“Yaptığımız İş Meslek Değil; Bir Çalışma ve Yaşam Biçimi…”
Anadolu Ateşi ve Mustafa Erdoğan… Bugüne kadar birbiriyle özdeşleşen bu iki isimle ilgili pek çok yazı yazıldı, söyleşi yapıldı. Kimisi “Büyük hedeflerin, insanları büyük başarılara götürdüğünü bu gösteri bir kez daha gösterdi” dedi, kimisi “İyi proje, maddi destekle buluşur, yetenek ve sabır, disiplinli çalışmayla birleşirse başarının garanti olduğunun kanıtı…” diye yazdı.
Peki projeye imzasını atan isim olan Mustafa Erdoğan, yakaladıkları bu başarıyı neye bağlıyordu? Nasıl olmuştu da, Türkiye’de sadece 3 – 4 gösteri için sahne alıp daha sonra yurtdışında sahnelenmesi planlanan gösterinin biletleri, aylar öncesinden tükenmişti? Ve en önemlisi “direksiyondaki isim” olarak 90 kişilik bir ekibin haftanın yedi günü, bitiş saati belli olmayan bir çalışma içine girmesini nasıl sağlamış; böylesi bir uyum, motivasyon ve performans yakalayabilmişti? “Dawool” isimli Türkiye’nin ilk ritm tiyatrosunun çalışmaları nedeniyle, “Şimdilerde filmi yeniden başa sardık, bugün de aynı süreci yaşıyoruz” diyen Erdoğan ile performans, disiplin ve başarı üzerine konuştuk.
“Bizim için mesai bitimi yoktur”
Mustafa Erdoğan sözlerine, “Bize özgü, orijinal bir model geliştirdiğimizi düşünüyoruz. Biz; yaptığımız işi bir meslek değil çalışma ve yaşam biçimi gibi görüyoruz” diyerek başlıyor. Nitekim kendisi de söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz gün (izin günü olmasına karşın), izleyici ile buluşturmaya hazırlandıkları Türkiye’nin ilk ritm tiyatrosunda kullanılmak üzere ne tür ritmler yakalayabileceğini görmek için elinde bir basketbol topu ile gelmiş çalışma stüdyosuna… “Dansçılarımız da şu anda sokaklarda geziyor; ayakkacıların, işkembecilerin çıkardığı ritmleri bulmaya çalışıyor” diyor, “Böylece onların ses kullanma biçimlerini öğrenecek ve sahnede kullanacaklar. Bizim için dinlenmek yok anlayacağınız…”
Erdoğan ve şu anda yaklaşık 130 kişiden oluşan ekibi, tatilde olsalar bile günde mutlaka 2 saat egzersiz yapıyor. Elbette gösteri dönemlerinde çalışmalar 12 saate kadar uzayabiliyor. Hatta, eski adı “Sultans of the Dance” olan “Anadolu Ateşi” projesi sahnelenmeye başlamadan önce, ilk dönemlerde haftanın 7 günü çalıştıklarını, izin yapmaya başladıklarında ise prova bitiş saatlerinin belirsiz olduğunu, hocalar “Bugünkü performans tamamdır” diyene kadar çalıştıklarını belirtiyor Erdoğan… Peki ekip, böylesi bir tempo için nasıl motive edilebiliyor? Sözü yeniden kendisine bırakıyoruz: “Hedef koymanın bu noktada çok önemli olduğuna inanıyorum. Biz bundan üç yıl önce yola çıktığımızda önümüzde Türkiye’den herhangi bir model yoktu. Ama en yukarıyı hedeflemiş ve ‘Biz Türkiye’den çıkacak ve bir dünya markası olacak, dünyanın en iyi sanat topluluklarından biri haline geleceğiz’ dedik. İlanımızı gören ve Beşiktaş Kültür Merkezi’nin salonunda toplanan dansçı adaylarımıza da bu hedefe o gün start verdiğimizi anlattık. Onlara o gün şunu söyledik: ‘Bundan böyle mesai, çalışma saati, özel hayat gibi şeyleri unutmak zorundayız. Çünkü gerçekten önemli bir davaya adım atıyoruz, üstlendiğimiz risk çok yüksek. Bunu başarmak için omuz omuza çalışacağız.’ Bunları dinleyerek hedeflerimizi anlayabilen ve farklı hırslarını bir yana bırakan 90 arkadaşımız ile yola çıktık.”
En büyük motivasyon paylaşım
Bugün de “Sultans of the Dance”ın ilk günleri gibi yeni bir projenin heyecanı içinde olduklarını söyleyen Erdoğan, motivasyon ve performans için yine hedef koyup paylaşımdan yararlandıklarını belirtiyor: “Ekibe projeyi anlatıyor, inandırıyor, onlara enerji veriyoruz. Ama en önemlisi, hedefin pratikte nasıl bir şey olacağını görmeleri için paylaşım sağlıyoruz. Stüdyoya iniyor, perdedeki görüntüyü, ışığı ve dekoru düşünmelerini sağlıyoruz. Bunun dışında artık profesyonel bir ekip oldukları için kendilerinden istenenin ne kadar zor bir şey olduğunu da biliyor ve çalışmaya devam ediyorlar.”
Erdoğan bu arada ekibini her an gözlemliyor, yüksek performans gösterenleri ödüllendiriyor: “Örneğin az önce, hem kısa sürede koreografi öğrenen, hem de duruşlarını, bale hareketlerini ilerleten iki dansçı arkadaşımız aşağıda çalışıyordu. Performanslarını çok iyi bulduğum için onları yanıma çağırarak ana ekibe katılmak üzere Antalya’ya gönderdim. Aynı şekilde, performansının düştüğünü hissettiklerimizi de gözlemliyor ve gerekirse ana ekipten alıyoruz.”
Mustafa Erdoğan, böylesi önemli projelerde yedeklemenin de çok önemli olduğuna değinmeden edemiyor: “Burada bugüne kadar 300’ün üzerinde dansçı yetiştirdik. Onların da, bizlerin olduğu gibi hedefleri vardı. Kimisine bir süre sonra dünyayı dolaşmak yetti, kimisinin farklı hırsları vardı, kimisi de bu disipline uyamadı. Aslında eleman tutma konusunda ben de 2 – 3 yılda bir kadronun değişmesinden yanayım. Ama kurduğum sistemle barışık yönlerim vardır. Biz sürekli hizmet veriyor, sürekli dansçı yetiştiriyoruz. Ve bu sistem, bu döngü, içinde kim olursa olsun işliyor. 3 gün önce çalışmaya başlayan dansçılarımız belli bir süre sonra ve performansları doğrultusunda ana kadroya alınıyor.”
“Mutfağı” bilmenin önemi
Peki Erdoğan, geriye dönüp baktığında yakaladıkları başarıda hangi unsurların ön plana çıktığını düşünüyor? “İşin sanatsal yönünü bir yana bırakırsak, bu Türkiyelilerin yaptığı en organize iş..” diyor Erdoğan gülerek: “Çünkü biz Türkiyeliler 100 kişi yanyana dizilip aynı işi aynı anda yapamayız. Bu nedenle bizim yakaladığımız o senkron ve disiplin çok etkileyici oldu. Ayrıca halk danslarının bir sanat olduğunu kanıtladığımız, ona itibar kazandığımız için de ilgi gördüğüne inanıyor ve bundan mutluluk duyuyoruz. Tabii bir de bizim için çok önemlidir; bir işi kendimizin beğenmesi için Batılılar’ın da bizi alkışlaması gerekir. Batılılar da gösteriyi beğenince başarı kendiliğinden geldi. Bir de elbette bizim çıkışımızın yarattığı bir Milli Takım havası var. Türkiye’nin temsili, tanıtımı gibi çok onurlu bir misyonu üstlendiğimiz için gösteri çok benimsendi."
Ancak başarıda, Mustafa Erdoğan’ın Halk Dansları kökenli olmasının da etkisi büyük olsa gerek. Zaten kendisi de, “Siz Halk Danslarını bilmeyen ama bu işi sadece finanse eden bir isim olsaydınız, yine de başarılı olur muydunuz?” sorusunu sorduğumuzda; “Sadece iş adamı olup da benim yaptığım işi taklit etmeye çalışanlar oldu. Sonlarını gördünüz!” yanıtını veriyor: “Biz Halk Dansları ile ilkokul koridorlarında, beton zeminlerde oynayarak tanıştık. Halk Dansları kökenli olmamızın başarıda önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu işin etik yönüne, bu işe duyduğumuz tutkuya ve coşkulu yaklaşıma Halk Dansları kökenimizin neden olduğuna inanıyorum. Çünkü ritm saymayı, ölçüyü, müziğin temel şifrelerini bu dönemlerde öğrendim. Gerisi de bizim kendimizi eğitmemize kaldı. Zaten bütün dansçılarımızın background’unda da Halk Dansları var. Başarının da bunda önemli bir etkisi var.”
Hedefi Troya’yı sahnelemek
Mezzo TV izleyerek, her gittiği ülkeden kasetler toplayarak, okuyarak ve düşünerek kendini beslediğini söyleyen Erdoğan, başta da belirttiğimiz gibi şimdilerde Türkiye’nin ilk ritm tiyatrosu olan “Dawool” üzerinde çalışıyor. Dawool, hayatın içindeki tüm aksesuarları ritm aleti gibi algılayarak kurgulanan, ülkemizde ve batıda kullanılan tüm vurmalı çalgıları kullanarak anlatılan ve 35 kişilik kadroyla sergilenen bir İstanbul hikayesi… İlk 15 temsilin Efes Pilsen sponsorluğunda gerçekleştirileceği iki perdelik bu gösteride Mısırlı Ahmet’in de aralarında bulunduğu Türkiye’nin en iyi ritm ustaları performans sergiliyor. Gösteride kullanılan darbukalar Mısır’dan, diğer çalgılar Hollanda’dan geliyor.
Erdoğan’ın hayata geçirmek istediği bir diğer proje de; Troya’yı sahneye koymak… Gösterinin bir saatlik koreografisinin hemen hemen hazır olduğunu söyleyen Erdoğan, 100 Türkiyeli 20 Yunanlı dansçı ile bir dünya projesi yaratmak istiyor. Ancak tüm bunlardan daha öncelikli bir başka hedefi var: Bir akademi kurmak… “Yaptığımız işi daha bilimsel, daha kalıcı hale getirmek için bir akademi kuruyorum. Yani şu anda fiili olarak yürüttüğüm işi daha kurumsal ve daha bilimsel yapacağım. Bunun için eylül ayından itibaren de harekete geçmeyi planlıyorum. Çünkü bana göre kalıcı olmanın yolu okullaşmaktan geçiyor.”
HALK DANSLARINI BETON ZEMİNLERDE ÖĞRENDİ,
DÜNYAYA TANITTI
• 1965 yılında Hakkari’de doğdu. Kendi ifadesine göre “Halk Dansları’nı ilkokul koridorlarında, beton zeminlerde oynayarak öğrendi. Ritm saymayı, ölçüyü, müziğin temel şifrelerini de…”
• Hacettepe Üniversitesi’nde Felsefe, Gazi Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi eğitimi görmesine rağmen Halk Dansları ile olan bağını koparmadı. Çalıştığı topluluklarla yurtiçinde ve yurtdışında yapılan festival ve yarışmalarda bir çok ödül aldı.
• 1983 – 1984 Hacettepe Üniversitesi – Müzikoloji Bölümü’nde okudu.
• 1985 yılında Gazi Üniversitesi Halk Dansları Topluluğu’nu kurdu. Edirne, Kırklareli, Artvin, Ağrı, Van, Bitlis, Hakkari, Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır, Muğla, Aydın yöre dansları üzerine gruplar hazırladı, yarışmalara katıldı.
• 1997 Bilkent Üniversitesi’ndeki çalışması “Sultans of the Dance”ın ilk adımları oldu.
• 1997 – 2000 yıllarında Anadolu Halk Dansları adımları üzerine derleme ve koreolojik çalışmalar yaptı. Konuyla ilgili araştırmaları çeşitli yayın organlarında yayınlandı.
• Gül Düşündürü Tiyatrosu ve Beşiktaş Kültür Merkezi bünyesinde tiyatroda koreografi çalışmalarını sürdürdü.
• Yaşamın gerçeklerini biraz da gazeteci olarak sorguladı; çeşitli gazete ve dergilerde temsilci, muhabir, serbest gezi yazıları yazarlığı görevlerini yürüttü.
• “Kalıcı olmanın yolu okullaşmaktır” diyen Erdoğan’ın şimdilerde en büyük ideali; işini daha bilimsel bir platforma oturtabilmek için adımlarını attığı akademiyi açabilmek…