Yetenek Ararken Kendini Kaybetmek: Seçme-Yerleştirme Süreçlerinin Kör Noktaları

CV’lere değil, potansiyele mi bakıyoruz?
Süreçleri optimize ederken insanı gözden mi kaçırıyoruz?
Yetenek kazanımı artık bir yarış değil; bir yön bulma meselesi.
İşe alım süreçleri uzun zamandır “en iyiyi en hızlı nasıl buluruz?” sorusu etrafında dönerken, artık başka bir gerçeklik kapıyı çalıyor: “Gerçekten kimi arıyoruz ve neden?” Çünkü CV’ler geçmişin özeti; ama biz geleceği inşa edecek insanları arıyoruz. Yani başarı geçmişte ne yaptığından çok, yarına ne taşıyabileceğinde saklı.
Giderek daha çok otomatize edilen, algoritmalarla filtrelenen işe alım süreçlerinde, adayın potansiyeli yerine geçmişi konuşuluyor. Oysa inovasyon, belgelere değil; sezgiye, öğrenme hızına ve uyum esnekliğine yaslanır. Ve asıl mesele artık en hızlı kim başvuruyor değil; bizim kurum olarak hangi yönü seçtiğimiz ve bu yönü kimlerle yürümek istediğimizdir.
İşte bu yüzden yetenek kazanımı bir yarış değil: Bir yön bulma, bir bağ kurma, bir gelecek ortaklığı kurma meselesidir. Ve bu ortaklık, sadece pozisyona uygun olanla değil; potansiyele güvenilenle kurulabilir.
İşe Alım Değil, Yön Belirleme
Seçme-yerleştirme süreçleri, artık yalnızca boş bir pozisyonu doldurmakla ilgili değil; kurumların kendini yeniden tanımladığı, stratejik yönelimlerini açığa vurduğu bir eşik haline geldi. Bugünün işe alım kararları, yalnızca bugünün ihtiyaçlarını değil, yarının kimliklerini belirliyor.
Geleneksel işe alım süreci; ilan-ver, özgeçmiş-incele, mülakat-yap, teklifi-gönder adımlarından oluşan doğrusal bir sistemdi. Ama bu formül artık yetersiz. Çünkü her yeni çalışan sadece bir görev tanımına değil, bir değer sistemine, bir kültürel ortama, bir gelecek tahayyülüne dâhil oluyor.
Her ilan bir sinyaldir. Ve her aday, bu sinyali alıp kendine şu soruları sorar:
• “Bu kurum gerçekten neyin peşinde?”
• “Yalnızca teknik becerimi mi istiyor, yoksa bakış açımı da önemsiyor mu?”
• “Bu kültür beni içine alır mı, yoksa dışarda mı bırakır?”
Aynı şekilde kurumlar da her adayla birlikte şu soruların eşiğine gelir:
• “Bu kişi sadece iş yapar mı, yoksa bize yeni bir yön mü çizer?”
• “Bu kişiyle neye dönüşebiliriz?”
• “Bu kişinin getirdiği değer, bizim alışkanlıklarımızı zorlar mı, dönüştürür mü?”
Bu nedenle işe alım artık bir birey seçimi değil, bir strateji belirleme anıdır. Kurum, her yeni çalışanla kimliğini biraz daha şekillendirir. Bu şekillendirme, yalnızca iş tanımıyla değil; değerler, inançlar ve hatta çatışmalarla yapılır.
Yetenek Kazanımı: Arayıştan Mimariye
İşe Alım Değil, Yön Belirleme
Seçme-yerleştirme süreçleri, artık sadece işe insan almakla ilgili değil; kurumsal vizyonun, değerlerin ve kültürel gelecek tasarımının yeniden yazıldığı bir eşik. Her açılan ilan, yalnızca teknik bir ihtiyacı değil; kurumun kendine dair beyan ettiği bir yönelimi temsil ediyor. Çünkü bugünün yetenekleri, artık sadece “ne iş yapılacağını” değil, “nasıl bir geleceğe dahil olacaklarını” merak ediyor. İlanlar birer iş tanımı değil, kültürel niyet mektubu haline gelirken; adaylar da yalnızca iş aramıyor, anlam arıyor.
İnsan mı Arıyoruz, Anlam mı?
İşe alınan her kişi, bir beceriden fazlasını taşır. Yeni bir ekip üyesi, kurumun dokusuna yeni bir katman ekler. Bu kişiyle sadece ne yapılacağı değil, nasıl bir etki yaratılacağı belirlenir. Bu yüzden işe alım süreci, aslında şu sorularla ilerlemeli: Bu kişiyle kim oluruz? Hangi becerileri büyütür, hangi refleksleri kaybederiz? Bu sorulara yanıt verebilmek için, İK’nın yalnızca teknik yeterliliğe değil; potansiyele, etkileşim tarzına ve kültürel uyuma odaklanan çok katmanlı bir bakış açısına ihtiyacı var.
Kültürel Mimarlık ve İK’nın Yeni Rolü
Günümüzde İK profesyonelleri yalnızca özgeçmiş taramıyor; aynı zamanda kültür kuruyor, potansiyel okuyor ve bir tür psikolojik mimarlık yapıyor. Her işe alım, kurumun geleceğine atılan stratejik bir çapa gibi işlev görüyor. Bu noktada İK’nın rolü bir filtreleyici olmaktan çıkıp, yansıtıcıya dönüşüyor. Yani yalnızca “kimin uygun olduğunu” değil, “biz nasıl bir kurumuz ve neye ihtiyaç duyuyoruz” sorusunun cevabını da arıyor.
Geçmişe Değil, Geleceğe Seçim Yapmak
Yetenek kazanımında hala sık yapılan hatalardan biri, potansiyel yerine geçmiş performansa odaklanmak. Oysa yüksek potansiyele sahip bir aday, bugünün değil; yarının işini yapabilecek kapasiteye sahiptir. Bu yüzden mülakat sorularının klişelerden, ilan metinlerinin ezberden uzaklaşması hem kurumun hem adayın karşılıklı olarak kendini gerçek bir aynada görebilmesini sağlar.
İşe Alım Süreci Değil, İlişki Kurma Sanatı
İşe alım, artık sadece bir işlem değil; bir ilişki kurma süreci. Deneyim tasarımından aday iletişimine, ilk temas anından onboarding sonrasına kadar her adım, adayın kuruma olan algısını ve bağlılık ihtimalini etkiler. Kurumlar bu süreci samimiyetle, şeffaflıkla ve insan odaklılıkla kurguladığında, yalnızca bir pozisyonu değil; uzun vadeli bir bağlılık zeminini kazanmış olurlar.
Sistemin Görünmeyen Tıkanıkları: Hala Aynı Hatalar
İK dünyası seçme-yerleştirme süreçlerinde yeni araçlar, testler ve yazılımlarla ilerlerken, bazı köklü sorunlar yerinde sayıyor. Yüzeyde yenilik görünse de, derinde tekrarlanan hatalar aynı sistemsel sıkışıklığın yansıması. Ve bu hatalar, yalnızca doğru adayı kaçırmakla kalmıyor; kurumun gelecekteki dinamizmini de zedeliyor.
1. Aşırı Tanımlanmış İlanlar
Geleneksel işe alım ilanları, hala bir pozisyonu “doldurma” refleksiyle hazırlanıyor. Teknik yeterlilik listeleri uzadıkça, insanın potansiyel alanı daralıyor. Bu ilanlar genellikle sadece geçmiş deneyimi olanları davet ediyor; oysa bugünün karmaşık problemleri, tanımsız beceriler ve deneyim dışı sezgilerle çözülüyor. Fazla belirgin kriterler, beklenmedik yeteneklerin kuruma erişmesini engelliyor. İlanlar, yalnızca kimleri almak istediğimizi değil; kimleri dışarda bıraktığımızı da belirliyor.
2. Klişeleşmiş Mülakat Soruları
“5 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?” sorusu, hala birçok mülakatın temel taşı. Oysa bu sorunun yanıtı, adayın hayal gücünden çok, ezber becerilerine bağlı. Klişeleşmiş sorular; özgünlüğü, sezgiyi ve o anda kurulan insani bağı öldürüyor. Gerçek potansiyel, sistemin hazırlıksız olduğu yerlerde parlar. Bu nedenle mülakatlar, kontrollü diyaloglar değil; yönsüz ama amaçlı keşifler olmalı.
3. Gerçek Dışı Vaatler
“Biz bir aileyiz”, “Herkesin fikri değerlidir”, “Yatay hiyerarşi” gibi içi boşaltılmış kurum cümleleri, adaylarda güven değil şüphe uyandırıyor. Kurumsal söylem ile gerçek deneyim arasında ciddi bir fark varsa, işe alım süreci güven değil; hayal kırıklığıyla başlar. Yeni nesil yetenek, vaatlere değil; gözleme bağlı karar veriyor. Bu yüzden samimi, somut ve tutarlı bir anlatı inşa etmeyen kurumlar; en güçlü adaylara bile yabancı kalıyor.
4. Potansiyel Değil, Performans Odaklılık
İşe alımın hala en büyük kör noktalarından biri, geçmiş başarıları geleceğin garantisi gibi görmek. Oysa yeni rollerde başarılı olacak kişileri seçmek, yalnızca CV okuma becerisiyle mümkün değil. Öğrenme kapasitesi, merak, adaptasyon zekâsı ve duygusal esneklik gibi ‘görünmez’ beceriler artık en kritik seçim kriterleri. Bu beceriler sayılara değil, insan sezgisine hitap eder. Ve bunu fark eden İK’lar, geleceği sadece doldurmaz; şekillendirir.
Yeni Nesil Seçme-Yerleştirme: Algoritmadan Anlamaya
Bugün birçok işe alım süreci teknolojik olarak hızlandı, kolaylaştı, otomatikleşti. CV tarayan botlar, çevrim içi değerlendirme araçları, ön mülakatları yapan yapay zekâ yazılımları artık işe alımın sıradan parçaları. Ancak burada kritik bir kırılma yaşanıyor: Veriyi anlamanın ötesinde, insanı anlama kabiliyeti kayboluyor. Teknolojiyle dolu süreçler, bazen duygusal sezgiyi bastırıyor. Oysa işe alım, yalnızca “veri okuma” değil; insan görme sanatıdır.
Çünkü bazı insanlar, kriz anlarında parlar – özgeçmişlerinde değil. CV’lerinde büyük isimler ya da yüksek puanlar yoktur; ama bir takımı sürdürülebilir şekilde büyütme refleksi taşırlar. Bazıları kendini mülakatta ifade edemez; çünkü özgüveni değil, güven ilişkisi kurmayı önceler. Ama aynı insanlar ekip içinde kendiliğinden liderlik geliştirir, yük taşır, ara bulur, bağ kurar. Algoritmalar bu nüansları ayırt edemez. Çünkü potansiyel, ancak insani merakla ve açıklıkla görülebilecek bir iz bırakır.
Üstelik dijitalleşmiş işe alım sistemleri, bazen kurumsal önyargıları daha da katılaştırabilir. Örneğin; bir yapay zekâ, önceki işe alım verilerine dayanarak “geçmişte tercih edilen” profilleri öne çıkardığında, farklılık değil, tekrarlama üretir. Kurum, çeşitlilik yerine konforu, dönüşüm yerine benzerliği seçer. Böylece potansiyel vaat eden ama norm dışı kalan adaylar sistem dışına itilmiş olur.
Bu nedenle yeni nesil işe alımın en büyük sınavı şudur: Ölçmeyi bırakmadan, anlamayı nasıl çoğaltırız? Algoritmanın sağladığı verimlilikten faydalanırken, sezgisel zekâyı sürecin dışına itmeden nasıl bir denge kurarız? Cevap, işe alımı sadece “doğru kişi” bulmak değil; “doğru ilişki” kurmak olarak görmekten geçiyor. Bu ilişki yalnızca İK ile aday arasında değil; kurumun geleceği ile potansiyelin buluştuğu yerde kurulur.
İlanlar Niyet Beyanıdır
Artık bir iş ilanı sadece “ne iş yapılacak?” sorusuna değil, “bu iş neden önemli, kimlerle birlikte yapılmalı, ne tür bir zihniyetle yürütülmeli?” gibi sorulara da cevap vermek zorunda. Çünkü işe alım süreci sadece uygun adayı bulma değil; kurumun kendine dürüstçe bakma sürecidir.
Örneğin; “dinamik bir ekip” denildiğinde, bu gerçekten dinamizm mi, yoksa sürekli değişen hedefler ve belirsizlik anlamına mı geliyor? “Esnek çalışma ortamı” vaadi, ne kadar esnek? “Kurumsal kültürümüz güçlüdür” diyen bir ilan, hangi kültürün güçlü olduğunu açıklıyor mu? Bu tür ifadeler, artık adaylar tarafından sadece bilgi değil, samimiyet testi olarak okunuyor.
Sonuç olarak, işe alımda geleceği seçiyoruz. İşe alım süreçleri, geçmiş performansların değil; geleceğe dair kurumsal yönelimlerin ifadesidir. Birini işe almak, aynı zamanda şunu söylemektir: “Bu kişiyle yola devam etmek istiyoruz. Bu kişinin temsil ettiği değerlerle büyümek istiyoruz. Bu kişinin getirdiği farklılıklarla yüzleşmeye hazırız.”
Dolayısıyla bugünün İK profesyoneli yalnızca özgeçmiş analizi yapmaz; kurumun gelecek hikayesine kimin ses vereceğini de seçer. Ve bu seçim, bir CV incelemesinden çok daha fazlasıdır: Bu, bir yol ayrımı, bir kimlik kararı, bir vizyon testidir.