Hayatın İçinden


Fotoğrafa nasıl başladınız ?

Gemi inşaada işçi olarak çalışıyordum. Klasik işçiliğin dışında tiyatroya, sinemaya gider, resim sergilerini gezerdim. Fotoğrafa merakım askerden geldikten sonra 21- 22 yaşlarında başladı. Bir gün, Yapı Kredi Kazım Taşkent Sergi Salonu’nda New York’ta eğitim görmüş bir öğrencinin fotoğraf sergisini gördüm ve çok etkilendim. “Ben de yapabilir miyim?” diye düşünürken, kendimi Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde buldum. Ardından 1988’de İFSAK ve sonra da Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde öğrencilik başladı. Dernekte öğretilen üstünkörü bilgileri akademik ortamda daha derinlemesine görmeye başlayınca bu işin tadına vardım.

Biz sizi belgesel fotoğrafçı olarak tanıyoruz. Biraz bundan bahseder misiniz?

Bir insan yola “Ben belgesel fotoğrafçı olacağım” diye çıkmıyor. Bu, kişinin geçmişiyle ilgili bir durum. Nerede büyüdüğü, hangi şartlarda yaşadığı ve ne tür kitaplar okuduğu bir yerde fotoğrafını etkileyen faktörler. Belki de bu yüzden ben kendi yaşamımdan da yola çıkarak zor şartlar altında yaşayan ve çalışan insanları çekiyorum. Belki çektiğim tüm fotoğraflarda benim geçmişim var.

Konulu çalışmanın belgesel fotoğrafçılar için ne gibi bir faydası var ?

Çoğunlukla son dört-beş yıldır konulu çalışıyorum. “Siyah Beyaz Yaşamlar”, “Sepetçiler”, “Zanaatkarlar” gibi sürekli çalıştığım konu başlıklarında uzmanlaşmaya çalışıyorum. Bu tempoda çalışmak insanı dağınıklıktan kurtarıyor. Günlük olarak görüntü avcılığına çıkıp bir iki kareyle geri dönmektense, evden o gün çıkarken “Ben bunu çekeceğim” demek insanı fotoğraf anlamında daha disipline eden bir duygu.

Uluslararası birçok yarışmada ödüller aldınız. Uluslararası arenada Türk fotoğrafını nasıl değerlendiriyorsunuz ?

Bir fotoğraf yarışmasında ödül almak demek o fotoğrafın en iyisi olduğu anlamına gelmez. Çünkü en iyisi olmak göreceli bir kavram. Öncelikle bunun altını çizmek istiyorum. Birçok insanın çok güzel fotoğrafları var. Ancak kimileri haberi olmadığı ya da kendince gerekçesi olduğu için yarışmalara katılmıyor olabilir. Ödül kazanan fotoğraflar, katılanlar içinde en iyisi olduğu için yarışmalarda ödül alıyorlar. Uluslararası fotoğraf platformunda iyi bir yerdeyiz. Sebebi şu: Danimarka ya da Almanya gibi refah ülkelerde belgesel fotoğraf çekmeye çalışmak; sokakları fotoğraflamaktan öteye gitmez. Aynı konsepti İstanbul’da çalıştığınızda Fener, Balat, Eyüp gibi sizin için her şeyiyle hazır bir çekim platosu bulabiliyorsunuz. Gelişmekte olan veya üçüncü dünya ülkelerinde de durum aynıdır. Pakistan, Afganistan, Irak ve İran gibi ülkelerin fotoğrafları da en az bizim fotoğraflarımız kadar iyi. Türk fotoğrafçıları FİAP ve PSA patronajlı bir çok yarışmada madalyalarla geri dönüyor. Ödül alan fotoğraflara baktığımızda bunların özellikle belgesel tarzda fotoğraflar olduğunu görüyoruz.

Siz nasıl bir kariyer hedefliyordunuz ve buna ulaşmak için nasıl bir yol izlediniz?

Bu bir İnsan Kaynakları ve Yönetim Dergisi olduğu için, önemli bir soru. Siz Türkiye’de “Net olarak şunu olmak istiyorum” diyemiyorsunuz. Çünkü Türkiye’de ufkunuzu göremiyorsunuz. Bırakın bir genç insanı, bir iş adamı bile beş yıl sonrasını planlayamıyor. Ülkede çok hızlı bir gelişme var ve olayların nereye gideceğini göremiyorsunuz. Ama şu belliydi: Klasik bir işçi olmayacaktım, yani Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nü bitirecektim, kendi işimi yapacaktım ama haftasonları kendime ait projelerim olacaktı. Fazla bilgi insanı fazla durdurmuyor. Bilgiye sahip olunca o bilgi doğal olarak sizi daha ileriye gitmek için zorluyor. Mecburen fotoğrafın hakkını vermek için işimden istifa ettim ve eğitimime devam ettim. Kariyer dediğim şey insanın istediği şey değil, istemiş olduğu şeye yakın olanlar. Bugün geldiğim nokta benim beklediğim nokta değildi. Küçük hedefler sizi büyük hedeflere götürüyor. İlk başta hedef koyup “Ben profösör olacağım” derseniz bu insanı zorlar, çevremizdekileri de zorlar. Onun için küçük hedefler koyup büyük olana ulaşmak en ideali. Küçük hedefler kendinize olan güveninizi sağlarken, diğer taraftan istediğiniz hedefe daha rahat ulaşmanızı sağlar.

Mimari fotoğraf konusunda master yaptınız. Bu alanda projeleriniz var mı ?

Mimari fotoğraf benim Marmara Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nde verdiğim derslerden birisi. Hem kendimi geliştirmek, hem de mimari fotoğraf dersi verdiğim öğrencilerle paylaşmak için kısıtlı maaşımla bir Teknik Kamera aldım. Kasım ayında Ankara ve İstanbul’ da teknik kamera ve orta formatla çektiğim fotoğraflardan oluşan “Mimariler” isimli bir sergi açılacak. Konuyla ilgili katalog da hazırlık aşamasında. Aynı zamanda Kasım ya da Aralık ayında da “Mimari Fotoğraf” adlı tezimin geliştirilmiş hali olan kitap, Say Yayınları tarafından basılacak.

Mimari fotoğraf alanında tez hazırlarken karşılaştığınız zorluklar nelerdir?

Türkiye’de bu konuda kaynak da, derlenmiş ders notu da yoktu. Mimari fotoğraf konusunda yazılmış bir makale bile yoktu. İnternete girip araştırma yaptığımda 120 kaynak kitaptan sadece dört tanesinden yararlanabildim. Bunlar Micheal Harris, John Vetri, Prof. Leslie Strobel ve SINAR’ın kitaplarıydı. Amacım bu tezin raflarda kalmayıp bir ders kitabı haline gelmesiydi. Benden sonra bu konuda araştırma yapacak insanlar, benim çalışmamdan da faydalanıp bu konuyu bir adım daha ileri götürecekler ve bu iş böyle devam edecek. 

Fotoğraf ve uzmanlaşma konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ben uzmanlaşmaktan yanayım. Benim akademisyen olarak olarak iki tane uzmanlık alanım var. Birincisi “Haber Fotoğrafçılığı”, ikincisi “Mimari Fotoğraf”… Özellikle geçmişte hocalar doğal olarak her şeyi bilmek zorundaydı. Şimdi teknoloji o kadar gelişti ki herşeyi bilmeniz mümkün değil. O zaman kendi kendinize soruyorsunuz; “Herşeyi bilmek mi? Belli konularda uzmanlaşmak mı?” Ben Mimari fotoğrafı özellikle seçtim, çünkü bu alanda büyük bir boşluk vardı. Haber fotoğrafı konusunda ise Türkiye’de uzman üç dört kişiyiz. Danışman hocam Prof. Dr. Suat Gezgin, Gazi Üniversitesi Öğ. Gör. Ali Bayramoğlu, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yard. Doç. Dr. Şebnem Soygüder… Uzmanlaşmaya çalışan çok az insanız ve bunların çoğalması gerekiyor.

Türkiye’de belgesel projelere sponsor bulma konusundaki görüşlerinizi de alabilir miyiz?

Türkiye’de belgesel projelere sponsorluk bulmak çok zor. Belki bundan yirmi yıl sonra birbirimizden bağımsız olarak çektiğimiz belgesel projeler çok para edecek ama benim şu anda sponsora ihtiyacım var. Çünkü bir insanın en verimli olduğu dönem 30 - 45 yaş arası; ondan sonra çalışma temponuzda bir düşme başlıyor.

Fotoğrafı bir yaşam tarzı olarak kabul edersek, tek kelimeyle sizin için ne ifade ediyor?

“Gerçeğin ta kendisi” demek isterim ama gerçeğin ta kendisi değil artık. Birbirimizin fotoğraflarından şüphe duyar olduk. Yapılan her işin altında bir fotoğraf işleme programı meziyeti aranıyor. Derginize verdiğim fotoğraflar için bile çevremdeki insanlar “Photoshop müdahalesi var mı?” diye soru soruyorlar. Daha öncelerde sorulan soru ise “Hocam çektiğiniz fotoğrafta filtre var mı?“ sorusuydu. Kendimize güvenmediğimiz için yapılan işlerin altında dijital ya da mekanik bir sebep arıyoruz.

Son olarak gelecekteki projelerinizden bahseder misiniz?

Uzun soluklu çalıştığım belgesel fotoğraf projelerinin ileriki aşaması bunların kısa metrajlı, hatta öykü olarak yeterse, uzun metrajlı film haline gelmesi. Pelin Erdoğan arkadaşımla birlikte 100 fotoğraftan oluşan “Siyah - Beyaz Yaşamlar” isimli bir kitap projemiz var. Bu projede benim çektiğim fotoğraflara Pelin arkadaşım öyküler yazarak, fotoğrafı çekilmiş insanları hayata geçirmeye çalışıyor. Umarım birileri ya da ilgili kuruluşlar bu ve bu tip projelerin hayata geçirilmesinde sponsorluk yaparak öncülük ederler.

M. Gökben Şıkrak
gokbenss@superonline.com

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)