2022 ‘saygı’nın yılı olsun!

Farkında mısınız, bu günlerde neredeyse toplumdaki tüm konuşmalara belirsizlik, öfke, isyan ve tahammülsüzlük hakim… Pandemi, belirsiz ekonomi, toplumsal erozyon, siyasi erk çekişmesi… Her konuda bir belirsizlik girdabında dolanıp duruyoruz. İnsanlar, alacakları olası tepkilerden endişe duydukları için en sıradan konular hakkında bile birbirleriyle konuşmaktan çekinir hale geldi. Hele de ülkemizde ekonomik, siyasi veya toplumsal konuda sıradan bir fikir bildirmek, hakarete varacak kadar ciddi tepkilere yol açabiliyor. Bir hekimin aşı konusunda bilimsel açıklamasının karşılığı bile kocaman bir cahil cesaretinin esiri olabiliyor. 

Bu, toplumun giderek daha fazla ayrışmasına neden oluyor. Ayrışma, nefret dilini körüklüyor ve asıl bir toplum için geri dönülmez nokta bu oluyor. Biz toplum olarak gündelik hayatta bile birbirimize saygımızı yitirdik.

Modern bir toplumda fikir sahibi olabilmemiz ve bunları paylaşabilmemiz gerekiyor. İnsanlar birbirinden öğrenerek gelişebilen varlıklardır ve bu öğrendiklerine kendi deneyimlerini ekleyerek yepyeni bir bakış açısı ve tavır oluştururlar. Bu da insana başkalarının haklarına ‘saygılı’ bir özgürlük sağlar. Keşke toplumda, sosyal medyada ve genel olarak haberlerde şu anda olanlara karşı durum böyle olsaydı. Bu sürekli sinirlilik hali bizi bir araya getirebilecek en önemli bileşeni aşındırdı: Saygı’yı...

Peki toplumdaki bu erozyon, şirketleri nasıl etkiliyor? Kurum kültürü sağlam olan şirketler, iş yerinde bu erozyonun oluşmasına izin vermez. Kurum kültürü, iş birliğini ve birbirine bağlılığı deneyimleyebilmek için düşünce çeşitliliğini ve farklı bakış açılarını teşvik eder. Bu ütopik bir teşvik değil. Çalışanların bir kültür temeli ve beklentisi olmalıdır. Birbirine ve her birinin dile getirdiğine saygı göstermek gerekir. İnsanlar rollerine, yaptıkları katkılarla değer katmak ister. Bu, organizasyonun her seviyesi için geçerlidir.

Yöneticilerin bu konuda yaptığı en büyük hatalardan biri; iletişimi ve saygıyı dikte eden süreçlere entegre etmeleridir. Kurum kültüründe bunlar geliştirebilir, teşvik edilebilir ama asla dikte edilemezler.  Bazı şirketler, etkileşimi ve ilişki kurmayı sınırlandırıyorlar çünkü insanlar birbirleriyle konuşmak için çok fazla zaman harcarlarsa üretkenliğin olumsuz şekilde azalacağına dair efsaneye inanıyorlar. İK, bu aşamada devreye girerek insanları bir araya getiren bir ortam ve kültür yaratma fırsatına sahiptir. İK profesyonelleri her çalışana saygı duyan ve onların, çabalarının şirketin başarısı üzerinde anlamlı bir fark yarattığını görmelerini sağlayan kurum içi bağlılık elçisi olmalılar!  Bu ölçülebilecek bir şey değildir. Bunu insanlara üç şey vererek yapabiliriz – zamanımızı, dikkatimizi ve saygımızı... 

Bazı liderler ise ‘saygı gösterme’ konusunda cimrilik boyutunu da aşarak ‘saygı duyma’ evresinde kendilerini tamamen izole ediyorlar. Onların yönettiği kurumlarda çalışanlar liderlerine saygı duymalı, birbirlerine ve görüşlerine de saygı duymalı ama lider olarak kendilerini buna yapmaya hiçbir şekilde mecbur hissetmiyorlar.  

Dürüst olmak gerekirse, toplum olarak hepimiz bu yöne doğru evriliyoruz. Her insanın en çok istediği şey ‘saygı’… Buna karşılık insan etkileşiminde en az zaman harcanan konu da ‘saygı’… Hepimizin en büyük beklentisi ‘saygı’ iken en cimri olduğumuz konunun da ‘saygı’ olması ironik değil mi?

Saygı görmek için önce ‘saygı’yı duymalıyız. Ama bizler toplum olarak ne görüyoruz ne duyuyoruz ne de hissediyoruz. Kayıp bir nesil gibi tüm değerlerimizi haraç mezat tek tek elden çıkarıyoruz. Umarım 2022, yitirdiğimiz tüm değerlerin ‘değerini’ anladığımız ‘saygı’nın hakim olduğu bir yıl olur. 

İyi okumalar,  

Gülcan Çağlar Çalışkan
Genel Yayın Yönetmeni 

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)