Disciplina
Bir ülkenin ekonomisi hakkında konuşmak gerektiğinde en önemli kriterler arasında borç - alacak dengesi ve bunun diğer yansıması olan üretim tüketim ilişkisi rahatlıkla vurgulanabilir. Ancak ithalat ve ihracatın gelişimi ve büyüklüğü esas alındığında, şüphesiz ekonominin diğer ülkelerle olan kıyaslaması gerçek olarak ortaya çıkar.
Cumhuriyeti ilan ettiğimiz günden 31 Aralık 2003 tarihine kadar olan sürede toplam $706 milyar ithalat, $442 milyar ihracatı yapılmıştır. Toplam dış ticaretimizin yaklaşık %7’lik bölümü, 1980 yılına kadar yapılan ticari oranı göstermektedir. Hiç şüphesiz son yirmi yılı aşkın sürede biz uluslararası “ticareti” daha yeni yeni öğrenmeye başladık. Eğer rakamları 1990 sonrası diye analiz etmeye çalışırsak, son 13 yıllık performansımız seksen yıllık toplam hacmin %77’lik bir oranı ile karşılaşırız ki; bu genel anlamda değerlendirildiğinde büyük bir başarıdır.
Ancak gerçekçi olmak gerekiyor; gerçekçi olabilmek de karşılaştırmalı analiz yöntemi ile sağlanabilir, bizim son 8 yıllık ihracatımız toplam $245 milyardır. Buna karşılık;
Dönem Ülke
1996-2003 Türkiye
1965 ABD
1986 Almanya (Batı)
1995 İngiltere, Fransa
2001 İtalya ve Hollanda
Osmanlı döneminde çoğunlukla, asker ve çiftçi olan bir toplum ve Cumhuriyetin ilanında 12 milyon nüfusun sadece 700.000 okuma yazma bilen bir halkla elde edilmeye çalışılan uzun ve meşakkatli yolun daha başlarını yeni aşmış bulunuyoruz.
Nasıl oluyor da 17 milyon nüfusa sahip bir Hollanda, toplam yüzölçümü yaklaşık Konya büyüklüğünde olmasına rağmen bizden 6 kat daha fazla tarım ürünleri ihraç etmektedir? Çünkü Hollanda 400 yıldır ticaret yapmaktadır, geniş ilişkiler ağı ve iletişim konusunda özellikle de ticari müzakereler konusunda son derece ustalaşmıştır da ondan…
Şirket içi eğitimlerde patlama olacak
Bu örnekten yola çıkarak, kişisel olarak şunu söyleyebilirim ki; 2004 ve daha sonraki yıllarda kesinlikle şirketler için verilen kaliteli yada değil, bilimsel ya da değil hiç fark etmez, şirket içi eğitim işlerinde çok büyük bir patlama bekleniyor.
Hemen Avrupa Birliği’ne üye olma hayalleri eğitimsiz bir endüstri toplumu için derin bir felaketle sonuçlanması muhtemel bir adımdır. Kendi payıma en az daha beş yıl bizi almamaları gerekir, diye düşünüyorum. Bunun gerekçesi de, birlik ülkelerinin büyük bölümünde bulunan işletme ve kuruluşlarla henüz güçlü bir biçimde rekabet edemeyecek oluşumuzdur.
Bu sürede ülkemizdeki çalışan kesim olabildiğince acil ama telaşsız biçimde planlı ve organize eğitimler almalıdır. Bu dönemde tanıklık ettiğimiz genel eğilimleri şöyle sıralamak mümkündür:
Öncelikle temel satış eğitimi gibi konular artık yavaş yavaş büyük şirketlerin gündeminden düşmekte, çünkü her sektörde daha bilgili ve bu konuda eski dönemlere oranla daha fazla deneyimli insan bulmak mümkündür. Ancak örnek olarak, ileri satış teknikleri eğitiminden söz edilebilir, amacı şirketlerin “CRM” müşteri yönetimi uygulamalarıdır. Bunun dışında etkin takım oluşturma ve liderlik gibi konularda da, hala eğitim alması gereken uzun bir listeden bahsetmek olanak dahilindedir.
Asıl önemlisi ise, uzun bir süredir, “ben şirketin başıyım” yaklaşımı nedeniyle ve zaman, gurur yada ihtiyaçların farkında olmama gerekçeleri ile eğitim almayan şirket tepe yöneticileri de bu konudaki eksiklerini artan bir hızla tamamlama çabası içindedir. Daha çok “executive coaching” yani “yönetici koçluğu” yönetici, yönetim kurul üyesi pozisyonundaki çalışanlara uygun olan bir eğitim yaklaşımı olarak yoğun biçimde gündemdedir.
Bununla beraber, artan acımasız rekabet nedeniyle şirketlerin bayi ve dağıtım teşkilatları için de yaygın biçimde yönetim, satış ve müşteri ilişkileri eğitimleri aldırdıklarını biliyoruz.
2004 ve sonrasında derin biçimde “müzakere becerileri, ikna sanatı”, “çatışma yönetimi” ve özellikle “marka ve stratejik pazarlama” gibi konular da gündemde daha fazla yerini alabilecektir.
Veda için bir Hollanda atasözü;
Tanrı Holllandıları yarattı, Hollandalılar da Hollanda’yı…
Fazıl Oral – MCT Şirkete Özel Çözümler Eğitim Danışmanı