Babil’den Kovan Zihne

Özlem Özer Kurt
Allianz Avustralya
Kurum İçi İletişim Müdürü

Babil Kulesi pek çok kutsal kitapta ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, cennete ulaşmak için inşa edilen bir kule. Efsaneye göre tanrı cennete ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Hal böyle olunca ortalık karışır, kimse birbirini anlamaz ve kule tamamlanamaz.

Kovan Zihin ve Sürü Zekası 

Tam da bu efsane ile ilintili iletişimin öneminin altını çizen yeni bir kavram var önümüzde. Kovan zihin denilen "hive mind" kavramı. Kovan zihinde herkes bir diğeri ile telepatik veya teknolojik bir şekilde bağlı olacak ve düşüncelerini hiçbir çaba sarf etmeden, mesafe ve dil bağımsız paylaşabilecek. Böyle bir "üst akıl" veya “insansonrası" (posthuman) bir teknolojiye sahip olduğumuzda ortak bilinç, gruptaki herkesi ve tüm dinamikleri göz ederek ortak bir kararla yol almamızı sağlayabilecek. 

Sürü psikolojisi bizde genelde negatif durumlar için kullanılır. Birileri, bir şeyleri düşünmeden, sorgulamadan, kitlelerin etkisinde kalarak dogmalara bağlı körü körüne yaptığında kullanırız. Oysa ki bilim kurgu terminolojisinde sık sık adını duyduğumuz sürü zekası “swarm intelligence” bir üst sürümümüz olarak nitelendiriliyor. Arılar, karıncalar gibi hayvanların da yaşama biçimi olan bu kavramda, merkezi olmayan, özerk sistemlerin kolektif bir davranışla hareket ettiğini ve bu organize halleri sayesinde hedeflenene daha sistemli bir şekilde ulaştıklarını gözlemliyoruz. 

Hatta insanlığın en büyük soru işareti olan “Kendi yarattığımız robotlar bir gün bizi ele geçirecek” korkusu en çok “Swarm robotics” ile akla geliyor çünkü algoritmalar sayesinde “merkezin dileği doğrultusunda manipüle edilerek” ortak davranış sergileyen bir robot ordusu yaratmanız mümkün. 

Sürüyü Nitelendiren Amacı 

O nedenle burada sorgulanması gereken şey aslında sürü zihninden ziyade amaç diye düşünüyorum. Çünkü sürüyü olumlu ya da olumsuz nitelendirmemizi sağlayan şey, onların amacı ve o amacı yerine getirmek için ne yaptıkları... Bir arıyı çiçekten çiçeğe uçup, bal yaptığı için sorguluyor muyuz? Ya da birisi denizlerdeki plastikleri toplamak için bir robot ordusu üretse ne düşünürdük? 

Şirketleri bu büyük resim içindeki mikrokosmos yapılar olarak düşünüyorum. Ve aslında ideal bir şirketin varlık amacına hizmet etmek için tam da sürü zekası ile hareket etmesi gerektiğine inanıyorum. Altını çiziyorum, sürüden kastım başında çoban olan, bir grup hayvan topluluğu değil. Arılar gibi, birbiriyle son derece bağlantıda olan, titreşimle haberleşebilen, hafıza, yer yön bulma vs gibi farkı yetkinliklerle birbirini tamamlayan ve varlık amacını hayata getirebilmek için canla başla çalışan zeki canlılardan söz ediyorum. Biliyor muydunuz bal arıları, yerleşmek için yeni kovan seçiminde, kendi aralarında oylama yapıyor. Bu durumu balarılarının sosyal yaşamlarını, yıllardır inceleyen Cornell University Profesörü Thomas Seeley: "Kurumlaşmış şirketlerin yönetimlerinden çok daha karmaşık bir müzakereye dayanıyor" şeklindeki sözleriyle tanımlıyor.

Mesele Sürüyü Yönetmek Değil, Bireylerin Zekasını Geliştirmek 

Demek ki olay belki de sürüyü gütmeye, yönetmeye çalışmayı bırakıp, onlara anlamlı gelen ortak bir amaç belirleyip, sürüdeki her bir bireyin gelişimini destekleyerek sürünün ortak zekasını büyütmekte... 

Hiyerarşiden bağımsız, herkesin ilgi alanı ve yetkinliklerine göre bir organizasyon kurup, herkesi kendi alanın eksperi olarak görüp, geliştirmekte... 
Ve henüz telepati boyutunda olamadığımız için insanların birbiri ile iletişimde kalabilecekleri doğru iletişim kanallarını kurmakta… Özellikle korona dünyasında bu karşılıklı iletişimi sürekli kılıp, yeni teknolojiler ile herkesin birbiri ile bağda kalabilmesini sağlamakta… 

Tüm dünyada ofisten çalışma refleksi yerini tamamen evden çalışma ya da hibrit modele bırakıyor. İyi ya da kötü tartışılır ama şu an şirketlerin çalışan sayısı kadar kovanı var artık. Her bir çalışan yaşama alanı içerisindeki düzen ve sorumlulukları ile şirketteki rolünü yerine getirmeye çalışıyor. Tüm günü evde, yeterince sosyalleşmeden geçiren insanlar/çalışanlar, bir de gündemin yarattığı korku kültürü, belirsizlikler, çocuklu ailelerin ek sorumluluk yükü ile amigdaladan hareket etmeye başlıyor ve yediği içtiği toksik gıdalar ve negatif düşünceleri ile vücut kimyasını dahi değiştirip, sağlığını negatif yönde etkileyebiliyor. Çözüm bu yeni düzene uygun, bireylerin genel ihtiyaçlarını da gözeterek yeni bir dijital kültür yaratmakta…

İç İletişim ve İnsan Kaynakları Fonksiyonlarının Kritik Rolü

Bu nedenle kurumlardaki iç iletişim ve insan kaynakları fonksiyonları özellikle böyle bir dönemde sonsuz kritik bir rol oynuyor çünkü yönetim kurullarında alınan kararlara yön veren çalışanların ortak aklını, ihtiyacını dile getiren iç iletişim ve insan kaynakları bölümleri oluyor. (Belirtmekte fayda var, birbirimizden bu kadar uzak ve kopuk yaşarken bu iç görüye sahip olmak artık daha da zor. Tüm çalışanların anketlerden dahi sıkıldığı bu yeni dönemde, biz o ortak iç görünün fotoğrafına değil MR’ına ihtiyaç duyuyoruz artık ki gerçekten mevcut durumu anlayıp ona göre stratejiler geliştirelim.)

Yine aynı ekipler, kurumun finansal sürdürülebilirliğini sağlamak için verilen kararları bazen her şey pahasına sorgulama görevini de üstleniyorlar. Çünkü bu birimlerde görev alan kişiler aslında çok daha uzun süreli ve günün sonunda şirketin lehine dönüşecek ama belki kısa vadede şirkete ekstra yük gibi görünen şeyleri savunmak durumunda kalabiliyorlar. Çok bilindik ama durumu çok iyi özetleyen bir laf olduğu için hatırlatmak istedim. “Culture eats strategy for breakfast!” Ünlü yönetim gurusu Peter Drucker’ın söylediği kültür stratejiyi kahvaltı niyetine yer. Doğru bir şirket kültürüne sahip olmak, en iyi stratejik plandan daha değerlidir! 

Kültür; Yaşayan ve Dönüşen bir Kavram

Bir kültür yaratmak için önce herkesin kelimelere yüklenen anlamlarda hizalı olması ve bu sayede aynı dili konuşabilmesi şüphesiz en temel olgudur. Hepimiz Türkçe konuşuyor olabiliriz ama benim “Mükemmel müşteri deneyimine yüklediğim anlam ya da bırakalım mükemmeli, sadece müşteriye yüklediğim anlam bile bir başkasınınkinden farklı olabilir. Paydaşlar ve iş ortakları da müşteri midir, çalışanlar iç müşteri olabilir mi? Ya da şirket değerleri. Açıklık, şeffaflık, dürüstlük, takımdaşlık… Her birimiz aynı şeyleri mi anlıyoruz bu değerlerden ve aynı davranış biçimlerini mi sergiliyoruz o değerleri gündelik iş yaşantımızda sergilemek için? 

Kültür, yaşayan; kişilere ve koşullara bağlı olarak değişen; dönüşen bir kavram. İçinde bulunduğumuz bu başka bir düzene geçiş hikayesinde kurum kültürümüz nasıl evrim geçiriyor? Kurum kültürümüzü metaforlaştırıp bir canlıya benzetseydik neye benzerdi? Nasıl bir kimliği kişiliği olurdu?

Yaşama amacı ne olurdu, o amacı yerine getirebilmek için nelere ihtiyaç duyardı? Bu soruların yanıtı ise yapbozun her bir parçasının dağıldığı çalışanımızın ortak aklında saklı. Ve onlarla bir amaç doğrultusunda kenetlenip, bir başarıya imza atmak istiyorsak önce onların dilinden konuşmayı öğrenmemiz gerekiyor. Çift yönlü simetrik iletişim yaklaşımları ile onlara rağmen değil, onları da dahil ederek kararlar almamız, yeni yaratacağımız kovanı birlikte tasarlayıp birlikte dizayn etmemiz gerekiyor. 

Şu an, burada…

Babil sözcüğü İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Eski Ahit’te "kargaşa, karışıklık" şeklinde açıklanır. Kıssadan hisse aynı dili konuşamayan, iletişim kuramayan, ortak bir amaç bulamayan takımlar dağılır, iş yarıda kalır ve ortamda kargaşa başlar. Ortak dil ve ortak aklı kültürümüz yaparsak, sürünün zekasını ortaya çıkarıp, ortak bir amaç doğrultusunda parlatabilirsek, belki Babil gibi cennete ulaşmayı hedefleyen bir kule inşa edemeyiz ama eminim ulaşmak istediğimiz cenneti şu an “burada” hep birlikte yaratabiliriz. 


 

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)