Yıldız avcısı İK için yıldız olma zamanı gelmedi mi? Tüm mesele; yıldızın yıldız bulmasıdır!*


Şirketler için en yaratıcı fikirlerin beyin fırtınası toplantıları sonucunda ortaya çıktığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çalışanların yenilikçi fikirler ortaya koyabilmesi için yeni kültürleri tanımasına, yolculuk yapmasına, farklı kaynaklardan bilgi almasına; kısacası merak etmesine ve esinlenmesine destek olmak gerekiyor. Bunu sağlamak da İK’nın görevi...

Eğer İK liderleri ve profesyonelleri için gerçek bir değişiklik yapma zamanı varsa, işte o an geldi. Yetenekli kişileri bulup onların içindeki en iyiye ulaşmak, tüm boyut ve şekillerdeki organizasyonlar için yeni “gereklilik” haline geldi. Ancak bunu yapmak için yeni bir bakış açısını uyarlamak gerekiyor. İK, gerçek bir “yetenek” uzmanı olarak müşterilere daha zorlayıcı değerler sunulmasını sağlayacak inovasyonu beslemek konusunda kilit bir rol oynamaya kararlı olmalı.

Eğer siz de bu mücadele ile karşı karşıyaysanız gerçek bir fark yaratmak için size araçlar sunabilir. Bununla birlikte, başlangıç olarak dilerseniz pek çok potansiyel dahinin neden şirketlerinin ve organizasyonlarının güvenebileceği atılımları yaratmak konusunda sorun yaşadığına kısaca göz atalım. Ardından; kendinizdeki, meslektaşlarınızdaki ve organizasyonunuzdaki gerçek dehayı ortaya çıkarmak için neler gerektiğini belirlemeye başlayabiliriz.

Dünyanın dört bir yanındaki şirket ve organizasyonlarda, tüm şekil ve boyutlardaki grupların, baskı yaratan bir iş sorununu çözmek ya da şaşırtıcı yeni bir fırsatı ortaya çıkarmak için biraraya geldiği, hemen her gün tekrarlanan şu sahneyi gözümüzde canlandıralım:

Bu kişiler, konferans odalarında, yönetim kurulu odalarında, yemek salonlarında, geçmiş başarıların resimlerinin sergilendiği koridorlarda, yerel lokantalardaki özel bölümlerde, konferans merkezlerinde ve kimi zaman hava müsaitse açıkhavada bir araya gelir. Yanlarında silahları vardır: Flipchart’lar, parlak renkli işaret kalemleri, post-it not kağıtları, hesap çizelgeleri, PowerPoint sunumlar, piyasa araştırmaları, müşteri anketleri, rekabetçi zeka, Internet’ten indirilen sayısız önemli doküman, oyuncaklar, eğitimli ya da eğitimsiz bir toplantı yöneticisi, aciliyet hissi ve büyük olasılıkla Sokrat’tan esinlenen bir dizi soru… Bu unsurlardan her birinin amacı yaratıcılıklarını ateşlemek, onları “kutularından çıkarmak”, günlük düşüncelerinin (ve mevcut gerçeklerinin) güçlü yorgunluğundan sıyırmak ve en azından organizasyonun ayakta kalmasını sağlayacak, en iyi olasılıkla kendi dünyaları ile müşterilerinin yaşamında devrim yaratmalarına olanak verecek bir atılıma liderlik etmektir.

Ve geç kalanlar da sonunda ortalıkta görünüp, yavaşlıkları nedeniyle şakalaşılıp affedildikten sonra, olmazsa olmaz süper boy kafeinler alınır ve herkes yerine geçer. Oturumun lideri konuşmaya başlar: “Kritik bir noktadayız” derken klasik filmleri anımsatan hüzünlü bir ses tonu vardır: “Grubumuzun, ürünümüzün, hizmetimizin, organizasyonumuzun, tüm toplumumuzun ya da ------------------------ (boşluğu siz doldurabilirsiniz) geleceği bu dengeye bağlı”, “Saat işliyor” diye devam eder (ki ben bunun her zaman iyi bir şey olduğuna inanırım): “sırtlarımız duvara dönük. (önümüzü görebileceğimiz anlamına geldiği için genel olarak önümüzü duvara dönmekten daha iyi olabilir) Bu nedenle daha yeni, daha iyi, daha hızlı, daha güçlü, daha kolay ya da hiç olmazsa daha yenilikçi bir yaklaşıma sahip olmalıyız”. (örneğin ‘ya daha iyi bir fare tuzağı ya da daha iyi bir fare yaratmalıyız’. Ardından dramatik bir sessizlikten sonra, çok tekrarlanan şu ifade gelir: “Peki, kimin sıradışı bir fikri var?!”

Bunu bir sessizlik anı takip eder – büyük olasılıkla kendilerinden önce deneyenleri anmak için... Daha büyük bir olasılıkla bunun nedeni odadaki herkesin daha önce bu konuda başarısız bir girişimde bulunması, bu görev için neden seçildiklerine ilişkin hiçbir fikirlerinin olmaması, en marjinal fikri sunan ilk kişi olma niyeti taşımamaları ya da sadece ne yapacakları hakkında ipuçlarının olmamasıdır. Ve her ne kadar kendilerine ”kötü fikir diye bir şey yoktur” denmişse de, fikri olanlar; henüz tam olgunlaşmamış düşüncelerine sessiz bir küçümseme ve zekice kapatılmaya çalışılan sırıtmaların eşlik edeceğinden korkar.

”Ohhhh!?!? Demek sıradışı fikirler istiyorsunuz!” Bu sessiz çığlığın sahibi, büyük olasılıkla daha önceki yaşamlarında da bir dakika düşünmeden ya da ebeveynlerinin kendilerini yakalamasına fırsat vermeden bir ağaç dalından atlayan ilk kişidir. Sözcünün bir dakikalık sessiz yaratıcılık meditasyonu kişileri konuşmaya teşvik eden bir çağrıdır.

”Tamamen yeni fikirlerden mi söz ediyoruz?” diyerek sesli bir şekilde merak eder: ”Daha önce hiç düşünmediğimiz şeylerden mi? Yoksa hali hazırda yaptıklarımızı daha iyi yapmanın bir yolunu mu ortaya koymamız gerekiyor?” Bir başka deyişle, bu sorunu çözmek için her zaman kullandığımız aynı eski ve yorgun fikirlerin üzerindeki tozları mı üflemeliyiz? (Ve müşterinin bunun ileri bir sıçrama olduğuna inanmasını umut etmeliyiz?)

‘Fikrim geldi’ diyeni baştacı etmek için beklemeyin!

”Bazı yeni fikirler mükemmel olurdu” diye teşvik eder grubun lideri: ”Sonuçta dünya da piyasamız da asla hayal edemediğimiz kadar hızlı değişiyor”. Bu söyledikleri de şu anlama gelir: ”Rakibimiz X şaşırtıcı ve yeni, kendi kendini tamir edebilen wismo’yu sunarak kalitesini yeniden tanımladı” ya da ”Rakibimiz Y yeni proaktif hizmet garantisini açıkladı” ya da ”Rakibimiz Z fiyatlarını fiyatlarını yüzde 25 azaltarak (çılgın ama çok etkili) bir hareket yaparak bizi bir böcek gibi ezmek üzere” ya da ”hizmet verdiğimiz vatandaşlar, yanıt süremizi dramatik bir biçimde azaltmanın yolunu bulmazsak isyan etmek üzere”.

Artık, kültürün içinde saklanıp kalmış olan kedi, çantadan çıkmak üzeredir. Bu, herkes için ama en çok dramatik değişiklik ve taze düşünmeye ihtiyaç duyanlar için korkutucu bir görüntüdür.

”Bu nedenle gerçekten yeni fikirlere ihtiyacımız var” diye devam eder: ”Atılımsal fikirler... İş yapış şeklimizi sarsacak fikirler... Ve bunların, bir sonraki çeyrek dönemin başında ya da sonuçlarımız bir kez daha düşmeden önce uygulanabilmesi gerekir; hangisi önce gelirse...”

Ardından gözleriyle odayı tararken, birilerinin çıkıp o andan etkilenerek şunu söyleyeceği umudunu taşır: ”Bu durumda benim bir dizi yeni, yaratıcı ve tamamen parlak fikrim var”. Ama bu asla olmayacaktır.

Böylece, daha iyi bir alternatif olmadığı için, kendine saygı duyan yetişkinlerden oluşan tüm grupların yapacağını yaparlar. Kollarını sıvayıp kahve ya da kolalarına sarılarak işe girişirler. Ve herkes yapabildiği kadar ”beyin fırtınası” yapar. Ki bu hiç de basit bir başarı değildir: Resmi eğitimin zaman tüketicileri ile geçen yıllara bu veya herhangi benzer organizasyonda geçirdikleri zamanın eklendiği düşünülürse... (Bu, geldikleri günden itibaren yaratıcılığı sistemli olarak emmektedir).

Ve beyin fırtınasının başından itibaren herkesin bir umudu vardır: Yıldızlar biraraya gelecek ve tanrılar ya da en azından Diş Perisi; kolektif bilgilerinden, akıllarından ve deneyimlerinden en az bir mükemmel fikir getirecek, beyaz tahta aydınlanacak, hız kazanılacak ve piyasaya girilecektir. (elbette bu arada bir dizi iç engeli aşmak gerekir). Ancak geriye çekilen konsept ve mevcut emeklerine yönelik ortalama ilerlemelerden sonra bile, büyünün kafesinden çıkma olasılığı pek azdır.

Pek az atılım ve buluş bu şekilde gerçekleşir. Popunuzun üzerinde oturarak parlak olmak zordur.

Atılımlar, kendi rahat sınırlarımızdan çıkıp etrafımızdaki dünya ile bütünleştiğimizde ortaya çıkar. Duyularımızı tam olarak kullanmamız, gerçek bir merak duygusuna sahip olmamız ve herşeyi fark edip sorgulamaya hazır olmamız gerekir. Kabımızda kaynaştırmak için yeni bir şeyler (fikirler, bakış açıları ve dikkate değer şeyler) bulduğumuzda ve diğer kişilerin (hatta diğer yaratıkların) müşterimizin ve endüstrimizin ihtiyaçları konusundaki en iyi fikirlerine ilişkin sınırlarını test ettiğimizde ortaya çıkarlar. Zeki ve kararlı kişiler, odaklanmış ve tutkulu bir biçimde harikaları ve çocukluk meraklarını yeniden keşfetmeye zorlandığında ortaya çıkarlar. Bu sayede bilinçli olarak mevcut bilgilerimizin sınırlarının dışında geziniriz. Bu olmazsa, en iyi niyetli çabalarımız başarısızlığa mahkumdur.

Ve ortaya çıkmaları için tipik olarak mevcut bir şeyin üzerine inşa edilmeleri gerekir. Ama bunun her zaman sizin kendi endüstrinizde, pazarınızda ya da disiplininizde var olan bir şey olması gerekmez. En parlak fikirleri bile, birilerinin zaten yaptığı, düşündüğü ya da hayalini kurduğu bir şeyler esinlendirmiştir... Bir başka şirket ya da organizasyon, bir başka ülke ya da kültür, ormanda, sahilde, müzede ya da telaşlı bir kent caddesinde yapılan bir yürüyüş...

Testereler Velcro’yu esinlendirdi, kuşlar uçakları, Memphis’in ve diğer kentlerin sokaklarındaki dini müziğin güçlü sesi rock’n roll’u, Leon Leonwood Bean adındaki küçük kasaba değerlerine sahip bir tekne üreticisi müşteri tatminini garanti etmenin değeri konusundaki önemli inanışı esinlendirdi, 150 yıl önce herkesin kapısının önüne süt dağıtılması bugünkü evlere pizza servisi anlayışını esinlendirdi, aracıları ortadan kaldırma fikri dünyanın en büyük kişisel bilgisayar üreticilerini esinlendirdi, gibi... Ve esinlendirmeyi basit bir biçimde toplanarak ya da ”beyin fırtınası” yaparak yeniden üretmeye çok ender rastlanır. Benjamin Franklin gibi, gerçekten esinlenmek (ya da elektriklenmek) için fırtınada ayakta durmamız gerekir. Ama bunu yaparsak (hem bireysel hem de organizasyonlar olarak) bir şeyler tıkırdamaya başlar.

Ticari ve organizasyonel başarı tamamen, müşteriye mükemmel değer sunma yönünde farklı olmakla ilgilidir. Ama birşeyleri farklı yapabilmek için, birşeyleri farklı görmemiz gerekir. ”Vizyon” duygusu ve yeni ve daha iyi olasılıklar görmek; mükemmel şirketleri, organizasyonları ve insanları diğerlerinden ayırandır. Ancak farklı olmak, parlak ve ”değerli” fikirleri en baştan yaratmamız gerektiği anlamına gelmez, elbette bu da mükemmel olurdu. Başka birinin mükemmel fikirlerindeki olasılıkların kilitlerini açarak ve bunları kendi dünyamıza uyarlamak konusunda ilk (ve en iyi) olduğumuzda kazanabiliriz. Gerçek görevimiz doğru fikirleri bulmak ve bunları, hizmet verdiğimiz kişiler için gerçekten önemli hale getirecek biçimde ”bizim” haline getirmektir. Ve ihtiyacımız olan tek beceri, müşteriler için neyin önemli olduğunu anlamak, açık bir zihin ve merak duygusudur.

Bu durumda İK’nın yeni görevi organizasyonun daha geniş bir ağa ulaşmasını sağlamaktır: esin dolu yerlerde dolaşmak, normalde okumadıklarınızı okumak, rutin olarak sormadığınız sorular sormak, sizin dünyanız hakkında hiçbir şey bilmeseler de kendilerininki hakkında pek çok şey bilen yabancılarla konuşmak, kendilerini başka birilerinin yerine koymak, yeni bir hobi edinmek ya da dünyaya farklı gözlerle bakmak... İşe başlarken; sizin ve organizasyondaki herkesin zorlayıcı bir fark yaratacağına inanın. Artık tek ihtiyacınız olan esinlenme anı, doğru koşullar ve doğru bakış açısıdır.


İç müşterilerin ne okuduğuna, nerelerde takıldıklarına ve radar alanlarında kimin ve neyin bulunduğuna bakmak gerekir

Uzunca bir süre, sıradışı bir hobim vardı: Müşterilerimizin ne okuduğuna, nerelerde takıldıklarına ve radar alanlarında kimin ve neyin bulunduğuna bakardım. Bunu yaparken, neden bu kadar çok şirket ve organizasyonda deha ve yaratıcılık kıtlığı yaşandığına ilişkin nedenler ve gerçek bir bakış açısı buldum. Pek çok kişi, gün içindeki kısıtlı özgür dakikasını aslında hiç önemli olmayan şeyleri okuyarak geçirir. Ya da daha da netleştirmem gerekirse; bunlar birey ve organizasyon olarak farklı ve zorlayıcı değerler sunmak istiyorsak hiç önemli olmayan şeylerdir. Okudukları genellikle kendi sektörleri ya da kendi spesifik deneyim alanları ile ilgilidir.

Bu durumda bir bilgi teknolojisi şirketindeki kişiler, BT ile ilgili dergiler, gazeteler ve blog’lar okuma eğilimi gösterir. Ve BT ile ilgili toplantı ve konferanslardan davet alırlar. Ve İnsan Kaynakları alanında çalışan sizler de İK ile ilgili dergileri, gazeteleri, web sitelerini ve blog’ları okuma eğilimi gösterirsiniz. Ki bu, kötü bir şey değildir, bunların değeri tartışılmaz. Ama kurumsal ve fonksiyonel çiftleşme ne olacak?

Yukarıda keşfettiğimiz gibi yeni ve güçlü fikirler; çok iyi bildikleriniz ile yeni ve çok farklı bilgi ve esin kaynaklarının karışımından doğar. Buradaki iyi haber sektörünüzdeki ya da fonksiyonel alanınızdaki herkesin aynı şeyleri okuması, dinlemesi ve öğrenmesidir. Bu durumda eğer bunları takip etmek konusunda zirvedeyseniz, sadece bunları takip eden diğer rakipleriniz ve en iyi meslektaşlarınız kadar iyisiniz demektir. Ya da çok farklı şeylere bakabilirsiniz.


Lider konumdaki ilaç şirketleri bir sonraki devrimsel ilaç neslini keşfetme mücadelesi verirken, çalışanlarının büyük kısmı aynı spesifik yayınları okur, aynı toplantılara katılır ve aynı bilim alanından en son bakış açıları üzerinde konuşur. Sonuç olarak ilaç şirketleri parlak araştırmacılara, dünya sınıfındaki laboratuvarlara ve onların verileri bölmesini sağlayacak, olası bileşenleri her zamankinden daha hızlı ve etkili kullanmalarına olanak verecek enformasyon teknolojisine milyarlarca dolarlık yatırım yapmıştır. Ancak bu araştırma modeli aynı zamanda giderek daha az buluş yarattığı için daha çok insanın yaşamı dehaya bağlı hale geliyor.

Bu nedenle pek az aydınlanmış kişi, yeteneklerini çok farklı kullanarak değişik bakış açıları ve esinlendiricilerle dolu yerleri ziyaret ediyor. Novartis gibi şirketlerdeki dehalar her gün, elbette lider İK’cıların da düşüncesi ve desteği sayesinde, bugün dünyanın dört bir yanına yolculuk yapıyor ve Çin gibi ülkelerdeki antik devalar arasından olasılıkları ortaya çıkarmaya çalışıyor. Belki de bitkilerden, tedavilerden ve akapunkturdan öğrenebileceğimiz, en iyi laboratuvarlarda bile keşfedemeyeceğimiz dersler vardır. Ve belki diyet, meditasyon ve egzersiz ile ilgili eşit derecede önemli derslerde de pek çok başarının anahtarı saklıdır. Ve belki de, farklı yer ve farklı topraklardaki fikirlerin bileşiminden öğrenilebilecek çok daha zorlayıcı bir ders vardır. Bir ilaç, bir bitki, biraz yoga ve bir aerobik sınıfına düzenli olarak katılmak pek çoğumuzu hasta eden şeylerin asıl tedavisi olabilir. Belki de ”kimya sayesinde daha iyi bir yaşam” deyişi, gerçek yanıtı görmemizi engellemiştir. Belki de antik zeka ile modern teknolojinin doğru kombinasyonu, en doğru yaklaşımdır. Belki de araştırmamıza daha geniş bir merakla odaklanmamız gerekir.

Ve belki siz de bunu yapmalısınız. DaVinci uçmak konusunda insanlarla konuşmamıştı çünkü onların bununla ilgili hiçbir fikri yoktu (Ikarus’un cesur bir girişimde bulunduğunu saymazsak). DaVinci bunun yerine etrafta dolaşarak kuşları inceledi. Bunun olması yüzyıllar alabilirdi ama bunun nedeni dünyaya ve uçma büyüsüne farklı bakma eksikliği değildi.

Bu nedenle, merakın şirketinizi ya da organizasyonunuzu nereye götürebileceğini düşünerek işe başlayın. Çünkü bu merakın içinde, inovasyonu kucaklamak ve daha zorlayıcı değerler sunmak için gerekenlerin başı vardır. Ve eğer kendinizdeki şaşırtıcı potansiyeli ortaya çıkarmak, düşünmek ve yaratmak konusunda daha rahat olabilmek için biraz daha fazla yardıma ihtiyacınız varsa aşağıdaki altı nokta sayesinde hemen bugün becerinizi güçlendirebilir, meslektaşlarınız ve tüm organizasyonunuzdaki dehayı açığa çıkarabilirsiniz:

İlginizi çeken, yeni fikirlere odaklanan ve şirketinizle, organizasyonunuzla ya da işinizle hiçbir ilgisi olmayan ama ilginizi çeken en az üç dergi ya da gazeteye abone olarak bunları şevkle okuyun. Ardından kitaplarınızın ve kendinizi maruz bıraktığınız diğer bilgi ve esin kaynaklarının çeşitliliğini artırmaya başlayın. Hangi fikirlerin yeni ve umut vaat edici olduğunu görmek için düzenli olarak kitapevlerini ve kütüphaneleri ziyaret edin. Ardından, şirketinizdeki ya da organizasyonunuzdaki potansiyel dehalar için daha geniş materyal setlerini ulaşılır kılın ve önerin.

Taze fikirlerin ve yeni iş yapış şekillerinin kilidini açmak için çevrenizdeki dünyaya mini geziler düzenleyin. “Planlı” ve “plansız” aktivitelerinizden bir karışım yapın. “Planlı” aktiviteler için belli bir sorun ya da fırsat konusunda gerçek bakış açıları sunması olası spesifik yerlere gidin. “Plansız” dolaşmalarda ise gözleriniz tüm olasılıklara açık olsun. Gerçekten fark yaratacak gibi görünen ve umut vaat eden şeylere özellikle dikkat kesilin. Yoldaki işaret ve billboard’lara bakın, diğer kişilerin aralarındaki konuşmaları dinlemek için duraklayın. Ardından, organizasyonunuzdaki farklı grupların esinlendirici ararken düşüncelerine rehberlik edecek “saha gezileri” programı düzenleyin.

Liderlik ettiğiniz ya da davetli olduğunuz her toplantıda daha fazla soru sormaya başlayın. Kendinizi ve meslektaşlarınızı, iş yapış şekillerinizin daha iyi bir yöntemi olup olmadığını belirlemek amacıyla olumlu bir biçimde zorlamaya çalışın. Hatta kişilere, daha mükemmel, daha hızlı, daha dikkat çekici olmak için neler yapılabileceğini sormayı bile deneyebilirsiniz. Ya da en zorlayıcı performansı yaratmanın ne anlama geldiğini düşünmelerini isteyebilirsiniz. Ardından mülakat sürecinize ve yeni işe alınanların oryantasyonuna inovasyon, esinlenme ve zorlayıcı müşteri değeri sunma gibi konularda yeni ve zorlayıcı sorular ekleyin. Deha tohumlarını ortaya çıkarmak için organizasyondaki herkesi zorlayın.

İç müşterileriniz ve kilit ortaklarınızla olabildiğince çok vakit geçirerek onların dünyası ve karşı karşıya kaldıkları zorluklar hakkında öğrenebildiğiniz kadar çok şey öğrenin. Ardından onları, yeni fikirleri ve olasılıkları birlikte keşfetmek amacıyla keşif gezilerinize davet edin. Aranızda yeni ve daha zorlayıcı bir diyalog olmasını sağlayarak gelişen ihtiyaçları yorumlamak ve gelecekteki başarıları ile ilgili daha zorlayıcı bir resim hayal etmek için hem kendinizi hem de onu zorlayın.

Çalışmaları ve fikirleri sizi etkileyen yabancılarla konuşun. Böylece diğer kişilerin, hizmet etmeyi seçtikleri kişilere zorlayıcı değerler sunmak için merak ve tutkularını nasıl kullandıklarını öğrenebilirsiniz. Hayran olduğunuz organizasyonlardaki ve iş alanındaki kişilerle arkadaş olun. Düşüncelerimizi esneten ve fark yaratan değişik bir şeyler yapan sanatçılarla tanışın. Toplumda gerçekten fark yaratan organizasyonlara katılın, özellikle farklı alanlardaki kişileri bir araya getirenlere… Dünyayı nasıl gördükleri konusunda size mentor’luk yapacak çocukları eğitin. Ve olabilecek en iyi ve en farklı kişilerden oluşan network’ü kurmak konusunda kararlı olun. Farklı alanları ve bakış açıları olan kişilerle ilişkileri beslemek kendi düşünme şeklinizi taze ve anlamlı tutmanın en mükemmel yoludur. Ardından bu yabancılardan bazılarını şirket ya da organizasyonunuza davet ederek fikirlerini ve taze bakış açılarını tüm potansiyel dehalarınızla paylaşmasını sağlayın.

Mükemmel bir esin kaynağı oldukları için doğaya, tarihe, coğrafyaya ve diğer kültürlerdeki dehalara bakın. Kendinizi, diğer kişilerin ve yaratıkların neyi bu kadar açık bildiğini anlamaya adayın ve bunun kendi dünyanız ile müşterilerinizin dünyalarına nasıl uygulanabileceğini düşünün. Hatta organizasyonunuzda etkinlikler düzenleyerek kişileri çok geniş bakış açılarına maruz bırakabilirsiniz.

Bunlardan her birini yaparak kendinizdeki dehayı ortaya çıkarma becerinizi güçlendirebilir, organizasyonunuzdaki ve etrafınızdaki dehanın kilidini açmak için çok daha önemli bir rol oynayabilir ve hizmet verdiğiniz müşterilere daha büyük değerler sunabilirsiniz. Bir kişinin ya da organizasyonun sahip olabileceği en mükemmel beceri merak ve olasılıklar duygusudur. Bu yüzden, sizin ya da organizasyonunuzun meraklı ya da yaratıcı olmadığını söylemekten vazgeçin. Bunlar, sizin ve organizasyonunuzdaki tüm dehaların doğarken birlikte getirdiği armağanlardır. Bunları neden kullanmayasınız ki? Artık onların üzerindeki tozu kaldırmak ve mükemmel bir biçimde kullanmak için bir şansınız var! Bu, yeni İK buyruğudur; o yüzden günü yakalayın ve zorlayıcı bir farklılık yaratın.

*Bu inceleme yazısı SHRM tarafından yayınlanan HR Magazine dergisinin Mart 2010 sayısında yayınlanan İnsan Kaynakları Kıdemli Danışmanı Susan M. Heathfield tarafından kaleme alınan ‘Transaction between Star HR and Genious Workers’ başlıklı makalesinden alınmıştır.

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)