Bilardo masasının prensi Semih Saygıner

Bir varmış bir yokmuş… Oyuncakları çok seven bir çocuk varmış. Kendi oyuncaklarını illa ki kendi seçer, içlerini açar kurcalarmış. Sonra bir gün bir oyun oynamış, oynarken aklına yıllar önce bir gazete manşetinde gördüğü resim gelmiş. Istakayı, o resimdeki şampiyonun yaptığı gibi tutmayı denemiş sadece, aklında kaldığı kadarıyla… O kadar iyi, o kadar iyi oynamış ki, kimse ıstakayı ilk kez eline aldığına inanmamış. Masanın etrafındakiler yeteneğini alkışladıkça kendini daha iyi hissetmiş, takdir gördükçe daha da iyi oynamış. Ve bilardo, anne-babasını 14 yaşındayken kaybeden; kendi ifadesiyle “belki de potansiyel suçlu olabilecek” bu çocuğun hayatını kurtarmış.

Semih Saygıner’inki; oyuncakları ve oyun oynamayı çok seven bir çocuğun, bir gün oynadığı bir başka oyunu mesleği haline getirmesinin öyküsü… Bu, “bir şeyi yapıyorsan asla yarım yamalak yapmayacaksın; en iyisini öğreneceksin” felsefesine dayanan bir başarı öyküsü… İçinde ekip çalışmasının incelikleri de, takdir görmenin tılsımı da, erdemli biri olmanın ipuçları da var. Çünkü Saygıner sadece kendi işini değil; yaşamın amacını ve toplumsal konuları da sürekli sorguluyor. O; düşünen, çözüm bulan, sosyal sorumluluk projelerine zaman ayıran biri. Her şeyden çok “iyi bir birey olmayı” önemsiyor. İyi bir birey olmanın önemsenmediği, çocuklara özgüven aşılanmadığı bir toplum onu kaygılandırıyor.

Bu arada gülmekten ve güldürmekten de geri durmuyor. Mükemmel lehçe taklitleri yapıyor. Kendi kendine yabancı dil öğreniyor; 7 dil konuşuyor. Bir televizyon dizisinde oynamışlığı, “duygusal zekâm girmemi söylediği” dediği bir şarkı yarışmasında söylediği şarkıların ayakta alkışlanmışlığı var. Şimdilerde profesyonel müzik eğitimi almayı aklına koymuş: “Bana albüm yapıp yapmayacağım soruluyor. Gülüyorum” diyor: “Çünkü benim için önemli olan albüm yapmak değil, çok iyi şarkı söylemek. Ancak iyi eğitim alır, iyi sesler çıkardığıma gerçekten inanırsam bunu insanlarla paylaşırım” diyor. Ona göre hedef koymadan önce “matematiği bozmamak, sıralamayı çok doğru yapmak gerekiyor” çünkü…

Zaten çoktan bir marka haline gelmiş olan Semih Saygıner, bu yöndeki çalışmalarını da tüm hızıyla sürdürüyor. Kurumlara eğitim veriyor, öğrencilere, çalışanlara ve yöneticilere başarıyla ilgili önerilerde bulunuyor.

Karşınızda kariyer öyküsü, yöneticilere önerileri ve hedefleri ile “oyun oynamayı seven” 43 yaşındaki bir sporcu portresi…

Bilardo yeteneğinizin ortaya çıkışından başlayalım. Istakayı elinize aldığınız ilk güne dönelim mi?

Istakayı elime aldığımda 16 yaşındaydım. İlker isminde bir arkadaşım, “Gel bilardo oynayalım” dedi. Hiç oynamadığımı söyledim, gittik, oynamaya başladık. Istakayı elime alıp oynamaya başladığımda, “Sen ilk defa oynamıyorsun” dediler. Oysa ben ıstakayı nasıl tuttuğumun, nasıl oynadığımın bile farkında değildim. Tek anımsadığım; 1976 senesinde ben 12 yaşındayken Hürriyet Gazetesi’nin baş sayfasında gördüğüm; Türkiye’ye gelen dünyaca ünlü bir bilardo şampiyonunun ıstakayı nasıl tuttuğuydu. Gözümde bu resim canlanmıştı.

Ben oynadıkça, hayattaki ilk takdirimi o bilardo masasının etrafında aldığımı gördüm. Dolayısıyla aslında benim yeteneğimi ortaya çıkaran da becerim karşısında gösterilen sevgi ve takdir oldu. Takdir edildikçe hoşuma gitti, kendimi daha iyi hissetmeye başladım ve bu oyuna bağlandım. Kısacası çocuktum, bir oyun oynamak istedim. Oynadıkça da keşfetmeye başladım. Çok düşündüm. Yorum yaptım. Ardından bilgiler birikti. Sonra da ipin ucunu kaçırdım…

Nasıl kaçırdınız ipin ucunu, bilardo nasıl mesleğiniz haline geldi?

Ailemi bir trafik kazasında kaybettiğim için okul yaşamım yarıda kalmıştı. Bilardo oynamaya yeni yeni başladığım dönemlerde, ağabeyimin sözünü dinleyerek yeniden okula dönmek istedim; Endüstri Meslek Lisesi’nin Elektrik bölümünü kazandım. Ama yarım sene okumak yetti bana. Karar vermiştim: “Ben okumayacağım” dedim.

Bu kadar çabuk mu karar verdiniz?

Bunu bilardoya borçluyum aslında. Bu hızlı ve zorlu kararı vermemin altında, bilardo gibi bir sporun bana kazandırdıkları yatıyordu.

Ben, spor yapan insanların kendini keyfedebildiğine; neyi yapıp neyi yapamayacağını daha kolay anlayabildiğine inanırım. Spor yapan kişi kendini eleştirmeye başlar, özeleştiri çıtası yükselir. Ben bu kararı bilardo sayesinde aldım.

Başka neler kattı bilardo oynamak o yaştaki bir gencin hayatına?

Ben bugün iyi bir birey olduysam, bunu bilardoya borçluyum. Bilardo, o günkü şartlarda belki bambaşka yollara gidebilecek, potansiyel suçlu olabilecek bir çocuğa başka bir hayat verdi.

Öyküye geri dönelim isterseniz. Okumamaya karar vermiştiniz…

Ufak tefek işlerde çalışmaya başladım. O arada bilardoyu her geçen gün daha iyi oynuyordum. Adapazarı’nda sokakta parmakla gösteriliyordum artık; “Bu çocuk çok iyi bilardo oynuyor” diye… Bu arada İstanbul’da okuyan Tezcan Şen adlı bir arkadaşım beni İstanbul’daki bir şampiyonaya katılmaya teşvik etti. Herkesten habersiz İstanbul’a gittim, bir öğrenci yurdunda kaçak kaldım. Ve şampiyonada bütün “ağabeyleri” yenerek birinci oldum.

Ardından Eskişehir’de bir turnuvaya gittim. Avusturya’da bilardo eğitimi almış, ülkemize modern bilardoyu getirmiş bir isim olan ve hepimizin idol olarak gördüğü Bora Karatay ile oynadım ve yenildim. Bu yenilgi bazı şeyleri fark etmemi sağladı; gözlem yaptım, eksiklerimi gördüm. Ve 1982 senesinde, o güne kadar bir tane bile yenilgisi olmamış olan Bora ağabeyi yenerek isminin tüm Türkiye’de bilinmesini sağladım.

Derken araya askerlik girdi. Orada iyice düşünme fırsatım oldu, bir meslek edinmem gerektiğini anladım. Döndüğümde ağabeyimin inşaat firmasında çalışmaya başladım. Ama bir gün dışarıdan baktım kendime ve “Bu ben değilim” dedim. Bırakmaya karar verdim.

Yine İstanbul’a geldim. Salonu da olan bir bilardo fabrikasında çalışmaya başladım. Ancak İstanbul’da yaşamak kolay değildi, çok zorlanıyordum. Bu dönemde İmparator Bilardo ile bir Anadolu turnesine çıktık. O turne sırasında gösteri de yaptım, çuha da değiştirdim, malzeme de sattım. Biraz para kazandım, kazandığım parayla da çok istediğim bir ıstakayı aldım. Ardından da bir süre dinlenmek için Diyarbakır’a ablamın yanına gittim.

Bilardo oynamamayı mı karar vermiştiniz?

Aslında çok yorulmuştum. İstanbul’daki yaşam şartları çok zorluyordu beni. Tam da bu dönemde, bir telefon aldım: Ankara'da Bilardo Eğitim Derneği’nin kurulduğunu, yapılacak Türkiye şampiyonasında beni de görmek istediklerini söylediler. Bunun bir federasyon olma yolunda ciddi bir adım olduğunu düşünerek tekrar bilardoya döndüm. 1987’yi tarih…

Hemen İstanbul’a geldim, kendime sponsor aramaya başladım. “Ben Türkiye şampiyonu olacağım, bana destek olun” diyordum. Derken, Platin Bilardo Fabrikası bana destek olmaya karar verdi, 400 bin lira para verdi. Bu arada fabrikanın sahibi Platin Doğan, bana asla unutmayacağım, bugün bile kulağımda çınlayan bir söz söyledi: “Semih ya bu şampiyonayı kazanacaksın ya da sokakları süpüreceksin”…

Hızlı algılayan, hızlı öğrenen biriyimdir. Bir şeyi başarmanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım bu sözle, zaten kendim de böyle bakıyordum. Sonuç olarak sokakları süpürmeme gerek kalmadı, Türkiye rekoru kırarak şampiyon oldum.

Bunun üzerine İstanbul’a yerleştim. Önce otellerde kalmaya başladım, sonra kendime Yedikule’de küçük bir ev tuttum. Bu dönemde gelen bir teklif üzerine Nişantaşı’nda beş katlı bir bilardo salonunun ortağı oldum. Bilardonun sosyal bir olay olduğunu anlatabilmek için bayanlara ücretsiz ders vermeye başladım. Her şey gayet iyi giderken, o şirketin genel müdürü olarak bir iş adamına dönüşmeye başladığımı fark ettim ve hemen bu yoldan çıkmaya karar verdim.

Ne yapmayı planlıyordunuz?

Yine sponsor aramaya başladım, artık hedefim dünya şampiyonu olmaktı. Bu kez Zeki Bilardo ile anlaştım. Burayı bir spor salonuna çevirdim. Turnuvalar düzenledim. İstanbul ligi kurdum. Sonuçların basında yer almasını sağladım, televizyon kanallarında söyleşiler yapmaya başladım. Böylece bilardonun felsefesini insanlara daha rahat anlatabiliyordum.

Bu arada 1990 ve 91 yılında Türkiye’deki uluslararası turnuvalarda başarılı olmaya başladım. 1992 yılında Almanya’da Dünya Kupası’na davet edildim. Hedefim “büyük bir ismi devirmekti”. Nitekim Dünya Şampiyonu ve idol olarak görülen Ceulemans’ı canlı yayında 3–0 yenmeyi başardım. Yarım yamalak İngilizcemle bu yayın kasetini isteyerek, Türkiye’de yayınlanmasını sağladığımda ertesi gün Türkiye’de sokaktaki herkes beni tanıyordu.

2 DÜNYA REKORU, LİTERATÜRE GEÇEN 40 VURUŞU VAR

Semih Saygıner, 1964'te, Adapazarı'nda doğdu. Çok başarılı bir okul hayatı olmasına rağmen lise birinci sınıfta ailesinin vefatı nedeniyle okuluna ara veren Saygıner, bir süre sonra tekrar sınava girip Endüstri Meslek Lisesi Elektrik bölümünü kazandı. Lise 1. sınıfı tekrar okudu ancak kendi deyimiyle bilardonun kendisine kazandırdığı “hızlı ve doğru karar alma yeteneği” sayesinde bunun kendisi için uygun olmadığına karar vererek okul hayatına nokta koydu.

16 yaşında bilardo oynamaya başlayan Saygıner, kısa bir süre sonra üstün performansıyla herkesin dikkatini üzerine çekmeyi başardı. 17 yaşında İstanbul Şampiyonası'na katıldı ve birinci oldu. Kısa bir zaman içinde ünü bütün Türkiye'ye yayılan Saygıner'e ülkenin her yerinden açılış ve turnuva davetleri gelmeye başladı. Askerliğini bitirdikten bir süre sonra İstanbul'a gelerek bir bilardo salonunda çalışmaya başlayan Saygıner, hem hayatını kazanıp hem de antrenman yapma fırsatı bulmuş oldu.

1988 yılında Türkiye'de yapılan uluslararası bir gösteri turnuvasında dünya şampiyonlarına karşı gösterdiği üstün performansla kendine güveni artan Saygıner, başarılarını uluslararası platforma taşımayı hedefledi. 1992 yılına kadar çeşitli uluslar arası turnuvalara katılan Saygıner, ilk önemli başarısını Almanya'da, Dünya Kupası'nda, o yılın Dünya Şampiyonu olan Ceulemans'ı 3–0 yenerek elde etti. Bu başarıdan sonra 1993'te Dünya Klasmanı'nda altıncılığa kadar yükseldi.

Semih Saygıner'in elde ettiği uluslar arası başarılardan sonra, bilardo Türkiye'de de federasyonu olan bir spor dalı haline geldi ve hızla yaygınlaştı. Saygıner, 1994'te ilk kez Dünya Kupası'nı kazandı. Aynı yıl bilardonun en önemli ligi olarak bilinen Takımlar Hollanda ligine transfer oldu ve 1994'ten bu yana sayısız başarılara imza attı. Halen profesyonel olarak Hollanda Ligi'nde oynayan ve 3 sene FC PORTO bilardo takımının kaptanlığını da yapmış olan Saygıner'in kırılmış olan 2 Dünya Rekoru bulunuyor. Bilardo Literatürü'ne geçen 40 vuruşu bulunan Saygıner, dünya bilardo camiasında "Mr. Magic" ve "Turkish Prince" lakaplarıyla anılıyor.

Geriye dönüp baktığınızda yakaladığınız başarıyı neye bağlıyorsunuz?

Ben, karakterim gereği bir işi iyi yapmak isterim. Yarım iş yapmayı sevmem. Hatta yarım iş yapanı da, kim olursa olsun sevmem. Herkes işini doğru yapmalı. Bu, bir işin üzerine gitmekle ilgili bir durum. Oysa ne yazık ki Türkiye’de artık başarı da mutluluk da paraya endeksli. Oysa yaşamın esas amacı bu olmamalıdır.

Ben bilardoyu sevdim, onu en iyi şekilde oynamak için ne yapmam gerekiyorsa yaptım, ne öğrenmem gerekiyorsa onu öğrendim ve başka hiçbir şeyle ilgilenmedim. Dolayısıyla kendimi sürekli bu alanda ilerlettim. Parayı düşünmedim. Aslolan da işini iyi yapmaktır. Bana “Yaptığın işi çok seviyorsun, ne güzel” diyorlar. Evet, seviyorum çünkü becerebiliyorum. Bir insan çok doğal olarak becerebildiği işi sever. Becermek için de o işi öğrenmeye çalışmak lazımdır.

Tüm bunları yaparken acele etmemek; sıralamayı, matematiği bozmamak gerekir. Sonuçta hayat bir matematiktir. Hayatın matematiğini bozanlar, hedef koymayı başaramaz. Ben bunu yaptım. Hiçbir zaman hayalperest olmadım. Hiçbir zaman fırsatçı da olmadım. Ama bütün fırsatları en iyi şekilde değerlendirdim ve çok güzel, doğru hayaller kurdum. Bana göre başarının formülü budur. Gerisi gelir zaten.


SAYGINER’DEN ANEKTODLARLA
İŞ DÜNYASINA MESAJLAR

HATALARI CEZALANDIRMAYAN, ONLARDAN DERS ALINMASINI SAĞLAYAN BİR KÜLTÜR YARATIN: “Türkiye’de ilk defa uluslararası bir turnuva oynanıyordu. Ben de Türkiye’de çok uzak ara
bir konuma gelmiştim. Herkesten ‘Sen en iyisin’ iltifatlarını duyunca, hayatımın en büyük hatasını yaparak ‘Ben artık oldum’ dedim. Elemeler başladı. Tüm dünya oyuncuları, normalde kimseye set vermeyen bu Türk bilardocuyu izliyordu. Üç beş vuruş yaptıktan sonra kendime şunu söylediğimi hatırlıyorum: ‘Semih, seni kandırmışlar. Sen anlattıkları o adam değilsin’. İşte o an kendimle yüzleştim. Performansımın üçte birini bile gösteremeyerek maçı 2–0 kaybettim. Ama hayatımın en büyük dersini de aldım. Bir daha asla o anlamda ‘gaza gelmedim’. Tüm gerekli çalışmalarımı yaptım.

Hatalardan ders almak işte böyle bir şeydir. Bana göre önemli olan hiç hata yapmamak değil, yaptığın hatanın farkına varıp bunu düzeltmektir. Yöneticiler çalışanlarının başarılı olmasını istiyorsa, hata yapmasına izin vermeli”.

ASLOLAN ZIT KUTUPLARIN UYUM İÇİNDE ÇALIŞABİLMESİDİR: “Ne yazık ki Türkiye’de başarı ve başarısızlık; başkalarının mutluluğu ve mutsuzluğuna endeksli bir kavramdır. Ve bazı insanlar başkalarını başarısız gibi göstermeyi matah zanneder. Başkalarını başarısız gibi göstermeyi unutun, kendinizi başarılı hale getirin.

Ayrıca önemli olanın, herkesin birbiriyle anlaşması olmadığını unutmayın. Bizim anlaşmamayı da öğrenmemiz lazım. İyi anlaşamadığın halde, zıt kutuplar olduğun halde o iş ortamında uyum içinde çalışmayı bilmektir aslolan”.

HEDEF BELİRLEMEK İÇİN ÖNCE SIRALAMA YAPIN: “Hedef koymak çok özel bir iştir… Önce çalışmaktır ve sıralamayı yapmaktır gerekli olan. Bunun tersini yapanlar sıradan adamlardır ve sıradan adam yönetici olamaz. Çok iyi planlama yapmak, kendini geliştirmek gerekir. Ondan sonra zaten artık kaçınılmaz sondur başarılı olmak”…

BAŞARILI EKİP ÇALIŞMASI İÇİN DESTEKLEYİCİ BİR ORTAM YARATIN: “2003 ve 2004 yıllarında Tayfun Taşdemir ile birlikte Dünya Milli Takımlar Şampiyonası’nda Türkiye olarak dünya şampiyonu olduk. Tayfun, bilardoya benden çok sonra başlamış biriydi ve beni idol olarak görüyordu. Beni ‘üstü’ olarak görürse ekip başarısı yakalayamayacağımızı biliyordum. Dolayısıyla onunla sadece antrenman saatlerini değil, sosyal yaşamımı da paylaştım. Beni ‘Semih Saygıner’ olarak değil; disiplinli, işini ciddiye alan, kendisi de işini ciddiye aldığında onu takdir eden, gerektiğinde eleştiren ama bunu herkesin içinde rencide ederek yapmayan ‘gerçek’ biri olarak görmesini sağlamaya çalıştım. Ona hep şunu sordum: ‘Tayfun, bizim kim yener?’ Bu soru onu motive ediyordu. Çok çalışıyorduk. Sonuç olarak: ‘Bizi kimse yenemez’ diyordu.

Bu ekip çalışması sayesinde milli takımlar dünya şampiyonu olduk. Bir sonraki sene iki misli hazırlandık; dünya şampiyonu unvanıyla gittiğimiz halde. Bu, sahneye kendi kendine oluşan bir özgüvenle çıkmamızı sağladı. İki kişi değil, yedi kişiden oluşan bir takım da olsaydık aynı şekilde koçluk yapardım. Çünkü ekip çalışmasında önemli olan destekleyici eleştiride bulunmaktır; üstünlük taslamak değil…”

Oyuna çıkarken kendi iç motivasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz?

Ben bir maça çıkarken iyi hazırlanmamışsam, antrenman yapmamışsam, kendimi bedensel ve zihinsel olarak sağlıklı hale getirecek aktivitelere katılmamışsam o sahaya çıktığımda, tüm deneyimime karşın beton kesilirim. Bu nedenle ön hazırlık yapmak çok önemlidir. Ama rakibimin de benzer bir hazırlıktan geçtiğini asla unutmam. Dolayısıyla orada bir strateji savaşı veririz; vahşi yanlarımızı değil zekâmızı konuştururuz.

Ben bir komutansam, savaşa giderken cephanemi çok iyi bilirim. Hiçbir zaman fazla cephanem varmış gibi kendimi kandırmam. Cephanemin yeteceği kadar taktik, plan hazırlarım. Geçmişte çok formda olmadığım turnuvaları da böyle kazandım. Oyun oynarken, “Semih formda değilsin; temkinli ol, defansı ön plana çıkar” diyerek daha taktiksel davrandığım durumlar oldu.

Ayrıca oyun başladığında hiçbir şey düşünmem. Elbette zaman zaman konsantrasyon bozucu etkinliklerle karşı karşıya kalabiliyoruz. Ama aslolan bunları en aza indirgemektir.

Biraz da yeni hedeflerinizden konuşalım mı?

Öncelikli hedefim; dünyada bilardo konusunda bir marka haline gelen Semih Saygıner isminin pekiştirilmesi adına bazı yeniliklere imza atmak… Bu anlamda, bir Belçika firması ile bir Türk firması Semih Saygıner edition’ıyla bilardo masaları üretiyor. Bu masaların dünya premier’i Las Vegas’ta yapıldı. Şimdi, bunların hem Türkiye hem de dünya pazarında yer almasını sağlamaya yönelik çalışmalarımız sürüyor. Ayrıca, Japonya’da dünyanın en büyük ıstıka üreticilerinden biri ile imzalı bir ıstaka ürettik. Bu ıstakalar, şu anda dünya pazarına açıldı ve çeşitli dünya ülkelerine yavaş yavaş pazarlanmaya başladı. Bunun peşinden de dünyanın birçok bilardo mağazasında Semih Saygıner köşeleri yapmak istiyorum.

Öte yandan, Tayfun Dinçer ile bilardonun içinde bulunduğu bir show programı hazırlamak yönünde çalışıyoruz. Bu sayede mesajlarımı daha çok insana iletebileceğime inanıyorum.
Bu arada elbette antrenmanlarımı hızlandırdım. Bunları yaparken sosyal hayatımdan ödün vermeden, ruh halimi de çok dingin hale getirip yaşamıma devam etmek istiyorum.

Sporculuk kariyerim bittiği anda mutlaka sporcu yetiştireceğim. Ayrıca hedeflerim arasında profesyonel müzik eğitimi almak da yer alıyor.

Tüm bunların yanı sıra sosyal sorumluluk projeleri içinde de yer alıyorum. Bunlardan biri; görme engelli arkadaşlarımız için sesli kitap okuma çalışması… Görme engelli kişiler, dijital ortamda sizin okuduğunuz kitapları dinleyebiliyor. Ayrıca Beyoğlu Kaymakamlığı Sosyal Yardımlaşma Mağazası’na destek veriyorum. Herkesi, kullanılmış giysilerinizi verebildiğiniz bu mağazaya destek vermeye davet ediyorum. (0212 292 48 34)

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)