Damak Zevki Bir Zaaf mıdır?
Kabahat dünya zevklerinde değil, onu abartan, ona teslim olan insanoğlunda. Bilirsiniz, oruç tutmanın terbiyesi, aç kalmakta değil, doymanın değerini yeniden farketmektedir. Son yılların meşhur konusu duygusal zeka en kısa “haz duygusunu frenleyebilmek” olarak tanımlanıyor. Duygulara hakimiyet öğrenilebilir. Daniel Goleman’ın duygusal zekayı örneklemek için anlattığı deney ilginç. Bir odada çocukları bir kutu şekerle yalnız bırakmışlar ve “ben dönünceye kadar dokunma” diye tembih etmişler. Kimi çocuk bunu yapamamış, nefsine yenilmiş. Kimisi kendini çok zorlamış, kimisi de kolayca başarmış. Aynı çocukları sosyal yaşamlarında izlemeye devam etmişler. Duygularını denetlemeyi başaranlar insan ilişkilerinde ve okul yaşamlarında da başarılı olmuştur. şimdi ne düşünmeliyiz? Sorun şekerin çekiciliğinde mi, insanlarda mı? Aynı şey yetişkin insanların damak zevki için de geçerli. Ne kadar damağınıza düşkün olursanız olun, kim diyor bize çok, hızlı ve hep aynı şeyleri yemeliyiz diye? Mesela klasik balık lokantalarımız vardır. Oturur oturmaz bir sürü meze gelir. Genellikle daha işin başında ipin ucunu kaçırırız. Sıra balığa geldiğinde ayıp olmasın diye yenir. Kılçıklarından şöyle keyifle ve özenle ayıklanmamış bir balık kalır tabakta. Ben buna zorla yemek derim. Gerçekten kendi damağına saygı duyan bir insan, kendi ayarını bilir. Neyi, ne kadar zevkle yiyeceğini bilir. İnsanın o çok acıkmış olduğu andaki açgözlülük duygusunu bastırmayı başarır. Doyma ihtimaline karşı siparişte ihtiyat payı bırakır. Benim yöntemim ya sadece meze, ya da sadece balık yemektir. Acıktığım ve doyma zevkini tattığım için hep şükrederim. Belki kendime karşı küçük bir hilem olabilir: o da doyuma farklı yollardan ulaşmaya çalışmaktır. İnsan aslında çok kolay doyuyor. Biraz ekmek, peynir, zeytin de yeter.
Damak zevkinin başka bir kuralı bilgidir. Bir yemeğin ortaya çıkmasında iki şey çok önemlidir: Malzeme ve onları bir araya getirme sanatı. Malzeme dediğiniz sonu olmayan bir konu. Yenebilecek ne kadar çok şey olduğunu hiç düşündünüz mü? Buna bir de kombinasyonlarla elde edilen türev lezzetleri ekleyin. O zaman insanın yediğini tanıması başlı başına bir enformasyon yığını haline geliyor. Eşimle en büyük keyiflerimizden biridir; yabancı ülkelere yolculuklarda, o kültürleri tanımanın yollarından biri olarak mutfaklarını kabul ederiz. Malzeme insanın elinde canlanır. İşin hoş yanı, bir insan bir insana benzemediği gibi, yaptıkları yemekler de benzemez. Bir müziğin yorumu gibi, bir şiirin tercümesi gibi, bir romanın filme çekilmesi gibi, her insan Dünya’ya farklı bir şeyler katar. şayet birisi yemek yapıyorsa, o yemek de onun bir parçasıdır. Siz de o yemeği yiyorsanız, o insanı bu yolla tanımak gibi bir şeydir. Yemeği yapmak da bir sanattır, yemek de! Aynen bir kitabı yazmanın ve eleştirmenin farklı şeyler olması gibi. Ama eleştirmek için önce diyetinizi ödemeniz gerekir. Yani eleştirdiğinizi anlamak için emek harcamalısınız. Yapanın emeği kadar, eleştirenin emeği de herkes işine saygı duyarak yapıyorsa saygıya değer.
Damak zevkinin üçüncü kuralı açık fikirliliktir. Bu, söylemesi kolay fakat gerçekleştirmesi hiç de öyle olmayan ve hayatımızda pek de sık bulunmayan bir paradigmadır. Hayat yaşanan anlardan oluşur. Geçmişi, belleğiniz izin verdiği ölçüde hatırlarsınız. Belki izler de bırakmıştır ama değiştiremezsiniz. Geleceği tartışmıyorum bile! Birşeyler yapma şansımız olan, bir tek yaşadığımız an kalıyor. Önüne geçilemez olaylara bir diyeceğim yok ama hala orada bize ait bir parça var. Bunlar hayattaki tercihlerimiz işte. Damak zevki bunlardan biri. Bize ait, bizim. Sadece doymak için yememe hakkına sahibim, çok şükür! Bu, her defasında hayatın küçük bir keşfi demektir. Kolay, çabuk, eğlenceli, zevkli... Bir aracı yoluyla hayatla iletişim kurmak gibi bir şey. Gerçek bir an. Sadece kendimiz için yaşabileceğimiz bir an. Bu bir nimet değil midir? Bunun neresi zaaf? Damak zevki maddi imkanlarla çok bağlantılı değildir. Çünkü her yiyeceğin iyisi ve kötüsü var. Hiç tek başına ekmek tattınız mı? Tadını farketmek için tatmaktan söz ediyorum. İçtiğiniz hangi Türk kahvesinin tadı diğerine benziyor? Kimbilir ne kadar çok etken o tadı etkilemiştir; kahvesinin tazeliği, suyu, ateşi, cezvesi... Aynı şey çay için geçerli; porselen demlikte demlenen çayla poşet çayın tadı aynı mı? Binlerce şarap tadı var, her birinin yeri ayrı. Her şeyin bir mevsimi var. İyisinin bulunduğu bir yer var. Sofraya getirmeden yapılması gereken bir prosesi var. Bu kadar birbirinden farklı tada ulaşmanın bir tek yolu var: Durmadan ilerlemek. Her şeyi çok iyi bilmeye bir ömür yetmez. Nasılsa sınırlı bilmeye mahkumuz; o zaman yelpazeyi geniş tutalım. Yemekte açık fikirlilik bu işte. Ben bunu insan ilişkilerine çok benzetiyorum. İnsanlarla ilişkilerden kaçabiliyor muyuz? Bazıları hoşumuza gitmiyor diye sadece beğendiklerimizle yaşıyabiliyor muyuz? Hayatımızı her çeşit insanla paylaşmak zorundayız. Hoşumuza gitmeyenleri yok sayacağımıza anlamaya çalışsak acaba tesadüfen altından hoş şeyler de çıkamaz mı!?
Mesleği “insan” olan herkese damak zevklerini gözden geçirmelerini öneririm. Muhtemelen orada meslek yaşamlarını kolaylaştıracak ipuçları bulacaklardır.
Ahmet ERYILMAZ