noktada durup Psikolog Şebnem Öncel’in sözlerine kulak verelim. Çünkü Öncel; küreselleşmenin, iş ve birey yaşamındaki etkilerinin buraya kadar bahsettiklerimizle sınırlı kalmadığının altını çiziyor ve küreselleşmenin birey ya da çalışanda ne gibi bir psikolojik baskı yarattığını şu şekilde ifade ediyor: “Artık; özel yaşam / boş vakit denen zaman dilimleri de – dinlenme, kendi kendine kalma gibi - özelliklerini kaybetti. Çünkü boş zaman, artık; bugünün ‘başarmaya şartlandırılmış’ bireyleri için neredeyse kabul edilemez bir hale geldi. Ve bu boş zamanlar ve iş sonrası yaşam da ‘iş’leştirildi.”

Bu ‘iş’leştirme süreci sonucu, bireylerin ve toplumların ‘yapma’ eylemini, ‘olma hali’nden daha üstün olarak değerlendirmeye başladığını belirten Öncel; kişilerin, hafta sonu iş yapmadıklarında kendilerini 'var' hissedemediklerini, bu kişilerin kendilerini yaptıkları iş ile tanımladıklarını ve bu nedenle de boş zaman denen zamanlarını da iş formatına sokarak yaşamları ile daha kolay baş etmek eğiliminde olduklarını belirtiyor.

Böylece bireyin, kendi ‘olma’ halinden uzaklaşarak, aslında yine ‘yaparak’, kendi iç çatışmalarından uzaklaşmış ve savunma uygulamış olduğunu belirten Öncel; sürekli eylem odaklı sürecin, bugün içinde bulunduğumuz topluluk tarafından da destek gördüğünü ve onaylandığını ve böyle olunca da, hem birey hem de toplum tarafından kabullenilmiş bu eğilimin kendini, narsistik yapılanmalarda daha çok ortaya çıkartarak işkolikliği ya da iş / özel yaşam dengesizliğini beraberinde getirdiğini ifade ediyor.

Dengenin yararları

İş – özel yaşam dengesi uygulamalarının önem kazanmasında, bu uygulamaların hem çalışan için hem de işveren için yararlar sağlamasının etkisi büyük. Araştırmalar da, bu tür uygulamaları gerçekleştiren şirketlerin kâr ve tasarruflarında artış olduğunu ve aynı zamanda iş – özel yaşam dengesini kurabilmiş çalışanların iş kalitelerinin arttığını gösteriyor. Peki iş – özel yaşam dengesini kurmak şirketler için tam olarak hangi kazançları sağlıyor? İş – özel yaşam dengesini kurmak şirketlere daha motive, daha verimli ve daha az stresli işgücüne sahip olma fırsatını verdiği gibi, aşağıda yer olan konularda da büyük artıları getiriyor:

• Maksimize edilmiş hazır işgücü
• Çalışanlara değerli olduklarını hissettirme
• Daha az stresli bir iş ortamında daha sadık ve motivasyonu yüksek işgücü
• Daha fazla adayın dikkatini çekebilme
• Artan verimlilik
• Devamsızlıkları engelleme
• Tercih edilen bir şirket olarak ün yapma
• Değerli çalışanları elde tutma

Şimdi de çalışanlar tarafına bakalım. İş – özel yaşam dengesinin çalışanlara, işte ve özel yaşamlarında daha mutlu olma şansını vermesinin yanında getirdiği artılar şu şekilde sıralanabilir:

• Daha fazla sorumluluk ve sahiplenme bilinci
• Yönetimle daha iyi ilişkiler kurabilme
• Gelişmiş özgüven, sağlık, konsantrasyon ve güven verme
• Sadık olma ve sorumluluk alma
• Evdeki problemleri işe getirmeme ve tersi
• İş dışındaki yaşam için de zaman harcama
• Çalışma hayatını daha iyi bir şekilde kontrol altına alma

Araştırmalar ne diyor?

İş / özel yaşam dengesinin şirket gündemlerine oturmasında, 1999 yılında Amerika’da Spherion Corporation ve Louis Harris & Associates tarafından gerçekleştirilen Emerging Workforce çalışmasının sonuçlarının etkili olduğu söylenebilir. Bu araştırma; iş / özel yaşam dengesini yakalamış olduklarını düşünen çalışanların, diğerlerine göre çok daha fazla iş tatmini yaşadıklarını ortaya koyuyordu. Ayrıca bu kişilerin, iş / özel yaşam dengelerini kuramadıklarını belirten çalışanlara göre, işverenlerine daha çok güven ve bağlılık duyduklarını gösteriyordu. Ve bu araştırma, bugünün çalışan pazarı için çok önemli olan ‘çalışanları elde tutma’ konusunu doğrudan ilgilendiriyordu. İşte, o zamandan bu yana, en iyi yetenekleri çekmek ve elde tutmak isteyen şirketler, çalışanların iş ve özel yaşamlarını dengeleme konusundaki arayışlarına yardımcı olmayı, stratejik bir iş kararı olarak tanımlamaya başladı.

TrueCareers Inc. tarafından geçen sene gerçekleştirilen araştırma da; şirketlerin iş / özel yaşam denge politikalarındaki değişen yaklaşımlarının olumlu sonuçlarını açıkça ortaya koyuyor. İki sene önce gerçekleştirilen araştırmada, katılımcıların yüzde 70’i iş / özel yaşam dengelerinin zayıf olduğunu belirtirken, geçen seneki araştırmada yer alanların yüzde 59’u, şirket kültürlerinin iş dışındaki hayatlarına da destekte bulunduğunu, yüzde 74’ü ise işverenlerinin, kendilerini işten alı koyan mecburiyetler konusunda daha anlayışlı olduğunu belirtiyor.

Şirketler de, çalışanlar da denge arayışında

Buraya kadar bahsettiklerimiz iş – özel yaşam dengesinin şirket gündemlerinde giderek artan oranlarda yer etmeye başladığını gösteriyor. Şirketler çalışanlarının verimlilik, motivasyon ve bağlılıklarını arttırarak rekabet üstünlüğü yakalamaya çalışıyor. Peki, çalışanları denge arayışına yönelten sebepler neler? Bunun en önemli nedeni, ağır ve yoğun çalışma koşullarının varlığı olarak kısaca özetlenebilir.

Bu koşulların çalışanlar üzerinde yarattığı olumsuz etkileri daha iyi anlayabilmek için son yıllarda gerçekleştirilmiş olan araştırma sonuçlarına bir göz atalım. Ceridian Performance Partners tarafından gerçekleştirilen “The Price of Success” adlı araştırmaya katılanların yüzde 30’u ‘işim sağlığımı olumsuz etkiliyor’ görüşünü ciddi olarak savunuyor. Yüzde 51’i ise ‘iş dışı ilişkiler kurabilmek için yeterli zamanım yok’ düşüncesi içerisinde. Demos tarafından gerçekleştirilen bir başka araştırmaya katılan çalışan kadınların yüzde 37’si, erkeklerin yüzde 46’sı ise; ‘hayatlarına anlam veren’ bir işte çalışmak istediklerini belirtiyor. Anne olanların yüzde 80’i, baba olanların da yüzde 88’i aileleri ile daha çok vakit geçirmek istiyor.

Flexecutive tarafından Chartered Institute of Marketing and People Management işbirliği ile gerçekleştirilen ve 250’ye yakın cevabın yer aldığı araştırmanın sonuçlarına göre de, çalışanlar artık iş ve özel yaşamlarını dengelemek istiyor. Araştırmanın sonuçlarını kısaca şöyle özetlenebilir: “Esnek çalışma kadınlar için olduğu kadar erkekler için de bir sorun. Ve her iki grubun da ortak amacı daha iyi ve esnek çalışma koşullarına, daha iyi bir iş / özel yaşam dengesine sahip olmak.”

İş / özel yaşam dengesi trendleri...

Peki esnek çalışma koşulları iş yaşamının bu kadar gündemindeyken, sizin çalışma ortamınız nasıl? Yoksa hâlâ uzun saatler boyunca, işe gömülmüş bir halde çalışmaya devam mı ediyorsunuz? Cevabınız evetse, fazla üzülmenize gerek yok aslında... Çünkü dünyanın büyük bir çoğunluğu hâlâ geleneksel iş kalıpları içerisinde çalışmaya devam ediyor. Ancak ortada bulunan resim artık eskisi kadar net değil. Bir diğer deyişle geleneksel iş yapılarından esnek çalışma koşullarına doğru geçişin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu geçiş dönemini daha iyi anlayabilmek için şimdi UK Department for Education and Employment (DFEE) tarafından gerçekleştirilen ‘İş / Özel Yaşam Dengesi Araştırması’nın ortaya koyduğu verilere bir göz atalım.

Bu araştırmanın ortaya koyduğu en büyük bulgu daha önce de bahsettiğimiz gibi, iş / özel yaşam dengesi sorunları konusunda gittikçe artan bir bilinç ile, esnek çalışma uygulamalarında az da olsa gelişmelerin yaşandığı, ama aynı zamanda uzun süreli ve yoğun çalışma kültürlerinin de hâlâ yaşamlarını sürdürdükleri… İngiltere Hükümetinin gerçekleştireceği iş araştırmaları ve iş / özel yaşam dengesi kampanyalarının temelini oluşturan bu araştırmanın ortaya koyduğu diğer sonuçlar da şu şekilde özetlenebilir: “İş / özel yaşam dengesi konusunda bazı alanlarda diğerlerine göre daha çok ilerleme var. Bunlar esneklik ve yarı zamanlı çalışma... Bu kavramlar giderek oturmaya başlasa da, evden çalışma konusunda işler aynı hızla ilerlemiyor çünkü evden çalışmayı sıklıkla uygulayan yöneticiler, personelinin aynı şeyi yapması konusuna pek sıcak bakmıyor. Bu da güven sorununu gündeme getiriyor. Diğer yandan, uzun süreli çalışma şartları devam etse de esnek çalışmanın, iş – özel yaşam dengesini kurmak amacıyla, iş yaşamına etkin bir şekilde girmeye başladığı konusunda ufak göstergeler görülüyor.”

Esnek çalışma

Şimdi de, iş / özel yaşam dengesi ile yakından ilgili olan ve bu konudaki eğilimleri ortaya çıkartan; esnek çalışma ve fazla mesai gibi konularda bu araştırmanın ortaya koyduğu verilere daha yakından bakalım. Esnek çalışma konusunda araştırmaya katılanların cevaplarından oluşturulan raporda, aşağıdaki bilgilere ulaşılmış:

• ‘Esnek’ çalışma, genellikle yarı zamanlı çalışma ile eş tutuluyor.
• Çalışanların yüzde 25’i esnek çalışma alternatifleri sunan yerlerde çalışıyor.
• Çalışanların yüzde 20’si ara sıra evden çalışıyor.
• Evde çalışanların yüzde 24’ünü erkekler, yüzde 16’sını ise kadınlar oluşturuyor.
• Yöneticilerin yüzde 35’i bazen evden çalışıyor.
• Evden çalışmayan çalışanların üçte birlik kısmı, evden çalışmayı istediklerini belirtiyor.

Uzun süre çalışma

Esnek çalışma ile ilgili tüm bu gelişmeleri gördüğümüz halde, fazla mesai konusunda fazla bir gelişmenin olmadığını ve hatta aynı yerde sayıldığını gösteren rapor sonuçları ise şunlar:

• Birçok işyeri, standart çalışma saatlerinin aşıldığı durumlar için çalıştırmak üzere personele sahip.
• Çalışanların neredeyse yarısı fazla mesai yapıyor.
• Fazla mesai yapanlar haftada ortalama 9.6 saat daha fazla çalışıyor.
• Özellikle yönetimsel alanlarda çalışanların ve iş yaşamı profesyonellerin yer aldığı araştırmada, çalışanların aşağı yukarı yüzde 11’lik kısmı haftada 60 ya da daha fazla saat çalışıyor.
• Fazla mesai yapan bu çalışanların büyük bir çoğunluğu ise evli ve çocuk sahibi.

Kadınlar esnek koşullarda çalışmak istiyor

Yine araştırma raporuna göre; esnek koşullarda çalışma konusunda en istekli grubu kadınlar oluşturuyor:

• Doğum izinlerinden dönen kadınların büyük çoğunluğu yarı zamanlı çalışma saatlerini tercih ediyor.
• Kadınların büyük çoğunluğu doğum izinlerini uzun kullanmak yerine, işe döndüklerinde daha esnek koşullarda çalışmayı tercih ediyor.
• İşverenlerin sadece yüzde 2’si çalışanlarına işyeri kreşi sunarken, sadece yüzde 1’i de kreş konusunda mali destekte bulunuyor.
• İşverenler, stresi oluşmadan önlemek yerine, stres sonucu ortaya çıkan olumsuzlukları ortadan kaldırmak için para harcıyor.

Peki, neden çalışıyoruz?

İş dünyasında tüm bu gelişmeler, eğilimler ortaya çıkarken acaba çalışanın yani bireyin iç dünyasında neler olup bitiyor da, iş / özel yaşam dengesini kurmak, hem birey hem de şirketler için bu kadar önem kazanmaya başlayan bir konu haline geliyor? Bunu yanıtlayabilmek için öncelikle çalışma ve birey ilişkisine göz atarak, ‘neden çalışıyoruz’ sorusunu sormamız gerekiyor.

İnsanın çalışmaya ihtiyaç duymasının en temel sebebini kuşkusuz geçim kaygısı oluşturuyor. Diğer yandan bireyin çalışma ihtiyacı; doğuştan gelen bir güdüyü değil de, sosyal yaşam kaynaklı bir güdüyü işaret ediyor. Sosyal yaşam kaynaklı olduğu için de, bireyin yaşamında her zaman önemli bir yere sahip olan aile, serbest zaman, toplumsal çevre ve sosyal aktivite gibi yaşamın önemli parçaları ile yakından ilişkili. O halde, bireyin tüm yaşantısını etkileyen çalışma ihtiyacının sebepleri; diğer bir deyişle bireyi çalışmaya sevk eden nedenler neler? Ekonomik, psikolojik ve toplumsal bölümlere ayırabileceğimiz bu nedenleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:

• İşyeri, başka insanlarla tanışılan, yeni arkadaşlıkların ve sosyal iletişimin kurulduğu bir mekandır; bu özelliğiyle işbirliği kurma, dayanışma, paylaşma gibi sosyal yeteneklerin gelişmesine aracılık eder.
• İş, çalışan insana ve onun ailesine bir sosyal statü sağlar.
• İş insanın kendine saygısının, toplum için yararlı bir şeyler gerçekleştirme duygusunun önemli bir kaynağıdır.
• İnsanın bir aidiyet ve kimlik duygusu oluşturmasında işin rolü çok büyüktür; bir işin yapılabilmesi için gerekli bilgi, beceri ve yeteneklere sahip olma deneyimi, bireyin kimliğinin gelişmesi için çok önemli bir zemindir.
• Çalışma yaşamı, insanın belirli bir düzen içinde yaşama ihtiyacına cevap verir ve zamanın periyodik algılanmasını sağlar.
• İş, sağladığı gelir ile iş dışı yaşamın maddi temelini oluşturmakta, özel yaşamın şekli ve boş zamanları şekillendirme biçiminin önemli bir belirleyicisi olmaktadır. Bu bağlamda, yapılan işin içeriği ve mesleki sosyalleşme olgusu büyük önem taşımaktadır.

İş kavramı yeniden şekilleniyor

Çalışma ihtiyacının karşılanması; her birey için farklı öncelikler doğrultusunda gerçekleşse de bugün gelinen nokta, bu ihtiyacın daha çok, kişinin sosyal ve psikolojik tatminine erişmesi anlamında önem taşıdığıdır. Bu bağlamda işin, kişi için önemli bir doyum kaynağı haline geldiği bir dönem yaşıyoruz. İş, bugüne kadar olmadığı ölçüde kişiselleşti ve artık yapılan iş sadece bireyi tanımlamıyor, kişinin bütün yaşamını biçimlendiriyor.

Aslında bu durumun en temel nedeni, işgücünün niteliğindeki ve çalışanların işten ve işyerinden beklentilerindeki önemli değişikler... Çalışanlar artık; verimli olabilecekleri işlerde çalışmak, katkılarının fark yarattığını ve anlamlı olduğunu görmek, iş doyumu almak istiyor. Ve tüm bunlar ‘çalışma’ ve aynı zamanda ‘çalışan’ kavramının yeniden şekillenmekte olduğunu işaret ediyor.

Bireyin denge kuramama sebepleri

Bireyin iş / özel yaşam dengesini kuramamasının kaynağında ise; yaşamda üstlenilen rollerin çatışması yatıyor. Rollerin gerektirdiği zaman ve enerjinin birbiriyle uyumlandırılmadığı ya da birini yerine getirmeye çalışırken diğerinin ihmali veya engellenmesi durumunda ortaya iş / özel yaşam dengesizliği çıkıyor.

Bireyin; hem evdeki hem de işteki sorumluluklarını karşılamaya yetecek zamanının olmaması ya da bireyin yaşadığı rol çatışmalarıyla evde ve işte doyuma ulaşamaması ve bu alanlardaki fonksiyonlarını tam olarak yerine getirememesi olarak tanımlanabilecek iş / özel yaşam dengesizliği; bireyin yaşamında işin giderek merkezileşmesi, yaşam standartlarının yükselmesi, ekonomik zorluklar, ailenin varlığının vazgeçilmezliği, iş ve aile talepleri arasındaki rekabet ve rekabetten doğan çatışmanın daha da yoğunlaştırdığı durumlarda görülüyor.

Dengesizliğin yarattığı sonuçlar

Kuşkusuz; iş - özel yaşam dengesinin sağlanamaması ve rol çatışmalarının yaşanması hem bireyler hem de şirketler açısından ciddi maliyetleri beraberinde getiren bir sorun. Bu konuyla ilgili görüşlerini sorduğumuz Sema Özçer de; birey açısından işin, iş saatleri dışına taşması ve uzun çalışma sürelerinin, fiziksel ve psikolojik yorgunluğa, konsantrasyon bozukluğuna ve verim düşüklüğüne neden olduğunu, zaman baskısı ve yarım kalmış işlerin de stres yarattığını ve stres altında problem çözmenin ve sağlıklı karar almanın güçleştiğini, stresin getirdiği hastalıklara yakalanma olasılığının arttığını belirtiyor.

Özçer; aşırı fiziksel yorgunluk, tüm rolleri başarıyla yerine getirememenin bireyde yarattığı huzursuzluk ve hatta suçluluk duygusu, işten ve yaşamdan alınan doyumun azalması ya da hiç kalmaması gibi olumsuzlukların da oluşabileceğini belirtiyor ve tüm bu olumsuzlukların birey açısından, kısa vadede değilse bile orta ve uzun vadede istenilen / beklenilen performansın gösterilememesiyle sonuçlandığını ifade ediyor.

Şirketlere yansıyan sonuçlar...

Özçer; iş / özel yaşam dengesini kuramayan çalışanların, şirketler açısından dolaylı ve dolaysız maliyetlere, önemli finansal kayıplara neden olabileceğini belirtiyor. Doğrudan maliyetlerin; mutsuz ve yorgun çalışanların verim / performans düşüklüğünün neden olduğu maliyetler ile çalışan devir oranında ve işe devamsızlık oranındaki artışların neden olacağı maliyetler olarak özetlenebileceğini belirten Özçer; şirketler için dolaylı maliyet olarak görülen yorgunluk ve konsantrasyon eksikliğinin neden olabileceği yanlış kararların, kaçırılacak fırsatların, iş ve hizmet kalitesindeki düşüşlerin ve müşteri ilişkilerinde yaşanacak sorunların maliyetlerinin, doğrudan maliyetlerden çok daha yüksek olabileceğini vurguluyor.

Çözüm nerede yatıyor?

Öncelikle birey tarafına bakalım. Dengesizliğin yarattığı stres birey tarafından gittikçe daha çok hissedilmeye başladığı anda birey; yeniden bu dengeyi kurma arayışına gidiyor. Nitekim iş dünyasında görülen eğilimler de çalışanların, hayatlarındaki bu dengeyi yeniden kurmaya çalıştıklarını gösteriyor. Peki nereden başlanabilir? Aslında iş ve özel yaşamı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değil. Zaten bu iki alanın birbirinden ayrılması insan doğasına aykırı bir durum. Bu iki alanı birbirinden ayırmaya çalışmak insanı parçalara bölmeye çalışmak olarak ifade edilebilir ve bu da parçalanmış kişilikleri doğurabilir.

Bu nedenle kişinin bu konuda atabileceği ilk adım; üzerindeki ya da kendisinden beklenen rol taleplerini aktif bir şekilde azaltmaya / değiştirmeye çalışmak, bunları yeniden tahsis ederek, yeniden programlayarak gündemindeki aktivitelerin önceliğini değiştirerek iş ve özel yaşamını dengesini kurmaya çalışmasıdır. Bu konuda çalışanlara psikolojik destek veren kurumlardan destek alınması da, olumlu sonuçlara ulaşmayı kolaylaştırabilir.

Şirketler ise...

‘Doğru’ dengeyi bulmak ya da her dengesizlik durumu için, önerilebilecek bir çözüm olmadığı gibi, çözümü bulacak olan da yine dengesizliği yaşayan kişi ya da kurumdur. Bu anlamda şirketlerin bu konuda çalışanlarına destek olmak için bir çok yeni konuyu gündemine alması ya da eski konuları yeniden gözden geçirmesi gerekiyor.

Uzmanlar bu konuda öncelikli olarak şirketlerin neleri düşünmeleri gerektiğini şu şekilde sıralıyor:

• Yeni çalışma koşullarının müşteriler üzerindeki etkisi
• Esneklik (Sizce herkes işe aynı anda başlayıp, işi aynı anda bitirmek zorunda mı?)
• Daha esnek bir işgücü için yönetim ve eğitim zamanlarının düzenlenmesi
• Hastalık ya da işten ayrılmalar için arka plan düzenlemeleri
• Yoğun dönemler için planlama ve iş takvimi oluşturma

Uzmanların önerdiği kontrol listesine baktığımızda ise ilk sırada temel iş gereksinimlerini tanımlama olduğunu görüyoruz. Bu gereksinimleri belirlemek içinse, personelin ne istediğinin araştırılması gerekiyor. Yazılı prosedürleri oluşturmak ise; ikinci aşamayı oluşturuyor. Daha sonra tüm bu gelişmeleri ve basamak politikalarını yönetim ekibiyle ve de tüm şirketle paylaşmak gerekiyor. Bu paylaşımın ardından bir deneme süreci gerçekleştirmek ve oluşan durumu değerlendirmek, bu doğrultuda programda gerekli görülen yerleri düzeltmek ve yine programı izlemek ve değerlendirmek gerekiyor.

Şirketinizde iş / özel yaşam dengesini nasıl kurabilirsiniz?
Peki bu denge, gerçekten şirket hastalıklarına iyi gelecek bir ilaç mı? Bunu öğrenmek için yapılması gereken, çalışanlara mükemmel bir iş – özel yaşam dengesinin ne anlam ifade ettiğini sormak... Elbette bu yapıldığında sorulan kişi sayısı oranında farklı cevap almak mümkün.

İşte bu noktada da İK’ya büyük görev düşüyor. Çok sayıda ve farklı nitelikteki isteklerden bazılarının elenmesi ve elde kalanların da, çalışanların iş – özel yaşam dengeleri kurmaları amacıyla ve dolayısıyla şirket yararına olacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Diğer yandan çalışanın kendi dengesini kurabilmesinde verilecek eğitimlerin önemi artıyor. Peki Türkiye’de bu konuda hangi gelişmeler yaşanıyor? İş – özel yaşam dengesi konusunda İK yöneticileri neler düşünüyor ve hangi uygulamaları gerçekleştiriyor?

Değişen ihtiyaçlar...

İlk olarak Beğendik Mağazacılık İK Müdürü Erdal Usluer’in görüşlerini dinleyelim. Usluer’e göre; mutlu ve başarılı bireyler, ihtiyaçları karşılanmış olan bireylerdir ve ihtiyaç belirleme özneldir, bireyden bireye değişir. Usluer; yaşamın çeşitli dilimlerinde ihtiyaçların değişmesi ve değişen ihtiyaca göre kaynak ve zaman planlamasının yapılmasını, iş / özel yaşam dengesini kurma becerisi olarak tanımlıyor. Bu becerinin eksikliğinin hem bireyler hem de şirketler açısından verimsizliğe ve mutsuzluğa neden olduğunu belirten Usluer; burada verimli olma, başarılı olma, saygın olma, önemsenme, iyi eş olma, iyi arkadaş olma, kendine özen gösterme, kendine özel zaman ayırma gibi sayabileceğimiz ihtiyaçların söz konusu olduğunu ifade ediyor.

An Reo’nun ihtiyaçlar kuramına göre, karşılanmayan ihtiyaçların bireylerin hasta olmasına neden olduğunu belirten Usluer; “‘hastalık’; derecesine göre, problem yaşamak olarak algılanmalıdır” diyor. İşteki başarı ile özel yaşamdaki başarı arasında olumlu yönde bir ilişki olduğunu belirten Usluer; zaman zaman bazı ‘işkoliklerin’ - tüm enerjisini işle ilgili ihtiyaçlarına ayırıp özel yaşamdaki ihtiyaçlarını görmezlikten gelenler - işte başarılı olduklarının zannedilebileceğini ya da öyleymiş gibi algılanabileceğini, ancak bu tür sözde başarıların süreli olduklarının dikkatli incelendiğinde fark edileceğini ifade ediyor.

Önce, farkına varmak gerek

Usluer’e göre; iş / özel yaşam dengesinin kurulmasında önce, konunun farkına varılması gerekiyor. Gelişmekte olan bir ülke olarak bu türden sorunların henüz görüntülenemediğini belirten Usluer; öncelikler arasında yer almayan ancak yaşam ve iş kalitesini düşüren bu dengesizliği çözmek için İK’nın, çalışanların ihtiyaçlarının tanımlanması konusunda bilgilendirici çalışmalarla işe başlaması gerektiğini belirtiyor.

“Acımasız rekabet koşullarında işverenler çalışanların fazla çalışmasını, önceliğin işe yönelik olmasını beklemektedir. Bu durumda işverenlerin gözden kaçırdıkları iş / özel yaşam dengesizliğinin ortaya çıkartacağı verimsizliği hesap etmek mümkün değildir ve azımsanacak boyutta olmayacağı kesindir.”

Çalışanların verimlerini arttırmada, İK’nın çalışmaları kapsamında iş / özel yaşam dengesi kurma becerisi geliştirme konularında eğitim ve etkinlikleri düzenleyebileceklerini belirten Usluer; etkili zaman yönetimi becerisinin, iş / özel yaşam dengesinin kurulmasına önemli etkisi olacağını ifade ediyor.

‘Çok yoğunsunuz galiba’ demek bir iltifat oldu...

Usluer’e göre; Türkiye’de, acımasız rekabet koşulları ve profesyonel olmayan çalışma tarzları, iş / özel yaşam dengesini kurma çalışmalarını zorlaştırıyor: “Şirketlerin çoğunluğu böyle bir dengesizliğin farkında değil ya da klasik patron tutumları nedeni ile, işten yana ağırlık kazanan dengeler çoğu zaman istenilen davranışlar bile olmaktadır.”

İş / özel yaşam dengesinin kurulamamasında şirketlerin olumsuz tutumlarından daha çok, bireylerin bilişsel çarpıtmalarının daha etkili olduğunu düşünen Usluer, bu konuyla ilgili şöyle bir örnek veriyor: “Birçok kişiye ne zaman ‘ne yapıyorsun, nasılsın?’ diye sorulduğunda genellikle ‘çok yoğunum’, ‘çok işim var’ gibi kalıpları kullanıyor. Hatta ‘çok yoğunsunuz galiba’ neredeyse bir iltifat cümlesi olarak kullanılmaya başladı.”

Usluer; psikoloji ekollerinden biri olan bilişsel - davranışçı yaklaşımın kurucusu olan Albert Ellis’in ‘Hayat Denen Oyun’ adlı kitabında, bu bilişsel çarpıtmaları kullanan kişilerin, kendi sözleri ve bakış açıları ile kendilerini hasta ettiklerini anımsatıyor.

‘Beğendik’ uygulamaları

Gelelim Beğendik’te bu konuda hayata geçirilen uygulamalara… Çalışanların, çalışma sürelerinin yasal sürelere uygun olması konusunda oldukça titiz davrandıklarını belirten Usluer; yönetici konumunda çalışanların ise, zaman planlamalarını kendilerinin yapmalarını özendirdiklerini ifade ediyor. “Ofiste geçirilen zamanın niceliğinden çok niteliğini değerlendiriyoruz. Saatlerce ofiste vaktini geçirip ürün vermeyen ile zamanın çoğunu iş dışı faaliyetlere ayıran; dolayısıyla iş / özel yaşam dengesini kurmakta zorlanan çalışanlarımızla, bu durumun farkına varmaları ve yapmaları gereken davranışlarla, göstermeleri gereken tutumlar üzerinde konuşuyoruz.” İş / özel yaşam dengesini, kişinin kendisini gerçekleştirmede en önemli faktörlerden birisi olarak niteleyen Usluer; kendini gerçekleştirme sürecinde başarının tek yönlü olamayacağını vurguluyor.

Dengesizlik çatışma yaratıyor

Roche İnsan Kaynakları Direktörü Belgin Boydak ise; iş - özel yaşam dengesinin kurulamamasının hem çalışana hem de şirkete getireceği olumsuzlukları şu şekilde ifade ediyor: “Bir çalışanın özel yaşamı dengesiz, huzursuz dolayısıyla da mutsuz ise; o çalışanın işinden verim beklemek olası değil. Ve bu durum; şirkete yansıdığı gibi, uzun dönemde de takdir göremediği için demotive olan çalışana yansıyor. İş - özel yaşam dengesi kurup, kendi yaşamının kurgusunu yapamayan bir çalışan üstleriyle veya astlarıyla çatışabiliyor, sorunları kişiselleştirilebiliyor.” Çıkan çatışmaların performansı da etkilediği boyutta İnsan Kaynaklarının devreye sokulduğunu belirten Boydak; bu noktada İK’nın çalışana destek ve koçluk verdiğini ifade ediyor.

Boydak; şirketlerin iş - özel yaşam dengesini kurmalarının reçetesi ‘şu’ demenin çok sığlık olduğunu ancak bazı doğru örneklerden kopyalama yapılabileceğini belirtiyor: “Örneğin; esnek çalışma saati uygulaması veya pratik çözümlerin bireyler arası paylaşılması… Mesela internetin doğru kullanılması hız kazandırıyor; elektronik bankacılıktan, alışverişe kadar...”

İK’nın eğitim rolü devreye girmeli

Bu anlamda şirket İK yönetimlerinin şemsiyeleri altında bulunan eğitimin çok önemli bir unsur haline geldiğini belirten Boydak; duygusal zekadan öncelik yönetimine kadar birçok eğitim ile, çalışanların kişisel gelişme ve dolayısıyla sorunları çözme yeteneğine katkıda bulunulabileceğini ve zamanını doğru yönetebilen kişinin özel yaşamını da işiyle dengeleyebileceğini ifade ediyor.

Boydak; ‘Türkiye'deki İK yönetimleri iş - özel yaşam dengesi konusunda ne kadar bilinçli?’ sorumuza ise, bu durumun sadece Türkiye’nin değil Uluslararası İK’nın da sorunlarından biri olduğunu ancak bilinçli olmanın her zaman “çözebilmek” anlamına gelmediğini belirtiyor. Çalışanlara kadın – erkek şeklinde değil de, becerikli - beceriksiz veya başarılı -başarısız diye bir ayrımla yaklaştığını belirten Boydak; çalışanlara böyle yaklaşıldığında iş / özel yaşam dengesinin sadece kadının problemi olarak görülemeyeceğini belirtiyor. İş – özel yaşam dengesini kurabilmenin sadece kadınların sorunuymuş gibi görülmesinin altında, kadının kendini daha çok dile getirmesi ile sorunlarının daha ortada ve bilindik olmasına bağlayan Boydak; bazen bir yöneticinin bir erkek çalışanına “ilgili baba” sıfatını verdiğini ama aynı şeyi yapan bir kadın çalışanı için “aferin, ilgili anne” demediğini belirtiyor.

Unilever’de iş / özel yaşam dengesi

Unilever Türkiye İnsan Kaynakları Müdürü Cezmi Özkunt ise, iş / özel yaşam dengesinin aslında kişinin kendi sorumluluğunda olması gereken bir konu olduğu halde; gelişen teknoloji, artan rekabet koşulları gibi etkenler nedeniyle çalışılan saatlerin yoğunluğunun, bu konuda şirketlerin de bir şeyler yapmasını gerektirdiğini belirtiyor. Özkunt’a göre; “eğer bir şirkette çalışanlar sürekli şekilde geç saatlere kadar çalışmaya devam ediyorlarsa, birlikteliklerinde işten başka bir şey konuşmuyorlarsa ve yalnızca iş konuşmak için birlikte oluyorlarsa bu konuda şirketin de bir şeyler yapması gerektiğinin zamanı gelmiş demektir.”

İş / özel yaşam dengesizliğinin; şirketteki genel motivasyon düşüklüğünden başlayarak eve kadar giden, belki de artan boşanma oranlarına kadar uzanabilecek değişik göstergeleri olabileceğini belirten Özkunt; bu konuda atılacak öncelikli adımın bu tür semptomları belirlemek olduğunu ifade ediyor. Özkunt; bu noktada İK yönetimlerine bu semptomları belirlemek, üzerine gitmek, bunları düzeltebilecek faaliyetlerde bulunmak gibi sorumluluklar düştüğünü belirtiyor.

Denge Unilever’in misyonu içinde yer alıyor

Özkunt; iş / özel yaşam dengesinin Unilever’in misyonu içinde yer alan bir kavram olduğunu söylüyor ve bu misyonu şu şekilde özetliyor: “İnsanların her gün her yerde günlük beslenme, hijyen ve kişisel bakım ihtiyaçlarını karşılayan markalarımızla kendilerini iyi hissetmelerine, iyi görünmelerine ve yaşamdan daha çok tat almalarına yardımcı olmak…” Özkunt; yaşamdan daha çok tat almanın da kendimize zaman ayırmakla, bu zamanı daha kaliteli kullanmakla gerçekleştiğini belirtiyor.

İşimiz her ne kadar uzun ve yoğun saatler çalışmamızı gerektirse de iş dışında ilgi alanlarımızın olmasını hayattan daha fazla tat alınması yolundaki adımlardan birisi olarak ifade eden Özkunt; bu amaçla Unilever’de 2001 yılında iş dışı konularla ilgili eğitimler düzenlediklerini ve dans, scuba dalış, yelken gibi iş dışı eğitimlerle ilgilenen çalışanların da katkısıyla bunları gerçekleştirdiklerini belirtiyor: “Ortak hobileri belirlemek ve bunlarla ilgilenenler arasındaki iletişimi, birlikteliği sağlamak için sosyal kulüpler kurduk. Trekking’den bowling’e, fotoğrafçılıktan evcil hayvanlara kadar değişik bir yelpazede kurulan bu kulüpler vasıtasıyla ilgi alanı aynı veya benzer olan bir çok çalışanımız bir araya geldi ve deneyimlerini paylaştı. Unilever Merkez Ofisinde yer alan fitness center da yine bu konuya ilgi duyan Unilever çalışanlarını bünyesine toplamakta… Ayrıca şirket içi spor faaliyetleri de 2002 yılından beri düzenleniyor.”

Turuncu şapkalılar ve ‘The Kurtuluş Günü’

Unilever çalışanlarının kendi inisiyatifleri ile kurdukları “Turuncu Şapka Gelişim Gönüllüleri Derneği”nin de, hafta sonları üç değişik ilköğretim okulunda öğrencilerle okuma, bilgisayar, spor gibi değişik faaliyetlerde bulunulan, onların kişisel gelişimlerine katkıda bulunmayı amaçlayan bir ortam sağlamakta olduğunu belirten Özkunt; bu aktivitelerin bazılarının yeni ilgi alanları yaratmak, bazılarının ise mevcut ama pek fazla ilgilenilmeyen alanları yeniden canlandırmak amacını gütmekte olduğunu ifade ediyor.

Tüm bunları yapmak için zaman bulmanın en önemli sorun olduğunu belirten Özkunt; bu zamanı yaratabilmek için, öncelikle işleri basitleştirmek, işe değer katmayan faaliyetlerden arınmak üzere 9 Haziran 2004 gününü “The Kurtuluş Günü” olarak ilan ettiklerini ve hem masalarını, dolaplarını temizlediklerini, hem de iş süreçlerini basitleştirici fikirler ürettiklerini ifade ediyor. Bu gün sonunda üretilen projelerden birinin de işten zamanında çıkmak ile ilgili olduğunu vurgulayan Özkunt, diğer projeleri ile de bağlantılı olan bu projenin başarısının göreceli olarak daha uzun dönemli gözüktüğünü belirtiyor.

‘Kendimize bir ayna tutmalıyız’

Şimdi de iş / özel yaşam dengesinin kurulamamasının, bir diğer deyişle işkolikliğe yaklaşan durumların hangi olumsuzlukları beraberinde getireceğine ilişkin görüşlerini bizimle paylaşan Hewlett - Packard Türkiye İnsan Kaynakları Direktörü Adnan Erdoğmuş’a kulak verelim. Erdoğmuş işkolikliğin, çalışanı ve işletmeyi olumsuz etkilediğini, her fazla mesainin sosyal yaşamdan izolasyonu doğurduğunu ve bu mesainin ertesi iş gününe enerji ve odaklanma kaybı ve iletişim kopukluğu gibi olumsuzlukları taşıyacağını belirtiyor.

Eve iş taşıyan insanların, işe stres taşıdıklarına inandığını söyleyen Erdoğmuş; ‘bedensel, zihinsel, ruhsal açıdan kendimizi ne kadar dingin ve zengin tutarsak iş yaşamında da o ölçüde zengin durabilir, verimlilik sağlayabiliriz’ diyor. Bu durumu kendimizden de rahatlıkla gözlemleyebileceğimizi belirten Erdoğmuş, kendimize bir ayna tutmamız gerektiğini belirtiyor: “İş girdabına kendimizi fazla kaptırmadan; ailemize ve dostlarımıza yeterince vakit ayırdığımız, mesai öncesi veya sonrası spor yaptığımız, kültürel ve sosyal aktivitelere katıldığımız her bir günün ertesinde iş yerlerimizde daha üretken, yaratıcı ve paylaşımcı olduğumuzu görebiliriz. Kendimizle ve çevremizle barışık değilsek, iş hayatımız da bundan mutlaka olumsuz yönde etkilenecektir.”

Aslında bize kısaca iş / özel yaşam dengesini sağlamanın ipuçlarını veren Erdoğmuş, bu dengeyi şimdi de şirketler bazında değerlendiriyor ve Türkiye'deki şirketlerin ve İK yönetimlerinin iş / özel yaşam dengesi konusunda ne kadar bilinçli oldukları ve bu anlamda şirket İK yönetimlerine hangi sorumluluklar düştüğünü şu şekilde ifade ediyor: “Henüz bilinç seviyesine yeni yeni erişiliyor. Ve İK yönetimleri bu bilincin arttırılması ve bu dengenin kurulmasına yönelik uygulamaların geliştirilmesinde ve hayata geçirilmesinde aktif rol oynamalıdır.”

HP Türkiye’de kurumsal esenlik uygulamaları

Artık şirketlerin, bünyelerinde kurumsal esenlik ve iş / yaşam dengesi çalışmalarına daha çok yer vermeye başladıklarını belirten Erdoğmuş; HP Türkiye olarak bu konudaki uygulamalarını sürekli olarak geliştirmeye çalıştıklarını ifade ediyor: “Öncelikle iş / yaşam dengesine önem veren bir anlayışımız var ve HP'de yıllar boyunca gerek bu alanda ve gerekse kişisel zaman ve performans yönetimi sahasında takımımıza sağladığımız birçok özel program, eğitim ve seminerler (zaman yönetimi, dengeli beslenme, NLP, iş / yaşam dengesi uzman desteği, yogafit, sinema günleri gibi) bulunuyor. İş ve yaşam dengesi politikalarımız çerçevesinde çalışanlarımız spor yapmaya ve fitness'a özendiriliyor ve bu harcamaları da belli oranlarda şirket tarafından karşılanıyor. Yine izinlerin verimli bir şekilde kullanılması, esnek çalışma saatleri gibi uygulamalarla iş / yaşam dengesi ve çalışanların sağlığı ve esenliği konularına destek veriyoruz.”

Önümüzdeki dönemde de özellikle ‘işyerinde stres’ ve ‘işkolikliği yenme’ konularında özel workshop'lar ve seminerler düzenlemeyi, işyerinde mizaha ve eğlenceye, ‘fun at work’e yönelik aktiviteleri arttırmayı düşündüklerini belirten Erdoğmuş; bütün bunların, daha dinamik ve zinde, daha çok üreten ve yaratan bir takım olmalarına katkıda bulunacağını belirtiyor.

“Sadece çalışan kadınların sorunu değil”

Erdoğmuş’a göre; işkoliklik açısından yaşanan zorlukların niteliğine bakıldığında, kadın ve erkek arasında önemli bir fark yok. Ancak, özellikle evli ve çocuklu çalışan kadınlar açısından bu zorluğun hacminin çok daha ağır olduğunu belirten Erdoğmuş; çalışan kadın ile çalışan erkek arasında fırsat eşitsizlikleri olduğunu belirtiyor: “Kadının sorumlulukları, yaşadığımız ataerkil dünyada ve toplumumuzda bu konuda yerleşen adaletten yoksun adetler ve anlayışlar nedeniyle, erkeğe oranla fazla. Çalışan kadınlar, hem işte hem evde ağır mesai yapıyor. Modern yaşamda, gelişmiş coğrafyalarda dahi, kentli kocalar mutfakta henüz bir salata, balkonda bir mangal boyu mesafe kaydetmiştir. Kadın, bütün işlere yetişemiyorsa da çalışmasın efendimdir, çalışmak istiyorsa da kendisi bilirdir ya da çözümü hazırlamalıdır: Bir başka yardımcı kadın gelip bu işleri yapmalıdır!”

Erdoğmuş’a göre; bütün bu hengame içinde, ‘mengame’ oyununda, kaide bozan istisnalar yaratan, iş hayatında başarılı olmuş evli barklı kadınlara hayranlık duymamak elde değil: “Rakipler boş sahada cirit atarken, rakibeler engelli koşmaktadır!” Gelişmiş ülkelerde de kadın çalışan ve kadın yönetici oranının düşük seyrettiğini, mevkilerin mevzi olduğunu ve kolay terk edilemediğini belirten Erdoğmuş; iş mahkemelerinin cinsiyete bağlı düşük ücret davalarına baktığını, İş Kanunlarında hamile ve çocuklu kadınlara tanınan hakların çoğunun yeterince uygulanmadığını vurguluyor.

‘İşkoliklikten sabıkalıyım’

Bize tüm bu bilgileri veren Erdoğmuş’a ‘peki siz, kendi iş / özel yaşam dengenizi nasıl kuruyorsunuz?’ sorusunu sorduk ve aldığımız cevap gayet ilginçti: “Ben de işkoliklikten sabıkası olan bir çalışanım. Ancak son yıllarda bu sicilimi temizlemeye çalışıyorum. Kendimle bu konuda çok uğraştım. Eskiden mesai tanımayan, eve dosyalar taşıyan, önce iş sonra iş düşünen, bu manada çok kötü bir çalışandım.”

Şimdi ise zamanını daha iyi yöneterek sorunu daha makul bir düzeye çektiğini belirten Erdoğmuş; zihinsel olarak da ofisten çıkınca tüm işleri kafasından silebildiğini ve bunu da; aile ve dostlarıyla birlikte kaliteli ve içerikli bir yaşam ajandası oluşturarak sağlamaya çalıştığını ifade ediyor. “İş'ten çıkarken artık bu özel ajandayı düşünmek ve ona odaklanmak durumundayım. Zevkli de oluyor, iş'te olduğu gibi öyle katı bir ‘calendar’ değil üstelik, ‘kalender’ bir takvim bu! İş'te de daha başarılı kılıyor insanı.” İşkolik olduğumuzda; hep iş dediğimizde, aslında başarı ekmeyip, baş ağrısı çektiğimizi belirten Erdoğmuş; sadece bel ve boyun fıtıklarına değil, yaşama yenik düşmekte olduğumuzu ve kısa vadede işkolikliğin, o gün ve o an işe yarasa da, aslında bir sonraki güne, aya, yıla yaramamakta, iş performansımızı, iş motivasyonumuzu düşürmekte olduğunu vurguluyor.

İK’nın iş / özel yaşam dengesini kurması için...

Buraya kadar tüm bu bahsettiklerimiz bize, iş / özel yaşam dengesinin artık neredeyse herkes tarafından konuşulduğunu, Türkiye’de de gittikçe artan bir öneme sahip olmaya başladığını gösteriyor. Peki, acaba İK profesyonelleri tepe yöneticilerinin bu konuyla ilgili olarak kendilerine sordukları sorulara ve beklentilerine gerekli karşılığı verebiliyor mu? İş / özel yaşam dengesi danışmanı ve bağımsız gazeteci olarak çalışmalarını sürdüren Margaret Adams, bu konuda İK profesyonellerine yardımcı olabilecek öneriler sunuyor.

Bu konuda rehber niteliğinde bir çalışması olan Adams, iş / özel yaşam dengesinin günümüz iş dünyası ajandasında büyük bir öneme sahip olmaya ve gittikçe daha önemi kavranan bir kavram olmaya başladığı görüşünde. Adams; işte bu nedenden ötürü, İK profesyonellerinin, şirket tepe yöneticilerinin iş / özel yaşam dengesine ilişkin bir brifing vermeleri ya da bir iş / özel yaşam denge politikası çizmeleri için hazır hale gelmeleri ve konuya çok iyi hakim olarak, bu konuda temel bir anlayış geliştirmeleri gerekliliğini ifade ediyor. Şimdi, Adams’ın İK profesyonellerine şirketlerinde ve kendi bakış açılarında iş / özel yaşam dengesine ilişkin temel noktaları oturtmalarında yardımcı olacak önerilere bir göz atalım.

* Herkesin neden birden bu konuyla ilgilenmeye başladığını anlayın.

İK profesyonelleri, iş / özel yaşam dengesi konusunun neden bu kadar önem kazanmaya başladığını anlamalı ve bu anlamda üç temel bakış açısında meydana gelen değişiklikleri dikkate almalı. Bu bakış açılarından ilki, yöneticiler… Çünkü yöneticiler; çalışanlarını daha iyi bir şekilde yönetmek ve onların performansını arttırmak konusunda, iş / özel yaşam denge stratejilerinin yardımcı olabileceğinin farkına varmaya başladı. Ve şirketler artık, iş yeri stresini azaltmak ve çalışan motivasyonunu arttırmak gibi şirket çıkarlarını elde etmek için, çalışanların beklenti kalıpları ve vardiya saatlerinin belirlenmesi konularında, çalışanlarına iş dışı taahhütlerde bulunuyor.

Diğer bakış açısı ise çalışanlar… Birçok çalışan artık; hobi, sosyal aktiviteler ve diğer iş dışı vaatleri, aynı işleri gibi hayatlarına adapte etmek istiyor. Ve çalışanlar, özel hayatlarını daha az işe adıyor ve artık iş dışında, iş ve yaşam arasında bir seçim yapmak amacını taşımıyor.

* Hangi bakış açısından baktığınızı belirleyin.

İş / özel yaşam dengesi konusunda öncelikli olarak çalışanların mı yoksa işverenlerin bakış açısından mı bakıyorsunuz? Bakış açımızı belirlemeniz çok önemli çünkü yapılan tercih büyük farklar yaratabilir.

Bireysel perspektiften bakacak olursak, iş / özel yaşam dengesi kişisel etkinlik ve gelişme içerisinde temelleniyor. Ve en temel sorun sorunlar iş ve özel yaşam arasındaki sınırların kurulması ve korunmasına dayanıyor. İşverenler ise iş / özel yaşam dengesi konusuna, şirket geliştirme aracı olarak bakıyor ve bu aracı kullanarak verimliliği nasıl arttırabileceklerini araştırıyor.

* İş / özel yaşam denge uygulamalarınızı belirleyin.

İş dünyasındaki iş / özel yaşam denge uygulamalarında en yaygın olan; evde çalışma, uzaktan çalışma, çalışma saatlerinin çalışanın kendisi tarafından belirlenmesi, çalışma saatlerinin yıllık baza göre düzenlenmesi ve iş paylaşımı gibi uygulamaları içeren esnek çalışma stratejilerinin neler olduğunun belirlenmesi. Ve bu stratejiler çalışanların iş dışında da yerine getirmeleri gereken sorumlulukları, iş ile birlikte yürütebilmelerine imkan sağlamalı.

* Yasal değişimlere uyum sağlayın.

İK profesyonelleri İngiltere ve birçok AB ülkesinde olan istihdam yasaları çerçevesinde bu konuyu ele almalı. Örneğin; İngiltere İstihdam Hukuku, altı yaşın altında çocukları bulunan ya da 18 yaşın altında fiziksel rahatsızlıkları bulunan çocuklara sahip olan aile ebeveyni çalışanlara, esnek çalışma saatleri ile işe devam etme hakkı ve çalışanlardan gelen böyle bir isteğin işverenlerce ciddi bir şekilde düşünülüp yerine getirilmesi hakkını tanıyor.

* Önemli sorunları belirleyin.

Herkes için farklı sorunlar önemlidir. Ama yine de çalışma saatlerinin fazla oluşu, çalışanların sorunlar listesinin en başında yer alıyor ve uzun süreli çalışma, çalışanların daha az verimli olması sonucunu doğuruyor. Ve eğer çalışanlar uzun bir dönem boyunca fazla mesai yaptıkları takdirde, bu durum onları daha stresli hale getiriyor ve hatta ciddi hastalıklar nedeniyle acı çekmelerine neden oluyor. Bu nedenlerden ötürü, aşağı yukarı her iş / özel yaşam dengesini kurmaya yönelik girişim, o ya da bu şekilde, bu sorun üzerine eğilmelidir.

* Şirketinizdeki yöneticilerle diyalog sürecine girin.

İK profesyonelleri, şirket içindeki tepe yöneticilerle bir diyalog süreci başlatmalı ve onların için iş / özel yaşam dengesinin ne anlam ifade ettiği ya da ne anlam ifade etmesi gerektiği konusunda düşünmelerini sağlamalı. Ve gerektiği takdirde, üst düzey yönetim toplantılarında bu konunun gündeme getirin ve üst ekibin bu konudaki genel anlayışını oturtmaya çalışın.

* Politikanızı dikkate almalarını sağlayın.

Geliştirdiğiniz politika sadece şirketinize özel olacaktır. Bu nedenle iş / özel yaşam dengesinin sizin için ne anlam ifade ettiği herkese ulaşmalı ve herkes tarafından bilinmelidir. Böylece, gerçekleştirmeyi planladığınız iş / özel yaşam dengesi düzenlemeleriniz, esnek çalışma saatleri gibi sorunlarda hangi uygulamaları gerçekleştirmeye niyetlendiğiniz ve insanların bu sisteminizden nasıl faydalanacağı gibi konularda bilgi paylaşımını sağlamış olursunuz.

* İş / özel yaşam standartları ve kıyaslamalarını araştırın.

Bu konudaki standartları ve kıyaslamaları bilmeniz, iş / özel yaşam denge strateji hedeflerinizi kurmanıza yardımcı olur. Yaşam standartları ve iş / özel yaşam standartları bugün birçok kamu ve özel sektör şirketlerinde yaygın olarak kullanılıyor.

* Stratejinizi herkes için açık hale getirin.

Şirketinizdeki tüm çalışanlar, geliştirdiğiniz iş / özel yaşam politikasının şirketteki herkes için olduğuna inanmalı. Herkesin kendi için uygun olan iş / özel yaşam denge formüllerini bulmak ve kurmak için zaman ihtiyacı ve tabii sizin de...

Kaynak:

www.peoplemanagement.co.uk
www.flexibility.co.uk/issues/WLB/report.htm
www.dti.gov.ukwork-lifebalance
www.dol.govt.nz/worklife
www.zdnet.co.uk
www.isguc.org

Bir üst düzey yönetici gözüyle
iş / özel yaşam dengesinin kurulması

Atilla Yıldıztekin
Aras Logistics Genel Müdürü

“Günümüz çalışma koşullarında, iş ve özel yaşamımız birbirine karışmaktadır. İşletmelerin büyüklüğüne göre bu birbirine girme oranı değişmektedir. Küçük işletmelerde çalışanların işverene çok yakın olması nedeniyle bu denge iş yaşamı lehine artarken orta ölçekli kurumlarda araya profesyonel yöneticilerin girmesi ile biraz daha özel yaşam lehine değişmektedir. Büyük kurumsallaşmış işletmelerde ise bu denge; yazılı olarak tanımlanarak, bu dengenin sağlıklı yürümesinin iş verimine olan etkisinin de artacağı var sayımı ile takip edilmektedir.

Önemle tekrarladığım bir söz vardır: ‘İnsan ya sevdiği işi yapmalı ya da yaptığı işi sevmelidir.’ Sevdiğimiz işi bulmak her zaman mümkün olamamaktadır. Bulduğumuz zamanlarda bile çalışma ortamından, yönetimin tutumundan, iş yeri koşullarından, motivasyon eksikliklerinden dolayı iş tatminsizliği de yaşanabilmekte. Kişi kendini sevdiği işi aramaya yönlendirirken bir yandan da bulduğu işi sevmeye çalışmalıdır. Bu da ancak özel yaşamımızla işimizin bir parça iç içe girmesiyle yani bir denge içinde götürülmesi ile sağlanabilmektedir. Özel yaşamımızın mutlu anlarında işimizle ilgili konuları gündeme getirmek işe karşı duyduğumuz sempatiyi arttıracaktır. Buna karşılık işimizin belli kısmında da özel yaşantımızdan birkaç eklenti yapmak işe olan ilgimizi arttırması yönünden olumlu bir faktördür.

İş yerinde kesin mesai saatlerine bağlanmak, işten ayrıldığımız anda üzerimizdeki iş elbisesini çıkartırken her şeyi askıya asmak ve özel yaşamımızda hiç gündeme getirmemek insanı iki kişilikli bir yaşama sokacaktır. Bu insan tabiatına da aykırı bir durumdur. Doğrusu; yönetim seviyesine göre farklı oranlarda iş ve özel yaşam dengesini oluşturmak olmalıdır. Her işin tanımının yapıldığı, kişilerin yapacakları işe üretecekleri artı değere göre yönlendirildiği iş yerlerinde mesai saatlerinde çalışanların özel işleri ile ilgilenmeleri, bazı hobilerini, sosyal ilişkilerini, dernek çalışmalarını, arkadaş görüşmelerini, aile işlerine zaman ayırmalarını bir motivasyon unsuru olarak görmekteyiz. Bu alt seviyelerde daha düşük oranda beklenirken üst seviyelerde sosyal çevre yaratmak kısmı biraz daha büyük oranda özel yaşam lehine kaymaktadır.

İnsan Kaynakları departmanları kişilerin özel yaşamlarındaki isteklerini kolayca algılayabilecek diyalogu kurmak durumundadır. Hobilerin ortaya çıkarılması, spor, kültür, gezi gibi çalışmaların organize edilmesi gerekir. Ailelerle ilgili dışarıdan olabilecek isteklerin İK tarafından çözümlenmesi bir metot olabilir. Buna karşılık bazı işlerin çalışanın evinde olduğu zamanlarda da yapılması söz konusudur. Uzaktan şirket intranetine ulaşımla evinde otururken bir çok işlerin yapılması çalışanı işe bağlayacak bir unsur olarak Avrupa’da kullanılmaktadır.

Ailelerin, çocukların yarışmalarla, ödüllerle, toplantılarla gezilerle iş yerine çekilmesi de iş ve özel yaşam dengesinde olumlu etkiler yaratmaktadır. Masasında ailesinin resmi, odasında hobileri ile ilgili malzemeler bulunması iş verimini arttırıcı birer unsur olarak görülmektedir.

Türkiye henüz iş ve özel yaşam konusunda kaynaşmayı; yani dengeyi sağlayacak çalışma kültürüne sahip değildir. Çalışanların şirket içinde geçirdikleri mesai saatleri ile başarılarının ölçüldüğü bir sistemde yaşamaktayız. Masasında oturan kişinin ne yaptığını değil, ne kadar zaman oturduğunu ölçmek bir verim planlama yöntemi değildir. Çalışırken üniformalı gibi çalışmasını, mesai saati bitince sivillerini giyip başka bir yaşama gitmesini beklediğimiz kişilerden verim alamayız. Verim iş yerinde çalışarak geçirilen saate, çalışma hızına ve üretkenliğe bağlıdır. Bunların en yüksek seviyeye çıkarılması da çalışanın mutluluğu ile sağlanmaktadır.

İK yöneticileri bunları bilseler bile işlerin tanımlanmadığı, üretimin bençmarklara uygun bir şekilde kritik üretim ölçülerinin belirlenmediği, kişisel bazda az üretimin cezalandırılıp fazla üretimin ödüllenmediği bir iş sahasında başarı sağlamak mümkün değildir. Bu da ancak performansların baştan belirlenmesi ve sonra ölçülmesi ile sağlanabilecektir. İK yöneticileri bunu sağlayacak desteği ne üst yönetimlerinden ne da çalışan kadrolardan temin edememektedir. Bunu sağlanması ancak büyük ölçekli, kurumsallaşmasını tamamlamış, operasyonlarını kayıt altına alabilen kurumlarda olasıdır. Bunların sayısı da çok azdır.

Yapılacak şey bu tip uygulamaların başarılı hikayeler olarak dergiler, konferanslar sayesinde sektörle paylaşılmasıdır. Bu sayede; ne yapılacağını bilmedikleri için uygulamaya başlayamayan işletmeler, hiç olmazsa rakiplerinin yaptıklarına benzer çalışmaları taklit edecekler ve böylece özel yaşamla iş yaşamının dengelenmesi konusu gündeme gelebilecektir.

Aras Logistics çok yeni bir şirket olması nedeniyle bir yöntem olarak iş / özel yaşam dengesi planlanmamaktadır ancak hoşgörü sınırları içinde her iki tarafı da rahatsız etmeyecek bir denge sağlanmaya çalışılmaktadır.”

“Çalışanların ihtiyaçlarını ve sorunlarını yok saymak,
düşük performanslara razı olmak anlamına gelir.
Bu durum kurumlar için yaşamsal bir tehlike işaretidir”

Ercüment Doğan
Memory Center Çalışana Psikolojik Destek Merkezi Yöneticisi

“İşindeki sorunları eve yansıtma!”, “evdeki sorunlarımızı lütfen işe yansıtmayalım”, “işyeri ile evi birbirine karıştırma lütfen!”, “o senin kendi sorunun, bunu işe getirmen uygun olmaz” gibi ifadeleri yöneticimizden, eşimizden ya da çalışma arkadaşlarımızdan duyduğumuz olmuştur. Çoğunun verdiği mesaj benzerdir, sanki şu söylenmek isteniyordur: Mantığını ve duygularını birbirinden soyutlanarak yaşayabilirsin ve bunu yapmalısın.

Bu tür yaklaşımların altında yatan temel varsayım şudur: Mantık ve duygular birbirinden bağımsızdır ve birbirinden izole edilebilir, çalışan kişi işyerinde ya da evde bu ikisini birbirine karıştırmamakla sorumludur. Kulağa gayet makul gelebilen ve bize “tabii ki böyle olmalı, aksi nasıl düşünülebilir ki, aksi takdirde her şey çığırından çıkar” dedirtebilen bu kabuller, insanın işyerinde sadece bir kafa ve onun ürettiği mantıklı düşüncelerden oluşması gerektiğini, duyguların ve sıkıntıların ise özel hayatta yaşanması gereken şeyler olduğunu bize öğretmek ister gibidir.

Hatta bu durum öyle bir hale sokulmuştur ki, ikisini birbirinden ayırabildiği düşünülen insanlar beğeni toplamakta, takdir edilmekte, bunu yapamayanlar ise ‘zayıf’, ‘duygusal’ gibi sıfatlarla nitelendirilmektedir. Evet, bu kabul belki işyerindeki performansı ve evdeki ilişkileri olumlu yönde etkilemek niyeti ile yapılıyor ancak insan olmanın gerçeklerini yok sayıyor, insan doğasındaki ve insan ilişkilerindeki karmaşıklığı basite indirgiyor. Bu basite indirgeme ihtiyacının da aslında, insanı anlama ve değerlendirmedeki kolaycılığımızdan kaynaklandığını sanıyorum. Bu kolaycılığın altına baktığımızda ise, kendimizin ve yakınımızdaki insanların duyguları ile baş etmeyi çok iyi bilemememizin yattığını görüyoruz. İnsanoğlu olarak baş edemediğimiz ve yönetemediğimiz şeyleri yok saymaya gerçekten pek meraklıyız. Sanki ‘böyle inanınca, böyle olacakmışız’ gibi bir yerleşik inancımız var. Bu inanç, insanın işyerindeki performansını tatminkâr bulduğumuz ve daha fazlasına ihtiyacımız olmadığına inandığımız sürece kolay kolay sarsılamaz bir hale bürünür. Çal

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)