“Rekabete karşı birlikte hareket edebilmek çok önemli, bu nedenle performans yönetimi hep birinci gündem maddesi olacak”


Teftiş Kurulu’nda görev yaparken, kendini bir anda eğitimin içinde buldu. Bankacılık alanındaki kariyeri süresince krizlere yakalandı. Birleşmelerde görev yaptı. Türkiye’nin ilk e-learning platformunun kurulmasında çalıştı. Sonrasında geldiği yol ayrımında İK’yı seçti ve bu yolculuk onu bugün Finansbank İK’dan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı’na taşıdı.

Hakan Alp, İK’nın gerçekten bir yolculuk olduğuna inanıyor ve araba yarışlarındaki pitstop benzetmesini kullanıyor: “İK’da çok fazla matematik ve süreç konuşurken, bir yandan sanat da konuşuyoruz. İşin mutfak kısmı çok önemli çünkü… Araba yarışlarını düşünün; eğer pitstop’tan o birkaç saniye içinde yeterince iyi çıkamıyorsanız yarışı kaybediyorsunuz. Oradaki ekibin profesyonelliği, kullandığı araçları çok önemli… Kısacası her şey yetkinlikler ve performans yönetimi ile başlıyor”.

Performans yönetimi Alp’e göre çok önemli… Bu kadar rekabetçi bir ortamda, her şeyin kurumların performanslarını iyi yönetmesinden geçtiğini vurgulayan Alp: “Performansınızı geliştiremediğiniz zaman işinizi sürdürülebilir kılma şansınız yok çünkü…” diyor.

Hakan Alp ile gerçekleştirdiğimiz keyifli söyleşide sadece performans değil, yeni nesli çekip yönetmekten zaman yönetimine uzanan pek çok farklı konu başlığını konuştuk.

Öncelikle kariyerinizin dünden bugüne gelişimini dinlemek isteriz…

Ben, anne babaların çocuklarının doktor ya da mühendis olmasını tercih ettiği bir dönemde, kendimi iyi yönlendirerek Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne girdim.

Kendimi iyi yönlendirdiğimi düşünüyorum çünkü bir şeyleri öğrenmekten öte, düşünme odaklı bir ortam yakalamak istiyordum. Gerçekten de tercihim doğruydu; çünkü bölümüm tarih gibi dünyadaki tek gerçek laboratuarın, politika ve siyaset gibi iki önemli aktör aracılığıyla didik didik edildiği bir ortamdı… Bu düşünme ortamının; düşünerek konuşmanın ve davranmanın, sakin kalabilmenin önemli koşullarından biri olduğuna inanıyorum ve hayatımda da çok yararını gördüm.

Üniversiteden, bankacılığın çok da popüler olmadığı bir dönemde mezun oldum. Ama ben bankacı olmak istiyordum. Bu işi en iyi şekilde öğrenebilmenin iki yolu olduğunu fark ettim: Müfettişlik ve MT’lik… Siyasallı olarak biraz bürokrat tarafım ağır bastığı için müfettişliği tercih ettim ve 1991’de Garanti Bankası Teftiş Kurulu Başkanlığı’nda çalışmaya başladım. 97’ye kadar bu görevi sürdürdüm, ardından Eğitim Müdürü oldum.

Nasıl oldu eğitime geçişiniz?

Teftiş Kurulu’nda kurul üyelerine, o dönemin eğitim teknolojilerinin başında gelen videokasetlerle bir eğitim tasarlanacaktı. Senaryosu üzerinde çalıştık, istediğimiz şekilde oynayacak kişi bulamayınca da ben oynadım. Bunu gören o dönemin İK’dan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Saide Kuzeyli, aradığı Eğitim Müdürü’nün ben olduğuma karar verdi. İK’cıların sahadan uzak olmasından kaynaklanan sıkıntıların giderilmesi için iş birimlerinden gelen çalışanları İK’ya almak o dönemde çok yaygın bir uygulamaydı. Böylece yöneticiler, İK’yı da öğrenebiliyordu. Ben de böylece İK’cı oldum.

Daha sonra nereye götürdü sizi bu yolculuk?

2000-2003 yılları arasında Humanitas’a geçtim ve Eğitim / Üst Düzey Yönetici Geliştirme / Mali ve İdari İşler / Operasyondan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım. Bu dönemde krize yakalandık, o deneyimi yaşadık. Banka birleşmeleri yaptık. Türkiye’deki ilk e-learning sanal platformunu oluşturduk. Kısacası Humanistas’ı bir okul gibi kurguladık.

Humanitas, misyonunu tamamlayıp kapandığında ben de bir değerlendirme yaptım: 6 sene iş birimi içinde, 6 sene İK’da geçirmiştim. İş hayatına hangi noktada devam edeceğime karar vermem gerekiyordu. Ben İK’yı seçtim.

2003-2005 yılları arasında Tansaş’ta İnsan Kaynakları Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptım, 2005-2006 arasında ise Sütaş’da İnsan Kaynakları Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı oldum.

2007’den beri Finansbank’tayım. Burada İnsan Kaynakları Grup Yöneticisi olarak çalışmaya başladım, Haziran ayından beri de İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcılığı görevini yürütüyorum.

O günden bu yana bir değerlendirme yaptığınızda, İK sizce nereye gidiyor? Sıcak gündem maddelerinin neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Bu sorunun yanıtı firmadan firmaya çok değişiyor olabilir ama bana göre günümüzde en sıcak konu, rekabete karşı firmanın içinde bütünsel olarak yaşayabilmektir. Bugün maliyetleri çok iyi yönetmesi gereken dondurma üreticisinden gazetecisine kadar, bu konuda çok büyük fark olduğunu sanmıyorum. Biz de bankacılıkta karlı büyümek, bu sırada da çalışanı mutlu etmek durumundayız. Tüm bunları ana başlıklar olarak alt alta koyduğunuzda da birinci sırada performans yönetiminin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu rekabetçi koşullar altında, her şey kurumların performansını iyi yönetmenizden geçiyor. Performansınızı geliştiremediğinizde, işinizi sürdürülebilir kılma şansınız yok.

Öte yandan, firmaların gitmek istediği yön doğrultusunda yetkinlikleri doğru tanımlayıp, doğru seçme yöntemleri ve içeride, dışarıda iyi bir pazarlama stratejisi kullanarak yetenekleri yakalayıp çekebilmek, iyi eğitebilmek her zaman olduğu gibi yine önemini konuyor.

Üzerinde durmak istediğim bir nokta daha var: İK’nın yatırımlarını yaparken daha doğru tanımlarla, şirket amaçlarına daha iyi şekilde hizmet edecek şekilde tasnif edebilmesi gerekiyor. Basit bir örnek üzerinden gidelim: Hemen tüm şirketler üniversitelere tanıtıma gidiyor. Peki, her üniversitede olmamız gerçekten şart mı? Büyüme planlarımız içinde bunu tanımlamaya çalışsak daha doğru olmaz mı? Ya da şirketimizin kültürüne en yakın olduğunu düşündüğümüz okullara gitmek daha doğru olmaz mı? Bu soruların üzerinde düşünmek gerekiyor.

“İK’CI İÇİN EN ÖNEMLİSİ, İŞ OKUR-YAZARLIĞIDIR…”  

“Bana göre bir İK’cı için en önemli şeylerden biri iş okur-yazarlığıdır. Bu yoksa ne kurumun stratejisini anlayabilir, destek sunabilir ne de yön verebilirsiniz… Yöneticilere yetkinlikleri kendi dilleriyle anlatmak gerekirken, aynı dili konuşamıyorsanız, İK olarak istediğiniz etkiyi yaratamazsınız.''

 

Hazır söz üniversitelerden açılmışken, gençleri çekmek ve yönetmek konusunda neler söylemek istersiniz?

Eğer İK’nın temel fonksiyonlarından biri işe alımsa ve ben bunu, üniversiteden mezun olduğum 22 sene önceki deneyimlerimle yapmaya çalışıyorsam, burada bir hata var demektir. Bu nedenle bir marka yönetiminden, pazarlama faaliyetinden söz ediyorsak; müşterimizi tanımamız gerekiyor. Kısacası profili takip etmezseniz, doğruyu elde etme şansınız zaten kalmıyor. Biz Finansbank olarak, bu nedenle uzman firmalardan, öğrencilerle ilgili araştırmalar yapmalarını istedik. Bugün üniversite öğrencilerinin harçlık araştırmalarını bile takip ediyoruz.

Öte yandan yeni nesil çalışanları yönetirken; onların öğrenme açlığını karşılamak, bunu kullanma isteğini uyandırmak çok önemli. İletişim kanallarının açık olması; şikayetini, sıkıntısını istediği yere iletebilmesi gerekiyor.

Bir de gençlerin şöyle ikilemleri olduğunu anlamamız önemli: Bir taraftan esneklik isterken, bir taraftan da pek çok noktanın net olarak tanımlanmasını istiyorlar. Bu beklentilerinin karşılanması çok önemli…


İK’DA ATTIĞINIZ HİÇBİR ADIM BUGÜNE AİT DEĞİLDİR,

 GELECEĞE YÖNELİK BİR YATIRIMDIR”

Finansbank olarak İK gündeminizde neler var?

Performans Yönetim Sistemimizi en üst düzeye taşımak istiyoruz. Her türlü aktivitemizi; seçme yerleştirmeden geliştirmeye, çok daha derin ve geniş yapmamız gerektiğine, tüm bankanın kültürel koordinasyonunu daha iyi sağlayacak aktiviteleri geliştirmenin önemine inanıyoruz.

Öte yandan, bir danışmanlık firması ile çalışarak kendi kendimiz için bir denetim yaptık. Nerede durduğumuzu, müşterilerimizin bizi nerede gördüğünü anlamayı, aradaki farkı görmeyi istedik. Bu farkı kapatmak için neler yapmamız gerektiğini belirledik. Sonuç olarak da önümüzdeki üç seneyi planlamamız gerektiğine inandık.

Zaten İK’da attığınız hiçbir adım bu yıla ait değildir; bütçe yapmak da dahil… Attığınız adımlar uzun vadeli yatırımlardır. Biz bankanın üst yönetimiyle elbette mutlaka belirgin bir takım şeyleri konuşuyoruz. Ama benim hep temelinde İK anlamında sorguladığım şudur: 2013’de ne yapmak istiyoruz, nerede durmak istiyoruz? Bunları tanımlamak çok önemli…

Biz İK olarak Finansbank’ın başarısında tüm bunların etkili olduğuna inanıyoruz. Bu önemin de artarak süreceği inancındayız.

 

Kendinizi nasıl bir yönetici olarak tanımlıyorsunuz?

Birkaç tip yöneticilik var biliyorsunuz. Yetkilendirerek yönetenler, koçluk yapanlar var. Ben ise yöneticiliğin çok basit iki tanıma ayrıldığına inanıyorum: Bir tanesi bürokratik yöneticilik... Yapan ve kontrol edenler vardır; yönetici onaylar, imzalar… Çeşitli kademelerde bu tarza ihtiyaç duyabilirsiniz.

Bir de bilgiyle yönetmek vardır. Ben bugün bilgiyle yönetmenin, özellikle yeni kuşaklar üzerinde çok daha büyük ağırlıklar taşıdığına inanıyorum. Yeni nesil, karşısındakinin kendisine bir şey öğretebileceğine dair inancını oluşturmasını istiyor.

Dolayısıyla bence önümüzdeki dönemde, seviyeleri farklı olacak şekilde, bilgi ve yönetim çok plana çıkacak.

Son soru: Tüm bu yoğun tempo içinde, zaman planlamanızı nasıl yapıyorsunuz?

Deneyim kazandıkça zamanı değil, enerjinizi yönetebildiğinizi anlıyorsunuz. Aslında durum şöyle: Eğer siz plan yapmıyorsanız sadece günü yaşıyorsunuz demektir. Plan yapıp ona körü körüne bağlı kalıyor olmanız durumunda da halının ayağınızın altından kaydığını, ancak düştüğünüzde fark edersiniz.

Bu nedenle önemli olan, bir vizyonunuzun olmasıdır. Gerçekten bir vizyon tanımı yapıp onun peşinden koşuyorsanız; planınızı yaparsınız, değişikliklere kendinizi adapte edersiniz, mümkün olduğunca o noktalara vereceğiniz enerji seviyenizi yönetirsiniz. Sizin bir proje planınız varsa, üst yönetimin istediklerine, sizden beklenmeden yanıt verebilirsiniz. Enerji seviyenizi siz yönetmiş olursunuz.

DERGİ

HRdergi Nisan sayısı çıktı! İyi okumalar

SATIN AL Nisan 2024