“İş dünyasında eğer birileri birilerini yönetmeye kalkıyorsa, orada yanlış giden bir şeyler vardır”


Mizah dünyasında hayvanlar âlemiyle fazlasıyla meşgul olan isimlerden Selçuk Erdem, küçük yaşta bir oyun olarak başladığı çizerliği, şimdi bir meslek haline dönüştürmüş başarılı ve tabii ki komik bir karikatürist… Erdem aynı zamanda üç yıldır başarıyla çalışmalarını sürdüren haftalık mizah dergisi Penguen’in kurucu ortağı ve editörü…

Ancak Erdem’in sadece komik konularla ilgilenip, hayatını bu konulara adadığını sananlar yanılıyor. O, karikatürlerini besleyen her türlü kitaba, bilgiye açık. Erdem; Seth Godin’in “Mor İnek”inden, kuantum fiziğine kadar çok geniş alanla ilgileniyor. İnanmayabilirsiniz ama iş dünyası ile de yakından ilgileniyor. Erdem’in iş dünyasına ilişkin eleştirel tespitleri, önerileri var. Biz de kendisinden iş dünyasını karikatürize etmesini istedik ama “Böyle olmaz, uzun uzun düşünmek gerekir” diyerek teklifimizi reddetti.

Yılmadık ve Erdem’le hem iş yaşamı hem de bir meslek olarak karikatüristlik üzerine söyleştik. Erdem ile, ‘meslek onuru’ kavramından, ‘İsyan Kaynakları’ yorumuna kadar biraz ciddi, biraz komik bir sohbet gerçekleştirdik.

Karikatürist olmaya nasıl karar verdiniz?

Ben küçük yaşlarda çizmeye başladım. İlkokul öncesindeyken bile, Asterikslere bakıp çizerdim. Tabii bir de Gırgır vardı hayatımızda… Ancak asıl olarak lisede çizmeye başladım. Çizimlerim Limon dergisinde altı ay kadar amatör sayfada yer aldı. Daha sonra iç sayfalara geçtim. Bir süre sonra da bir köşem oldu. Bizim dünyamızda da bu şekilde yükseliyorsunuz işte… Ondan sonra da geriye okuyucu ile ilişki kurup, kurmamanız kalıyor ve ben de çok güzel bir ilişki kurdum okuyucuyla…

Bir üniversite bitirmediniz mi?

Üniversite denilince, bir öğrencinin aklında olan şey diploma almak ve meslek sahibi olmaktır. Ama mesleğinizi çok küçük yaşlarda elde ettiyseniz okulun çok da bir anlamı kalmıyor. Üniversitelerin meslek öğrettiğini ya da öğrenciyi iş hayatına hazırladığına inanmıyorum. İnsanlar hayallerle üniversiteye giriyor ve iş dünyasını reklâmlardaki, dizilerdeki gibi zannediyorlar. Böyle olmadığını görünce de, büyük hayal kırıklıkları yaşıyor ve sevdikleri işi yapmıyorlar.

Ama siz sevdiğiniz işi yapıyorsunuz

Evet ben sevdiğim, tutkum olan işi yapıyorum. Çocuk oyunumu, şu anda meslek olarak yapıyorum. Bu çok az insana nasip oluyor. Elbette her işte olduğu gibi zorluklar var. Yine de en azından gün bittiğinde masanızdan tatmin olarak kalkıyorsunuz.

Peki neden çiziyorsunuz?

Çizimlerimde hayvanlardan, tarihten yola çıkıyorum ama tabii ki aslında onlardan bahsetmiyorum. Senden, benden, insanlardan söz ediyorum. O yüzden çizim benim için bir beyin jimnastiği, hayatla alıp veremediğimi tartmak, hayattaki kendimce gördüğüm mantık boşluklarıyla biraz dalga geçmek, biraz hayatı kendim için yumuşatmak ve okuyucularım için belki normalde katlanılmaz olan bazı aptallıkları biraz daha katlanılır hale getirmek…

Ama aslında biz bu işi neden yaptığımızı çok da fazla biliyoruz diyemem. Çünkü çok küçük yaşlarda bu işe başlıyoruz ve bu bence bir ipucu... ‘Bu işten para kazanılır mı, geleceğim ne olacak?’ gibi düşünceler olmadan hareket ediyoruz. Çok sezgisel bir iş bu… Belki hayata karşı kendimizi ifade etmekte zorlanıyoruz, karikatürü de bir ifade yolu olarak görüyoruz. O nedenle ‘Karikatürist olmasaydım, ne olurdum?’ gibi bir soruyu pek de hayal edemiyorum.

Karikatüristler nasıl insanlardır? Bu mesleğe adım atmak isteyenlere, yetkinlikler açısından belki bir ipucu olur?

Genelleme yapmak tabii ki sakıncalı ama birazcık utangaç ve içine kapanık insanlar oldukları söylenebilir. Ben de konuşmakta, kendimi anlatmakta zorlanırım; ki aralarında bunu en iyi yapabilen benim belki de…

Karikatüristler ayrıca dışında dağınık insanlardır. Onları belli bir disipline sokamazsınız. Zaten hep bir dergiyi geciktirme sorunumuz vardır. Eskiden de geciktirirdim, şimdi editörlük pozisyonundayım; yine geciktiriyorum. Çizimleri geciktiren arkadaşlara bazen kızıyorum ama kendim de yaptığım için onları anlayabiliyorum.

BİR KARİKATÜRİSTİN ÇALIŞMA GÜNDEMİ

• Bir yönüyle tek başınıza yaptığınız bir iş, diğer yanıyla da ekip işi... Biz sadece mizahçı ya da karikatürist değil, aynı zamanda dergiciyiz.

• Çalışmamızın büyük bir bölümünü yalnızlık oluşturuyor: Odama kapanıyorum, önüme defterimi açıyorum, düşünmeye başlıyorum.

• Bazen oturup espri bulmak için çok uğraşırsınız. Ben duvara bakarak hayat hakkında düşünürüm. Herhangi bir şey olabilir, kafamda onları evirip çeviririm. Sonra espri düşünmeye geçtiğim zaman, daha önce düşündüklerim bir şekilde ben fark etmeden esprinin içine girer.

• Yine de biz bir ekibiz. Dergide herkesin köşesi var ama bir de birlikte hazırladığımız toplu alanlarımız var. Kapak, gündem sayfası, “Al Gülüm Ver Gülüm” sayfası gibi…

• Türkiye’nin en zeki insanlarıyla sabahlama gecelerinde ettiğimiz muhabbetler işlerimizi biraz geciktirir ama çok güzedir, eğlencelidir ve bu muhabbetler işimizin bir parçasıdır. Dergi bizim okulumuzdur. Burada herkes birbirine yardım eder. Ben hâlâ bir şeyi çizemeyip sorarım, “Bu nasıl çizilir?” diye… Bazen birimiz bir hafta çizemeyiz. Birisinin yedeği vardır, yerine onu koyarız. Bir tür sosyal kulüp gibiyiz… Zaten okuyucu da bu birlikteliği görmek istiyor. Eğer çizerler zaman içerisinde birbirlerinden koparlarsa, okuyucu bunu bir şekilde hissetmeye başlıyor.

Sizce işleri zamanında yetiştirememenizin sebebi ne?

Biz çok fazla zamanlamalarla, ‘deadline’larla uğraşabilecek insanlar değiliz. Çünkü yaptığımız işi, çok iyi yapmak istiyoruz. Tabii bu, iş dünyası ile uyuşmuyor. İş dünyasında ‘deadline’ denilen salgında önemli olan, işin zamanında yapılmış olmasıdır. Bence bu pek mantıklı değil. Bu ‘deadline’ mantığıyla pek çok iş yanlış yapılıyor ve sonra da düzeltilmeye çalışılıyor.

Çizerler biraz takıntılı insanlardır ve yaptıkları işi olabildiğince iyi yapmaya çalışırlar. Bu da zaman konusunda bizim problem yaşamamıza neden oluyor. Çarşamba günü dergimiz çıkıyor, “işi zamanında bitirelim” diyoruz ama yine de olmuyor. Ama ben bundan memnunum çünkü bunun daha doğru olduğuna inanıyorum. İşi doğru yapmak bence daha önemli...

Editörlük pozisyonundasınız. Siz kendinizi bir yönetici olarak görüyor musunuz?

Bu konuda çok kötüyüm ben… Kendimi zor organize ederim. Ama zaten bir dergide ve özellikle bir mizah dergisinde yönetici olarak yapabileceğiniz çok fazla bir şey yok. Şu anlamda yok: Ben köşeme birisinin karışmasını istemem. O yüzden de editör olarak da kimsenin köşesine çok karışmam. Tabii belli bir yerden sonra… Bir çizer önce bir amatördür. Sonra biraz kendini geliştirir. Derginin iç sayfalarında yer almaya başlar. Ondan sonra kendisine köşe verilince belki bir süre bakılır, belki bakılmaz ama ondan sonra da işine karışılmaz.

O yüzden çok fazla editörlük yapacak bir durumum yok. Sadece ortak yapılan sayfalarda biraz yönlendirme yapmak söz konusu olabiliyor. Bazen de kendinizi ve arkadaşlarınızı itelemek durumunda kalıyorsunuz, o kadar…

Zaten yöneticilik denen şey bence çok gereksiz bir pozisyon. İş dünyasında eğer birileri birilerini yönetmeye kalkıyorsa, orada yanlış giden bir şeyler vardır. Doğru insanlarla birlikte çalışıyorsanız, eğlenceli bir iş yaparsınız ve geriye yönetilecek pek bir şey de kalmaz.

“Doğru insanlarla çalışıldığı sürece yöneticiliğe gerek kalmaz” mı diyorsunuz?

Kalmaz tabii… Herkes işini yaptıktan sonra, sadece çok ciddi kararlar söz konusu olduğunda birilerinin karar vermesi gerekebilir. Ama onun dışında, eğer her kararı siz veriyorsanız çalışanlarınızı işten atın ve bütün işleri siz yapın. Ya da birini işe alıyorsanız, bırakın işini o yapsın.

İş dünyası sizin pencerenizden bakılınca nasıl gözüküyor? Neler gözlemliyorsunuz?

İş dünyasının içinde çok fazla yer almayan, dışardan bir göz olarak şunu söyleyebilirim: Bir kere, ortada çok büyük bir balon var. Bu balon reklâmlarda da kendini gösteriyor. Buna profesyonellik deniyor, güzel giyinmekle bir tutuluyor. Amerikan dizilerinde sanki bütün yapılan projeler, işler heyecanlıdır gibi gösterilir. Bu dizilerde büyük başarılar vardır. Başarısızlıklar önemli dersler verir. Etrafınız yakışıklı erkeklerle, güzel bayanlarla doludur.

Tabii böyle olunca iş dünyasını herkes böyle zannediyor. Ama sizin orada yaptığınız aslında excel tablosu yapmak gibi bir şey… Az da olsa heyecanlı projelerde bulunanlar vardır ama öyle çok büyük profesyonellikler yok ortada…

Onun dışında zamanlama konusu ciddi bir sorun ve çok çalışmanın da verimsiz bir şey olduğunu düşünüyorum. İnsanlar gece geç saatlere kadar çalışıyor ama ortaya öyle büyük şeyler de çıkmıyor. Oysa çalışanlara daha fazla özgürlük verilse, bence çok daha verimli sonuçlar elde edilebilir. “Şu saatte geleceksin, şu saatte gideceksin” demek yerine, “bu iş bitecek ama bunu istediğin zaman yap” demek, tabii her iş için uygun olmasa da, daha doğru gibi geliyor bana…

Bir de insanlar, zamanlarının çok büyük bir kısmını çok önemsiz işlere harcıyor. Çok önemli, hayati meselelere de çok az zaman veriyorlar. Nedir bu çok önemli olan iş? Bence, düşünmek… Oysa düşünmek yerine koşuşturmayı tercih ediyorlar. Bir de toplantı salgını var. İnsanlar sürekli toplantı yapıyor. Toplantıdan toplantıya ellerinde kahveler, koşuşturuyorlar. Tabii ki bir şeyleri tartışmak gerekli ama korkarım ki muhabbet etmek için bulunmuş bir yöntem bu… Bu da oradaki verimsizliğin işareti…

Peki siz nasıl çalışıyorsunuz? İş dünyasına yararlı olabileceğini düşündüğünüz öneriler var mı?

Çok başarılı, mütevazı olmazsak bu dünya için dahi çizerlerle çalışıyoruz. Ama bizim de yaptığımız; oturup yoğunlaşıp, işimizi bir güzel bitirmek, o kadar… Bizce büyütmeye gerek yok. İşiniz ne ise; pazarlamacıysanız ya da uçak üretiyorsanız, oturun işinizi yapın, sonra da kalkın masanızdan… Koşturacak bir durum yok. Bunları şu nedenle söylüyorum: İş dünyasındaki birçok insanın hasta olduğunu görüyorum. Sinir hastalıkları, ülser, baş ağrıları… Bunlara gerek var mı? Dünyayı patlatacak bir bomba var ve sadece bir dakika varmış gibi insanlar koşturuyor. Oysa böyle değil. İnsanlara biraz daha rahat olmalarını öneriyorum.

Bir de bence şunun hesabı yapılmalı: Gece geç saatlere kadar çalışıyorsanız ve bunun amacı para kazanmaksa, o parayı ne zaman harcayabileceğinizi düşünmelisiniz? Geçmişte karikatürden kazanamayacağım bir parayı, çok sevmediğim halde televizyon için bazı işler yaparak kazanıyordum. Bir hesap yaptım ve bu para için, sevmediğim bir işe zaman harcayacağıma ve sağlığımı kaybedeceğime; “o parayı kazanmışım gibi kabul ediyorum ve bu boş zamanımı kendime satın alıyorum” dedim. İnsanların kendilerine, ailelerine ve sevdiklerine zaman ayırmak konusunda daha ciddi hesaplar yapmaları gerekiyor.

Sanki iş dünyasına biraz kızgınsınız…

Evet galiba! Kızdığım başka bir konu da trendler... Trend sözcüğünün kendisi de zaten bir trend... Mesela ‘marka olmak’ diye bir laf çıkıyor. Sonra herkes bu lafın peşinden koşturuyor. Sonra yeni bir laf çıkıyor bir süre onun peşinden koşturuyoruz. Oysa ‘marka olmak’ diye bir söz çıkmadan önce, marka olanlar vardı. Binlerce yıl önce de birileri işlerini iyi yapıyorlardı. Yine söylüyorum; böylesi ‘trend’ tanımların peşinden koşmaktansa, oturun işinizi iyi yapın. İşinizi iyi yaptığınız zaman bir şekilde karşılığını alırsınız. İşinizi iyi yaptığınızda zaten marka olursunuz.

İş dünyasında yapılan başka yanlışlar neler sizce?

İş dünyasında bu zaman odaklı çalışma eğiliminin iyi iş yapanları elediğini düşünüyorum. Oysa iyi iş, sizin onurunuzdur. Eğer mesleki gururunuz yoksa, masa yaparken de çok kötü yaparsınız, garsonsanız da çok kötü çalışırsınız. Mesleki gururunuz varsa işinizi çok iyi yapmak istersiniz. Hız, zaman birer başarı ölçütü olarak önünüze konulursa işte o zaman yanlış yöneticiler, yanlış seçimler yapabilirler ve aslında hiç çalışmayan bir insanı çalışıyor zannedebilirler. Böylece bir tarafta gerçekten bir şeyler yapmaya çalışan bir adamı eleyebilirsiniz de...

Bilirsiniz, tavşan - kaplumbağa masalı vardır. Tavşan uyur, kaplumbağa birinci gelir. Bence bu çok yanlış bir masal… Tavşan iyi koşuyor, bu bir gerçek. Biraz uykusu olabilir ama sonuçta tavşan koşmak konusunda iyidir. İşte bunun gibi bir yarış ortamı olduğunda yanlış hesaplar yapılabilir.

Sizce geçtiğimiz haftalardaki Penguen’in kapağında çizilen karikatürde gösterildiği gibi, İnsan Kaynakları’nın geldiği nokta İsyan Kaynakları mı?

Şirketlerin İnsan Kaynakları’nın ne durumda olduğunu çok fazla bilmiyorum ama İnsan Kaynakları ile ilgili sorunda üniversitelerin çok temel yanlışları var bence... Üniversiteyi meslek kazandırma yeri olarak görürseniz ve bitirdiğinizde meslek kazanamıyorsanız tabii ki isyan edersiniz “işsiz kaldık diye”… Bunun dışında, ancak bir mesleğe başladığınızda o işi öğrenmeye başlıyorsunuz. Okulda öğrenilenlerin çok azı kullanılıyor. Uzmanlaşma iş başında gerçekleşiyor. Okulda öğrenebileceğiniz şeyler de kısıtlı. Bilginin sürekli değişmesi, sizin bir konuda öğrendiklerinizi dört yıl sonra geçersiz kılabiliyor.

Bugün; özgeçmişte hoş duran bir üniversite ile herkes iş bulmak istiyor ama artık İngilizce bilmek de yeterli değil, hatta master yapmak da… Yurtdışında okumuş olanlar gelip sizin önünüze geçebiliyor. O yüzden de İnsan Kaynakları birimleri neye göre karar veriyor tam olarak bilmiyorum ama havuz problemlerinin yer aldığı testlerle de işe alımların yapıldığını biliyorum ve bu bana komik geliyor.

Tekrar sizin çalışmalarınıza dönelim dilerseniz… Daha çok penguen, inek çizerek düşüncelerinizi aktarıyorsunuz ama genel olarak çizimlerinizde yer verdiğiniz konular için nerelerden besleniyorsunuz?

Kitap okuyorum. İnternette vakit geçiriyorum. Film seyrediyorum. İnsanlardan çok farklı şeyler yapmıyorum ama farklı olan şey; bunlara ayırdığım zaman… Yani kitap okumaya, film seyretmeye ya da boş boş gezmeye (ki bunun çok besleyici olduğunu düşünüyorum) diğer insanlardan daha çok vakit ayırmaya çalışıyorum. Değişik alanlara merak duyuyorum. Fotoğrafa, sinemaya ilgi duyuyorum. Anlamadan bir fizik kitabını bile okumaya çalışıyorum.

Kısacası olabildiğince çeşitli konularla uğraşıp kendimi beslemeye çalışıyorum. Çünkü sadece tek bir alanda uzmanlaşırsanız bazı şeyleri göremeyebilirsiniz. Çok farklı alanlar hakkında bilgi aldığınız zaman, farklı alanlarda da aynı problemlerin olduğunu gözlemliyorsunuz. Fizikçiler ve bilgisayar yazılımcıları da karikatüristlerle benzer yaratıcılık problemleriyle karşı karşıya kalabiliyor. O yüzden ne kadar farklı yerden beslenirseniz, o kadar iyi. İyi bir film seyretmek, bir roman okumak çok önemli… Ama bir kafede oturup boş bir muhabbet etmek ya da kötü bir okul çevresi de karikatür için çok besleyici olabilir. İlerde intikam alınabilmesi için bayağı bir malzeme, saçmalık toplanabilir.

Tıkandığınız ya da “Bu hafta kötü çizmişim” dediğiniz anlar oluyor mu?

Oluyor. Aslında bu, her hafta oluyor. Bazen mutlaka tekrara düşüyorsunuz. Kötü iş yapıyorsunuz ve bunun çok da farkında olmayabiliyorsunuz. Her hafta yeni bir şey üretmek durumundasınız. Her hafta, her yaptığınız iş sıfırdan başlamak gibi oluyor.

Sürekli inek çiziyor gibi gözüksem de, her karikatür aslında yeni bir problem ortaya koyuyor. O probleme de yeni bir çözümle yaklaşmak zorundasınız. Zihin olarak, sürekli yeni başlayan konumunda olmalısınız. Otomatiğe bağlarsanız, yeni problemlere eski çözümlerle yaklaşırsanız, o zaman çok iyi iş çıkartamazsınız.

REKLAM VE TV DÜNYASINI SEVMEDİ

1973 Eskişehir doğumlu olan Selçuk Erdem çizerliğe çok küçük yaşlarda başladı. Profesyonel hayatına 1990 yılında Limon Dergisi’nde başlayan Erdem’in, Deli Dergisi’nde karikatürleri yayınlandı. Ardından Leman Dergisi’nde uzun dönem çizerlik yaptı.

Üniversite hayatında işletme ve sinema – televizyon bölümlerine girse de, bu bölümleri bitirmedi. Reklâm ve televizyon projeleri yapmasına rağmen bu işten hoşlanmayarak, kendini karikatüre verdi. Şimdilerde; üç yıl önce arkadaşlarıyla beraber çıkarmaya başladıkları Penguen Dergisi’nin hem kurucu ortalığını hem de editörlüğünü yapıyor.


Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)