Atatürk ve Yaratıcılık


Ülkemizde çoğunlukla, yaratıcılıktan söz edildiğinde, sınırları pek belli olmayan bir üstün kavrama, ‘deha’ya başvurulur. Dehanın yalnızca Tanrı vergisi bir yetenek olduğu düşünülür. Oysa, çağımızın dehası olduğu tartışılmaz kişilerinden Einstein, dehasının sırrının günde 14 saat bir konuya yoğunlaşıp, yorulmadan çalışmak olduğunu söylemişti. Yirminci yüzyıl Fransız Edebiyatı’nın önde gelen kişilerinden ve aynı zamanda, hatırı sayılır bir matematisyen olan Paul Valery de, şiirin yalnız esinin ve duyguların ürünü olmayıp, aynı zamanda zeka ile duyguların çatışmasının ve bu çatışmayı içeren yoğun bir çabanın meyvesi olduğunu belirtiyordu. Kısacası yaratıcılık, doğurganlık; büyük çabaların, çalışmaların sonucudur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamını inceleyenler, kendisindeki büyük konsantrasyon yetisinin ve yorulmak bilmeyen çalışma gücü ile kolay pes etmeyen azminin varlığından hep söz etmişlerdir. Peki; kendisine verilen kitapları, sunulan raporları büyük hızla okuyan ve yanına çıkardığı notlarla, bunları kendisine sunanları bile şaşırtan Mustafa Kemal’in asıl yaratıcılığı neredeydi?

Yakın tarihimizi bilenler, Atatürk reformlarının hepsinin kendi özgün düşünceleri olmadığını, büyük bir bölümünün daha önceki dönemlerde uygulamaya konulmaya çalışıldığını, hatta bir anlamda uygulandığını da görür. Birkaç örnek vermek gerekirse, Harf Devrimini anımsayabiliriz. Bilindiği gibi, İttihatçılar; savaş yılları sırasında, Arap ABC’sinden Latin ABC’sine geçmeyi değilse bile, Arap ABC’sindeki ünlü sayısını arttırarak, daha kolay öğrenilen, okunup yazılabilen bir alfabe elde etmeyi düşünmüşlerdir. Çağımızda buna benzer bir uygulama Çin’de de denenmiştir. İşin ilginci, İttihatçıları bu girişiminden caydıran da, daha sonra Cumhuriyet’in hem kuruluşunda, hem de gelişme yıllarında ‘İkinci Adam’ı olacak olan İsmet İnönü’dür.

Başka örnekler de vermek mümkündür. Örneğin laik - tabii ki bugünkü anlamında değil ama çeşitli etnik ve dini kökenden çocukların bir arada pozitivist eğitim alacakları - okul denemesi Ali Paşa’nın da katkılarıyla daha 1868 yılında, Abdülaziz tarafından Galatasaray Lisesi ile yürürlüğe girmiştir. Yine laiklik ve kadın hakları konularında, İttihatçılar’ın, Ahkam - ı Şahsiye Kanunnamesi, Medeni Kanun’un bir öncüsü sayılabileceği gibi, kadınlara tek taraflı boşanma hakkı tanınması, onların başı açık sokağa çıkma özgürlüklerine, fiilen değilse de resmen kavuşmaları, kadın çalışma taburu gibi uygulamalar ve kadınlara çalışma hakkının tanınması - ki bunlardan Osmanlı döneminde ilk yararlananlardan biri telefon idaresinde çalışan, daha sonra Cumhuriyet Dönemi’nin önemli tiyatro oyuncularından biri olan Bedia Hanım Muvahit idi - hep Atatürk reformlarının öncüleri, habercileri ve ön denemeleri olarak algılanabilir.

‘Bu durumda Atatürk"ün yaratıcı özgünlüğü nerededir?’ sorusuyla karşılaşabiliriz. Sorunun yanıtını üç başlıkta toplamak mümkündür. Onun yaratıcılığı bütün bu reformların ikili bir yapıyla değil, tamamen radikal çözümlerle gerçekten yaşama geçirilebileceğini görmüş olmasında yatar. 1924 yılında kabul edilen Tevhid - i Tedrisat, eğitimde medrese - çağdaş okul ikiliğini kaldırarak, tek devrimci çözümü yürürlüğe koyar. Harf İnkılabı’nda uygulama süresinin birkaç yıla yayılmasını isteyenlere yanıt olarak, ‘birkaç ay içinde olursa olur, olmazsa olmaz’ yanıtını vererek, yine köktenci bir tavrı benimser. Çelişik, birbirine zıt ikili yapılar içinde dolanıp durmaktan çıkarak, reformları yaşama geçirir.

Ama belki de, yaratıcılığının daha önemli bir yanı, bu reformların yaşama geçmesini sağlayacak yapıyı çerçeveyi bulup, gerçekleştirmiş olmasıdır. Bu yapı ulus - devlettir. Mustafa Kemal’in çeşitli reformlarını daha önce düşünmüş ve uygulamaya çalışmış olanların hiçbiri, gerçeğin bu yanını görmeyi başaramamışlar. Böyle bir yaklaşımı denemeye cesaret bile edememişlerdir. Oysa O, yeniliğin; eskiye eklemlenerek değil, gerçekten yeni bir yapıyı işleyerek sağlanabileceğini görmüştür.

Mustafa Kemal’in yaratıcılığı, yeniliğe giden yolun araçlarını isabetle görmüş olmasında da yatar. Herkesin çözümü, büyüklüğü; elden gelebildiğince korunmuş olan çok parçalı bir imparatorlukta aradığı bir dönemde, o daha küçük, ama daha mütecanis bir birimi, ulus - devleti ve Anadolu’yu yurt olarak görmüş ve onu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Böylesine yeni bir çözümün ise, yine bir kavrama, ulus devlete giden araçları, doğru saptamıştır. Çoğu kişinin büyük güçlerde aradığı dayanağı, O hepsi seçimle oluşmuş, Anadolu halkının iradesini yansıtan Kongre İktidarları’nda (Erzurum, Sivas ve Ankara’daki TBMM’yi de kattığınızda bunların toplam sayıları 28’dir) bulmuş ve oralarda kendi iradesiyle halkın iradesini bütünleştirerek, büyük eseri olan Cumhuriyet’e doğru aşama aşama yol almaya başlamıştır. Çözümün çelik otoritede arandığı bir dönemde, o demokratik irade ve otorite ile bütünleşerek, büyük eserini yaratma yolunda yürümüştür. Yöntem ise, yaşama geçirilecek, projeyi kafasında tümüyle oluşturduktan sonra, kendi dışındaki bütün güçleri bu yönde seferber edecek politikayı çoğu zaman ikna yoluyla uygulamaya sokmak olmuştur. İşte Mustafa Kemal Atatürk’ü tarihimizin öbür reformcularından ve yurtseverlerinden ayırıp, büyük bir yaratıcı dehanın sahibi haline getirenler bunlardır.

Ali Sirmen

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)