Ahmet Şerif İzgören: ‘Türkiye’de girişimcilik sorunu yok; proje yönetim sorunu var...’


Onu tanımlamak için özgeçmişini, eğitimini ve kariyerini anlatmak için sayfalara ihtiyaç yoktur. Kendisiyle özdeşleşmiş ve yaymayı kendine misyon edindiği 5 değer vardır. Bunlar ‘dürüstlük, iş kalitesi, girişimcilik, vatan sevgisi ve hoşgörü..’ Verdiği eğitimlerde, konferanslarda ve kitaplarındaki çıkış noktaları hep bu beş değer olmuştur. Her ne kadar kendisi popüler olmayı hiç tercih etmese de Türkiye’nin dört bir yanında hatta sosyal paylaşım ağlarında en çok adı geçen ve videoları paylaşım rekoru kıran bir Eğitimci ve Danışman... Bir de ‘Süperman Türk Olsaydı’ dersek, heralde bu ismi tahmin etmemeniz mümkün değil. Tabii ki, bu isim Ahmet Şerif İzgören... Ahmet Şerif İzgören sayfalarımıza konuk oldu. Kendisine İzgören&Akın olarak düzenledikleri Girişimcilik Zirvesi’ne ve Türkiye’deki girişimcilik sorunlarına dair sorularımızı yönelttik.

Öncelikle İzgören&Akın olarak düzenlediğiniz Girişimcilik Zirvesi ile ilgili detayları almak isteriz. Çıkış noktanız ne oldu?

İzgören&Akın 1996’da Ankara’da kuruldu. O dönemlerde Ankara’da bu anlamda düzenlenen zirveler veya kurumsal eğitimleri bu denli önemseyen firmalar yoktu. Ankara’da o yıllarda 2 tane zirve düzenledik. 600-700 kişilik katılımlar oldu. Süleyman Demirel, Hüseyin Göreyin, Üzeyir Garih gibi değerli katılımcılarımız oldu. Kalder de bu işin farkına vardı ve biz bu misyonu tamamladık. Şimdi Ankara’da da artık düzenli olarak kongreler organize ediliyor.

Bu zirveyle hedeflediğiniz şeyler nedir?

İstatistiklerin verdiği oranlara baktığımızda, Türkiye’deki firmaların % 90’ının İstanbul’da olduğunu görüyoruz. Bu anlamda, İstanbul’daki şirketlerin hiçbiri Anadolu’ya açılmadı. İlk defa bir kurumun Türkiye’nin 5 ilinde misafirhaneli Bölge Müdürlüğü var. Antalya’dan Kayseri’ye kadar işadamlarını bir araya getiren başka bir platform yoktur.

Antalya’da çalışmaya başladık ve 500’ün üzerinde katılımcımız oldu. İş dünyasından birçok üst ve orta kademe yönetici ve çalışanlarla birlikte üniversite öğrencileri de katıldı. Bu etkinliklerimizde iş dünyasını ve izlerimizi takip eden dinamik genç bir nesli aynı platformda buluşturuyoruz. Her iki taraf da birbirinden inanılmaz verim alıyor, diyebilirim.

4-5 yıl sonra gerçekten iyi platformlar oluştuğunda oradaki sivil toplum örgütlerinin bunu sürdürebileceğini ve bizim ekip bu işi bırakacaktır diye düşünüyorum. Çok kar edilebilir ama bizim işimiz bu değil.

Bu hedefleriniz doğrultusunda Türkiye’deki iş dünyasına baktığınızda özellikle ‘girişimcilik’ ve ‘insan’a dair neler görüyorsunuz? Ve biz nerede hata yapıyoruz?

Ülkede müthiş bir girişimcilik potansiyeli var. Amerika’da bir yapılan bir araştırmaya göre 12 kişiden sadece 1’i kendi işini kurmayı planlıyor ama Türkiye’de bu oran her iki kişiden birini gösteriyor. Abartılı bir girişimcilik ruhu var. Sorun; proje yönetimini bilmemek. Japonya’da kurulan şirketlerin % 25’i üçüncü kuşağa devrediliyor, yani dört şirketten bir tanesi devrediliyor. Bu oran Avrupa’da % 24, Türkiye’de ise % 2... Dert budur.

Üniversitelerde bu konuda dersler yapılıyor ama işin içinde hep teori var. Üniversitedeki hocanın bir gram bile pratikten haberi yok. Hemen yanında küçük sanayide pratik var ama onun da teoriden haberi yok. Bu insanları bir araya getirmek lazım. Türkiye’deki şirketlerin % 98’i Kobi, % 80’ininde çalışan sayısı 10 kişinin altında... % 60’ının da 5 kişinin altında. Öte yandan 10 milyonu aşkın kişi de sigortasız çalışıyor. Sorun, buralarda bir yerde... 24 milyon kadın çalışabilecek durumdayken; 18 milyonu çalışmıyor. Biz bu ülkeyi çok bilgisiz bıraktık.

Anadolu’ya doğru gittiğinizde herkes bir politikacının peşinde. İstanbul’da 12 milyon nüfus oluşmuş durumda, o da kayıtlardaki... Bütün yatırımlar ve finans merkezi oraya taşınmış durumda. Anadolu’ya gidiyorsun tüyler ürperten bir işsizlik var. Turhal’a gidiyorum; şeker fabrikası özelleştirilmiş. Zamanında 200 bin kişinin çalıştığı yerde şimdi 200 kişi çalışıyor. Herkes İstanbul’a göç etmeye çalışıyor. Bence ülkeyi yönetenler yukarı çıkıp bir baktıklarında ülkedeki üretimi, teknolojiyi şehirlere yaymaları gerektiğini düşünmeleri lazım. Antalya’da Formula gibi bir imkân var, o bile İstanbul’a kuruldu. Bir şekilde ülkedeki gücü bilgiyi ülkeye yayarsak ülkenin geleceği daha iyi olacak diye düşünüyorum.

Organizasyonlarda farklılık ve farkındalık yaratmak için İK yöneticilerine önerilerinizi de öğrenebilir miyiz? Gerek organizasyonel olarak gerekse yönetimsel olarak...

Kendi şirketimizde İK yöneticisi yok. Çünkü İK yöneticisinin Türkiye’deki görevi; elemanı aldın çıkardın, çıkışta tazminat ödedin mi, servisleri ayarladın mı? Biz başka bir şey yaptık. 10-12 yıllık iş arkadaşımız olan Selin Alemdar çocuğu olunca işe daha az gelmek istedi. Dedik ki, Selin sen sadece kurumun geleceğini, içerdeki ve dışarıdaki yetenekleri yönet. Gelecek ve Yetenek Yönetimi. Bu iki kelimeyi birleştirip “Gelenek Yöneticisi” kavramını ortaya çıkardık. İK direktörümüz yok. Human Resources’daki “resource” yetkinlik yetenek anlamına gelir. Biz de Selin o görevi yapıyor. Özellikle de mesaiye gelmiyor. Dışarıda potansiyeli yüksek ve akıllı bir çocuk bulduğumuzda hemen Selin ile tanıştırırız. Selin, geleceği ve yetenekleri planlar ama bu konular nokta atışı olmalı. Batıda idari ve mali işlerin yaptığı işleri bizde şu an İK yapıyor.

Önümüzdeki dönemlerde hangi etkinlikleri / zirveleri yapmayı düşünüyorsunuz?

Benim bu konulardan haberim yok. Ben 6 şirketin Yönetim Kurulu Başkanı’yım ve çoğuna yılda üç kere uğruyorum. Genel merkeze de ayda bir gidebilirsem gidiyorum. Geçen sene 6 ay Kıbrıs’ta bir köy evi tuttum ve çocuk büyüttüm. Bunları okuyanlara hava atmak için değil, başka bir pencere göstermek için anlatıyorum. Ben bu kurumların patronuyum; 6 ay sonra dönüyorum ve ekibim hala Türkiye için pırıl pırıl çalışıyor oluyor. Bu ülkenin insanına eğitimini verirsen, güven duyarsan, ödemesini doğru ve zamanında yaparsan pırıl pırıl iş yapar. Genel merkezde ilerideki projeler neler bilmiyorum. Ben genelde içerideki 5 değeri yaşatmak için varım. Dürüstlük, iş kalitesi, girişimcilik, vatan sevgisi ve hoşgörü. Bunlar dışındaki projelerde ben sadece fikirlerimi söylerim. Ama gelecek dönem zirve projelerini genel müdürümüz Umut Sav ve bütün ekip karar verir.


Oldukça ses getiren projelere ve kitaplara imza atan bir isim olarak yeni projelerinizi de öğrenebilir miyiz?

Aslında, bana kitaplar ve projeler o kadar çok ses getiren şeyler değil gibi geliyor. 1998’de ilk kitabımı yazdım. Toplam 16 kitap yazdım ve yaşıyor kitaplarım. Aşırı satmıyorlar ama kulaktan kulağa yaşıyorlar. Satışları adım adım artıyor... Ama yaşıyor olmaları harikulade bir şey. Konferansa Anadolu’ya gittim. Öğretmeninden köylüsüne “bana ablam/abim önerdi kitabını”, “ben okudum, çocuğuma verdim” diye herkes söylüyor.

Çok ses getirmiyorlar ama açıkçası, ben bundan çok mutluyum. Projelere bakıldığında en çok değer verdiğim proje ‘Türkiye Uğurböcekleri Projesi’. TUP’daki gençler çok iyi işler yapıyor. Türkiye’nin her yerine gidiyorlar. Cezaevleri, çocuk esirgeme kurumları ve yatılı ilköğretim okullarına ücretsiz seminerler veriyorlar.

Benim anlattığım 5 değeri anlatıyorlar. Dürüst olun, işinizi çok iyi yapın ve girişimci olun. Gençlere, Âşık Veysel’in görmeyen gözleriyle köyde ilk meyve ağacı diken insan olduğunu anlatıyorlar. 100 kişiye ulaşan turuncu, 500’e ulaşan kırmızı, 1000 kişiye ulaşan bordo uğurböceği oluyor. Ben de mavi uğurböceğiyim. Beyaz uğurböceklerimiz ise küçük çocuklar. Onlar da kitap okuyorlar, kitapları arkadaşlarına veriyorlar, otobüslerde büyüklerine yer veriyorlar ve meyve çekirdeklerini atmıyorlar; biriktirip dikiyorlar.

Uğurböcekleri 16.000’e yakın ağaç diktiler. 120.000’i aşkın da eğitim verdi, uğurböceklerimiz. Benim işimi yapan herkesin aklının bir yerine şunu koyması lazım; bilginin zekâtı vardır. Bu projeden çok gurur duyuyorum ve yeni bir proje fikrim yok. Bu uğurböceklerinden 1 Hayrettin Karaca çıkarabilirsek tamamdır diye düşünüyorum.

 


 

DERGİ

HRdergi Nisan sayısı çıktı! İyi okumalar

SATIN AL Nisan 2024