Atalardan müzisyen ve dansçı insanların ülkesi: Küba
Büyük otelleri ıska geçip, pansiyonları da yan cebimize koyarak, bizim Soğuk Çeşme Sokağı veya Yeşil Ev misali hostelimiz Tejadillo'da odalarımıza yerleştik. Benim odamın sokağa balkonu var; aşağı sarktın mı sokak cıvıl cıvıl, tam bir mahalle muhabbeti...
Karşıdaki İlkokul eski bir apartmanın bir dairesinde, hatta üçüncü katta... Sabahları Küba'nın "İstiklal Marşı" ile uyanıyor, ardından da "Küba'lıyım, doğruyum, küçüklerimi korumak, büyüklerini saymak.... yurdumu özümden çok sevmektir."in ağır Küba aksanlı İspanyolcası ile de yataktan kalkıyordum.
Bizdeki muhabbet aynen Küba’da da emrinizde. İstiklal Marşı okunurken yoldan yürüyenlerin esas duruşa geçmeleri görülecek şey. Mahallemiz bir uyanıyor, pir uyanıyor, sabah şekerlemesi imkansız. Her evin penceresinden bangır bangır Latin Müzik (Haso su) eşliğinde aşağı sepet sallandıran, anahtar atan siyahi ablalar, teyzeler fışkırıyor. Abiler ise sokakta ucuz rumlarını yudumlama mesailerine erkenden başlıyorlar.
Her sabah duşumu aldıktan sonra beyaz serin giysilerimi giyip aşağıya kahvaltıya iniyor, tanıdık sıcak yüzler ve "Buenos Dias" (günaydın) ile alınan "Cuban Cafe con Leche"den sonra, bazı günler kilometrelerce uzun gümüş kumlu serin plajlara, bazı günler ise "Rumba Guaguanco Workshop"ı için oranın Ümraniyesi "Luyano"ya Emilio Del Monte'gillere gidiyorduk.
İstanbul'daki "Afro-Cuban Percussion Workshop" grubuma verdiğim sözü nihayet yerine getirmiştim: Percussion talebelerimi toparlayıp 15 kişi ver elini davul çalmaya Habana’ya: 15 gün… Hem de dünyaca ünlü davulcular Baba/Oğul Emilio Del Monte Sr. ve Jr ile beraber.
”Neden bir süre burada yaşamamışım?”
"Percussion"cıların Mekkesi Küba bu, Baylar Bayanler sıkı duralım... Benim altıncı gidişim bu. Neden çok daha evvel gitmemişim? Gitmek ne kelime, neden bir süre yaşamamışım? Bambaşka bir gezegen. Öyle bir gezegen ki herkes atalardan ve doğuştan müzisyen veya dansçı... Özel mülkiyet yok: Lokantalar, oteller, oto kiralama; herşeyin sahibi devlet veya kooperatifler. Müziği istediğin zaman istediğin volümde dinleme ve dinletme hürriyetin var. "Acaba burada uyuyan cocuk, hasta adam, rahatsız olan komşu yok mu?" diye düşünmeden edemedim. "Modern Dünya(?)"nın TV dizileri, Sinemaları, Fast Food markaları, otomobilleri, yeni zenginleri , "Shopping Mall"ları yok..
Fidel, Amerika’yı pek sevmiyor; US Doları da yasaklamış. Her şey “Cuban Convertible” denilen 1 US Dolar değerindeki yeni Küba parasına endeksli… Elektrik, telefon, su, un, şeker, tuz, yağ, puro gibi temel maddeler bedavaya yakın ucuz.. Eski büyük malikhaneleri 3-4 aile birden paylaşıyorlar, tek bir telefon hattı ile… Kadınlar ya devamlı telefonda ya da, eski merdaneli makinalarda bahçelerde çamaşır yıkıyorlar.
Kübalı beyaz giymeyi seviyor, temiz giymeyi seviyor. Pek öyle radyo ve TV düşkünü de değiller. Sadece iki radyo istasyonu mevcut. Televizyonu hayal meyal hatırlıyorum; devamlı komünist propagandası yapıyor idi. Radyolar da yasaklı. Geçen senelerde ölen Küba doğumlu Latin Dünyasının Müzik Kraliçesi Celia Cruz da bu yasaklardan nasibini alanlardan. Şarkıları radyolarda çalmıyor. Eski Türk filmleri gibi, bir şekilde hala yürüyen eski Amerikan arabaları, 50’lerin yuvarlak hatlı buzdolapları ve bedava elektrik ile hala harıl harıl işleyen, homurtulu, kallavi "Westinghouse Air Condition" cihazlari ile sanki eski Hollywood filmlerinde oynuyoruz.. Hava dersen hep limonata…
Küba lisanı İspanyolca'nın ağır bir lehçesi; daha melodik ve kelimeler ağızda yuvarlanarak telaffuz ediliyor. "S" harfi gibi ağız kaslarını yoran harfleri yutuyorsun, adeta yumuşak "S" oluyor. Ağız minimum oynatılarak konuşuluyor. "Bu Adalılar konuşurken bile fazla efor sarfetmezler" dedi bir Fransız. "Eforlar" zaten müzik ve dans'a çok önceden yer ayırtmış. O müzik çalmaya görsün, o çıkık popolar anında kıpır kıpır. Güzel ötesi melez dişiler (Mulatas) kemiklerini hemen vestiyere bırakıyorlar ve o anda o Afrika kanı, koyu kırmızı fışkırmaya başlıyor. Ama ne kan kokteyli; Batı Afrika, İspanya, Endülüs, Arap, Fransız, hatta Çinli ve bir ölçü de milli içki "rum". Bir kadehi bile adamı yere yıkar vallahi…
Müzik deyince; taa köklere, Batı Afrika Dinlerine dayanıyoruz., "Santero"lardan bahsetmemiz lazım. Küba Dini binlerce yıllık Batı Afrikalı "Yoruba" geleneklerinin, ağdalı ve bol yasaklı sömürgeci… İspanyol Katolik dini ile oluşan bir sentez. 18. asırda doğan bu yeni melez din, "Santeria", "Conquistador" (Fatih) İspanyol'lardan miras bir korku ile hala biraz gizemli ve saman altında.
Yoruba Tanrı'larını Katolik Azizlerin altına saklamış Kübalı. "Aziz Barbara" gününü kutlarken aslında "Chango" ya tapıyor. "Virgen dela Caridad" (Our Lady of Charity) Sevgi Azize'sinin altında yatan tanrı ise, aslında tatlı su, aşk, sevgi, zenginlere güven ve fakirlere umut veren "Oshun"… Liste uzayıp gidiyor, belli başlı 12 "Orishas" Batı Afrika Yoruba-Lucumi Tanrısı, Katolik 12 aziz (Santa) ile anıldığından bu dinin adı 'Santeria". Karayibler ve Amerika Kıtasında milyonlarca muridi bulunan bu dinin başı sık sık hayvanları koruma derneği ile belaya girmiş. Sonunda Miami Mahkemesi dini inanç için yapıldığı takdirde çeşitli hayvanların kurban edilebileceğine izin vermiş.
Afrika kökenli "Bata Drums" çapraşık ritimleri ile Tanrı'lara ulaşabiliyorlar. Bu kutsal davullara el sürmek, yere koymak yasak. Evlerde gördüğum kadarı ile ince bir iple tavana asılıyorlar ve üçü birden sanki boşlukta yüzüyor. Değil çalmayı denememe, bir tanesinin önünde diz çöküp öptükten sonra alnımı dayamama bile zor izin vermişlerdi. Böyle bir olay için en az iki sene boyunca "din kardeşi" olmam şartmış.
Bu davullardan bazılarının kutsallığı o kadar ileri seviyede ki koca ABD'de sadece topu topu iki set varmış. Bu zor ve kompleks ritmlerin peşinde, taa California Humboldt State Üniversitesi'ne ve Boston Berklee Müzik Okulu'na gittim. Ama aslına bakarsanız Küba'da bir kaç sene okumak lazım.
Orishas (Santero Tanrilari)’na ulaşmak için bazen 17 ayrı yoldan geçmek gerekiyor. 17 ayrı grift ritm arka araya sıralanıyor. Ana Davul’un (Iya) sinyalleri ile diğer iki davul (Itotole ve Okonkolo) ritmleri kalıptan kalıba sokarken, dans eden Santerolar trans' a girip bir anda "Posessed" oluyor; yani tanrılar benliklerine giriyor. Şamanizmi, Mevlevileri, düşünmeden edemedim. Ama bu iş hakikaten bambaşka; işin acılısı bu. Afrika kokuyor, davul kokuyor, ritmler kalpleri gümbür gümbür attırıyor.
Habana'nın varoşlarında bir ayine katılma fırsatını elde ettim. O tarikatın ayinine katılan ilk beyaz(?)mışım meğerse. Ben böyle şey görmedim/duymadım. Neler olduğunu anlatabilsem kitap olur, fakat kısaca şunu söyleyeyim: Eve kan ter içinde döndüğumde, (Kan/ter derken sırtımda kesilen horozun kanından bahsediyorum) madden ve manen iflas etmiş külçe vücudumla 48 saat uyumuşum… Rüyamda ölmüştüm.. cesedim sonsuz ve derin bir uykudaydı..
Ayhan Sicimoğlu