Başarı onun diğer adı


1996’dan beri Netwise’ı başarıyla yönettiğinizi biliyoruz. Peki ya öncesi?

Netwise’dan önce New York’ta, Bankers Trust Company’de Uluslararası Sermaye Piyasaları Grubu’nda yöneticilik yapıyordum. Burada üç yıl boyunca Latin Amerika’daki büyük ve özel kamu bankalarına sermaye sağlama alanında çalıştım.

Daha da öncesine gelirsek… Orta ve lise öğrenimimi, Robert Kolej’de tamamladıktan sonra burs alarak üniversite eğitimi almak için ABD’ye gittim. Baştan beri Uluslararası İlişkiler ve Siyaset ilgimi çektiği için öğrenimimi Siyaset Bilimi dalında tamamladım. Ancak ekonomi konusunda da epey ders aldım. Bu dönemdeki en büyük hedefim; BM ya da IMF gibi kurumlarda çalışmaktı. Ancak oralarda çalışan bazı arkadaşlarımdan; bu kurumlarda yoğun bir bürokrasinin olduğunu ve istediğim hızla bir şeyler öğrenemeyeceğimi duyunca meslek hayatına bu kurumlarda atılmak yerine eğitimime devam etmeye karar verdim. Bunun üzerine Colombia Üniversitesi’nde, Uluslararası İlişkiler ve Kamu Yönetimi dalında master yaptım.

Master yaparken iş dünyası ilgimi çekmeye başlamıştı. Özellikle finans ve bankacılık gibi alanların hızlı ilerleyen ve daha dinamik ortamlar olduğunu fark etmem üzerine yaz döneminde çalışmak üzere; Türkiye’de de aktif olan Bankers Trust’a başvurdum ve kabul edildim. Türkiye ilgili bir bölümde çalışmak üzere Londra’ya gönderilmek üzereyken, geçirdiğim ciddi bir diz ameliyatı nedeniyle New York’ta kalmam daha uygun göründü. Bu kez bölümüm Türkiye değil ama piyasaları Türkiye’ye benzeyen Güney Amerika ülkeleriydi. Okul bitince de tam zamanlı olarak çalışmaya devam ettim.

Peki teknoloji ile nasıl tanıştınız?

ABD’de finans sektöründe, özellikle kariyerinize ilk başladığınızda çok ağır bir tempoyla çalışmak zorundasınız. Bizler de bir dönem insan üstü diyebileceğimiz bir yoğunlukta, uzun saatler çalıştık. 3 yılın sonunda hem bu iş yoğunluğundan biraz bıkkınlık duymaya hem de Türkiye’ye dönmek istemeye başladım. Öte yandan; “Daha farklı, daha yaratıcı ne yapabilirim? Kendi diğer özelliklerimi nasıl değerlendirebilirim?” diye düşünmeye de başlamıştım. En önemli özelliklerimden birinin iletişim olduğunu biliyordum ve 1995 yılında Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde haftalık yazılar yazmaya başladım. Bu, bir bakıma beni Türkiye’ye de bağlamıştı. Daha doğrusu bu yazılarla, bağ daha da sağlamlaşıyordu.

Tam da bu dönemde; Internet yeni yeni kullanılmaya başlamıştı. Aynı bankada çalışan benden daha deneyimli Orhan Taner adlı arkadaşım Internet’e büyük ilgi duyarken beni de o çevreyle tanıştırdı. Bir süre sonra “Neden bu konuda ABD’deki bazı kişi ya da kurumları Türkiye’deki firmalara servis verir hale getirmeyelim?” sorusu gündeme geldi. Bunun üzerine epey düşündük. Sonra da her şeyin bir proje ile başlayacağı fikrinden hareket ederek; ilk olarak Türkiye’nin yurtdışına açılan kapısı olarak gördüğümüz İstanbul Festivalleri’nin istfest.org adlı sitesini tasarladık. O andaki amacımız; başarılı bir işe, iyi bir kurumla birlikte imza atmak ve bunu bir referans olarak kullanarak bir iş başlatmaktı.

Ben ise İstanbul Festivali projesini başarıyla gerçekleştirdikten bir süre sonra Türkiye’ye yapılanma kararı aldım. Ben Türkiye’ye gelmiştim. O dönemde Orhan Amerika’da kalmaya karar verdi. Robert Kolej’den arkadaşım ve şu anda ortağım olan Can Gürel’in Praksis adlı bir şirketi vardı. Sonuçta kendisiyle ortak oldum ve Netwise-Praksis doğdu.

Ardından projeler giderek gelişti. Internet patlaması sırasında çok iyi bir dönem geçirdik. Kurumlar bu işlere çok ciddi bütçeler ayırıyordu. Daha sonra kriz nedeniyle kötü bir dönem geçirsek de işimizi iyi yaptığımız için ayakta kalmayı başardık. Şu anda yine az sayıda ama çok kapsamlı projelerle müşterilerimize uzun dönemli Internet programlama, danışmanlık, iletişim ve teknoloji ile ilgili hizmetler veriyoruz.

Bu arada siyaset bilimi ve Uluslararası İlişkiler tutkunuzu bir yana mı bıraktınız?

Tam olarak değil. Bir insanı tek boyutlu düşünmek zor; kişinin ilgi alanları, kendini memnun hissettiği başka yönler oluyor. Örneğin 1996 yılından 2003 yılına kadar hep gazetelerde haftalık yorum yazıları yazdım. Bunların içine siyaset de, iletişim de, bazen ekonomi de giriyordu. Başta yazılarım finans ağırlıklıydı. Daha sonra konular çoğaldı ve genel yorum yazıları olmaya doğru gitti. Dolayısıyla ben siyaset ve uluslararası ilişkilere olan ilgimi, bu mecrada bir şekilde aktif kalarak sürdürdüm. Şu anda Yeni anne olduktan sonra ve ikinci bir bebek beklediğim için yazılarıma ara vermek durumunda kaldım.

Bunun yanı sıra yaklaşık 5 yıl çok aktif olarak GYİAD (Genç Yönetici ve İşadamları Derneği) Yönetim Kurulu’nda görev aldım, ayrıca Yönetim Kurulu’nda Başkan Yardımcılığı yaptım. Daha sonra yine araya ilk bebeğim Emine girdiği için yönetim kurulundan ayrıldım.

Bu arada 2003 yılında; kendi alanında liderlik potansiyeli gösteren başarılı bireylere verilen Eisenhower Fellowship’e hak kazandınız. Bu burs size nasıl katkılar sağladı?

Evet, iki ay kadar ABD’de kaldım. Çok üzülerek hem işimden hem de bebeğimden uzun süre ayrı kalmak zorunda kaldım. Ama sonuçta Türkiye’yi temsil ettim, bir sonraki yıl gitmek istesem, yeniden başvuru ve eleme sürecinden geçmem gerekecekti.

Eisenhower Fellowship 50 yıldır verilen bir liderlik bursu; genelde 30-45 yaş arasında ülkelerinde kendi alanlarında liderlik yapan kişilere veriliyor. Ben de ABD’de medya ve Internet alanında yetkin olan üniversiteler, kurum ve kişilerle özel toplantılar yaptım. Aynı zamanda Türkiye-ABD ilişkilerini irdeleyen bir dizi görüşme gerçekleştirdim. Kısacası; sektörüm konusunda ve uluslararası ilişkiler anlamında ABD’nin bir resmini çektim. Bu sayede işime taşıdığım bazı ilişkilerim ve deneyimlerim de oldu.

Bir kadın yönetici gözüyle baktığınızda çalıştığınız sektörleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında hemen hemen çalıştığım tüm sektörlerde, çevremde hep başarılı kadınlar gözlemledim. Finans sektöründe şu anda her kademede kadın var. Benim başladığım dönemde de ABD’de kadın erkek yönetici sayısı neredeyse yarı yarıyaydı. Sadece çok aktif olan kadınların doğum yapmak üzere bir süre ortadan kaybolması bana tuhaf geliyordu. Elbette o zaman 25 yaşındaydım ve bankanın en genç çalışanlarından biriydim. Şimdi ise bu durumu gayet iyi anlıyorum.

Türkiye’ye geldiğimde de Internet sektöründe kadın sayısının hiç de az olmadığını gözledim. Belki donanıma oranla yazılım ve Internet alanlarında daha fazla kadın çalışıyor olabilir; iletişim ve yaratıcılık yönü nedeniyle… Ben aslında kadınların duygusal anlamda çalıştıkları ortamı daha iyi kavradıklarını ve yönetici ya da çalışan olarak o ortamla daha farklı bağlar kurabildiklerini görüyorum. Bu da bence kadına önemli bir rekabet avantajı getiriyor.

Anne olmak sizin iş yaşamınızı nasıl etkiledi? İş – aile dengesini nasıl sağlıyorsunuz?
Doğrusu, şu anda Netwise ve aile merkezli yaşıyorum. Haftanın her günü çalışsam da bu süre günde altı saati geçmiyor. Bu durum, bir – iki yıl daha böyle gidecek gibi görünüyor. Çocuk nedeniyle Netwise’a verdiğim mesai azaldı. Öte yandan da diğer ilgi alanlarımı törpüleyerek bu dönemde yanlız Netwise ve yeni kurduğum aileme yoğunlaşma imkanım oldu.

Ama artık her şeyi yüzde 100 yapamayacağımı anladım. Bu nedenle artık işime vakit ayırdığım zaman; her ne ile ilgileniyorsam tamamen ona konsantre oluyorum. Aslında işte olduğum saatlerde artık daha verimli çalışıyorum. Çünkü belki sadece beş saatim var. Örneğin; bir buçuk dakikadan fazla telefon görüşmesi yapmıyorum. Bu sayede bir bakıma zamanımı daha verimli kullanıyorum.

Hayata bakışınızda da değişiklikler oldu mu?

Doğrusunu isterseniz anne olmadan önce, çalışmayıp çocuk bakmanın çok kolay olduğuna yönelik yanlış bir anlayışım vardı. Örneğin benim annem çok başarılı bir öğrenci olmasına karşın ve çok iyi bir yönetici olabileceğine inandığım halde çalışmamış ve bizimle ilgilenmişti. Bence, benim bugün geldiğim noktada annemin benimle bu kadar ilgilenmesinin çok önemli rolü var. Anne olduktan sonra, hem bireysel açıdan hem de topluma katkı olarak çok önemli bir görev olduğunu gördüm. Sevgi almış, iyi yetişmiş bireyler topluma da katkı sağlıyor.

Ama tabii iş hayatında kadının çocuk yapmaya karar vermesi güç oluyor. Çünkü hamilelik ve sonrasını düşünürseniz; bir çocuğa tam olarak değil biraz bile vakit ayırabilmek için en az bir – bir buçuk yıl ara vermek gerekiyor. Sonuçta aynı yarış içinde olan bir erkek o kadından daha fazla avantaja sahip. Bu nedenle bence kadınlara destek çıkılması gerekiyor. Çünkü çocuk yetiştirmek toplumun ilerlemesine katkısı olan bir misyon. Ve bu misyonda kadını mağdur durumda bırakmamak için bir şekilde ona kaynak ayırmak gerekiyor.

Bu arada kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?

Kendime sosyal anlamda ayırdığım zaman çok azaldı. Eskiden mesleğimle ilgili panellere, konferanslara giderdim. Bu tür aktiviteler şimdi benim için bir lüks oldu. Kendi dalımda bir konferansa bile yarım gün ayıramıyorum; çünkü bu vakti işe gelip çalışmakla geçirmeyi tercih ediyorum. Ama bir bakıma şöyle düşünüyorum: Birkaç yıl sonra çocuklarımın da bir rutini olduğunda ben de kendimi tekrar yoğun bir gündeme yöneltebilirim; onları da mağdur bırakmadan…

Yoga yaptığınızı biliyoruz. Bunun dışında hobileriniz var mı?

Şu anda Pilates adı verilen aletli bir jimnastik türü yapıyorum. Bunun dışında okumayı çok seviyorum. Ancak Emine artık benim en önemli hobim haline geldi. Çünkü akşam eve gittiğimde, o yatana kadar hiçbir şey yapmıyorum. Ancak o uyuduktan sonra kitap okumaya, Internet’te sörf yapmaya vakit ayırabiliyorum.

Takip ettiğiniz yayınlar var mı? Neler okumaktan hoşlanıyorsunuz?

Eskiden okumaya çok daha fazla zaman ayırıyordum. Şimdilerde tabii ki gazeteleri ve haber kanallarını takip ediyorum. Yine yabancı haber kanallarını da izlemeye çalışıyorum, gündemdeki farkları görebilmek için… Yabancı gazetelerden New York Times’ı takip etmeye çalışıyorum. Ama eskiden örneğin Economist Dergisi’ni çok detaylı okurken, şimdi sadece makaleleri seçip okuyorum.

Şu aralar kitap olarak ise Türk edebiyatının klasiklerinden Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserlerini okuyorum. Okuduğum bir diğer kitap da; hem yayıncı hem yönetici kimliği nedeniyle ilgimi çeken Washington Post Gazetesi’nin efsanevi sahibi Kathy Graham’ın otobiyografisi… 

İleriye dönük hedefleriniz neler?

İşle ilgili hedefleri söylemek kolay… Biz Netwise’ı kriz döneminde bile yaşatmayı ve yeşertmeyi başardık. Bundan sonraki hedefimiz işi boyut olarak da geliştirerek daha kurumsal ve belki de yurtdışında bir firmayla bir araya getirerek, kişilerden de bağımsız bir platforma oturtmak… Tabii bunda bana da düşecek epey rol var. Hem müşterilerimizi memnun edip iş kalitemizi belli bir seviyede tutarken; hem de değişmemiz, gelişmemiz gerekiyor. Bu kurumsallaşmayı gerçekleştirmek istiyoruz.

Öte yandan daha önce belirttiğim gibi benim kendi adına iletişim yönüm çok ağır basıyor. Bu nedenle medya sektöründe, toplumla ilgili yorumcu kimliğimi yeniden devreye sokmak istiyorum. Sonuçta düşüncelerimi geniş kitlelerle paylaşmaktan büyük zevk duyuyorum ve bunu tekrar yaşamamım bir parçası haline getirmeyi hedefliyorum. 

Ufukta siyaset görünüyor mu?

Çok insan beni siyasete yakıştırıyor. Biz ailece siyasetin içinde büyüdük. Kendimizi doğal olarak bu ortamın içinde bulduk. Siyaset ilgimi hep çekiyor ama bir hamle yaparsam, siyasete doğru zamanda ve doğru birikimle girmek istiyorum.


Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)