İzzet Garih


1961 doğumlu olan İzzet Garih evli ve iki çocuk babasıdır. Şişli Terakki Lisesi’nden mezun olan İzzet Garih The University of Michigan at Ann Arbor’da Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde lisans, yine aynı üniversitenin İnşaat İşletmeciliği Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Çalışma hayatına 1984 yılında Michigan Hastanesi İnşaatı Mühendislik Hizmeti Birimi’nde başlayan İzzet Garih, 1985 yılında Alarko Holding A.Ş. Organizasyon & Method Departmanı’nda Planlama Mühendisi, Alarko Arazi Geliştirme ve İnşaatlar Grubu’nda; 1986 yılında “Alkent Etiler” Konut Projesi’nde Planlama Mühendisi, aynı projede 1987 yılında Planlama Müdürü, 1988 1990 yıllarında Proje Müdür Yardımcısı, 1990 1992 yıllarında Antalya’da “Albeach Resort Golf Hotel” inşaatında Proje Müdürü, 1993 1995 yıllarında “Alkent İstanbul 2000” Rekreasyon şehri Projesi’nde Müessese Müdürü, 1995 1997 yıllarında aynı projede Koordinatör olarak görev aldı. İzzet Garih, 1998 yılından itibaren Alarko Holding İnşaatlar Grup Koordinatörü olarak görevini sürdürüyor.

İzzet Garih, (1981 1984) Michigan Türk Talebe Birliği’nde Genel Sekreter, Sayman ve Başkan Yardımcısı, (1986 1987) GYİAD (Genç Yönetici ve İşadamları Derneği) Kurucu Üye ve Yönetim Kurulu Üyesi, (1987 1988) GYİAD Sayman ve Yönetim Kurulu Üyesi, (1990 1991) YPO (Young Presidents Organization) Kurucu Üye Türkiye “İstanbul Bosphorus” Chapter, (1991 1992) YPO Başkan Türkiye “İstanbul Bosphorus” Chapter, (1991 1998) IEE (American Institute of Industrial Engineers) Üye, 1998 yılında ULI (Urban Land Institute), GYİAD ve YPO üyesidir.

İzzet Garih’in yaşama dair görüşleri...

İnsanın mutluluğu yakalamış olması önem taşıyor. İşte ve sosyal yaşamda çok uç noktalarda olmayı yanlış buluyorum. İnsanın mutluluğu her iki ucun arasındaki orta bölgedeki dengeyi sağlamakla mümkün. İş hayatında birtakım artı değerlerin bize geri dönmesinin sosyal hayatla çok bağlantılı olduğuna inanıyorum.

Sporun yaşamımda önceliği bulunuyor. Yürüyüş ve jogging yapıyor, yüzüyorum. Spor yapmak insanın iş hayatına pozitif olarak yansıyor.

İnsan egosunun sınırı yoktur. Bu nedenle isteklerin önüne bir sınır konulmalı, kişi yaptığı işin en iyisini yapmaya çalışmalıdır. “En büyük proje”, “En büyük şirket” yaklaşımının doğru olmadığını düşünüyorum.

Şu an gündemde olan “Mükemmelliyetçilik” ekolünü kabul ediyorum. İşin boyutu değil, o işi en mükemmel şekilde insanlara sunmak değer taşıyor.

Bir şirketin cirosunun daha büyük olması daha karlı olacağı anlamına gelmez. Bizim konut sektöründe en büyük olacağız diye bir hırsımız yok. Böyle bir yaklaşımın bizi yanlış yerlere götüreceğine inanıyorum. Ama en kaliteli konutları yapmak, en iyi ve topluma en faydalı projeleri üretmek gibi bir hırsımız var.

Dünya Genç Girişimciler Yarışması’na katılmaktaki amacınız neydi? Büyük Ödül’e gelinceye kadar geçirdiğiniz aşamalar. Yarışmaya nasıl hazırlandınız? Türkiye’deki yarışmayı kazanmanız ve Çin’e gitmeniz...

Alkent 2000 Projesi ile Türk mühendis ve işçilerinin yeteneğini uluslararası arenada tüm dünyaya göstermeyi amaçlamıştık. Yarışmanın birinci aşaması olan Türkiye finalleri İstanbul’da yapıldı. Yarışma sonucunda finale kalan yedi finalist arasından birinci seçilerek Türkiye’yi ve şirketimi temsil etme görevini üstlendim. Geceli gündüzlü yoğun bir hazırlık dönemi geçirdim.

Pekin’de dört gün süren proje sunum ve değerlendirme çalışmaları, üç gün süren jüri sınavı gibi yoğun geçen aşamaların ardından yarışmada birinciliğe hak kazandım.

Böyle bir başarıya imza atmak size neler hissettirdi?

Tabii bu yarışmada ben ve ailem büyük bir heyecan duyduk. Ödülü kazanamayabilir, beşinci de gelebilirdim. Türkiye’de de birincilik olmayabilirdi. Yine de bugün Türkiye’de yaşıtlarımın arasında benden çok daha girişimci iş arkadaşları olduğunu belirtmek istiyorum. Türkiye’den 50 işadamı katıldı. Kaderci değilim ama şans unsuru ve Allah’ın yardımına inanıyorum. Türkiye’den katılım çok olmadı. Olsaydı kazanma şansımız daha az olabilirdi.

Geleceğe yönelik planlarınızda veya hedeflerinizde değişiklikler oldu mu?

Bakış açımda bir değişiklik olmadı. İnsanların mutlu olacağı projeler gerçekleştirmeye ve sevdiğimiz işi en güzel şekilde yapmaya çalışıyoruz. Kara ve kazandığımız paraya “output” olarak bakıyoruz. İşimizi severek yaptığımız için para kazanıyor, para kazanma hırsı ile iş yapmıyoruz.

Ben mutluluk dengesini gerek iş, gerek özel hayatımda sürdürmeyi hedefliyorum.

Türkiye açısından bu başarıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Küreselleşmenin dünyanın gündemini oluşturduğu şu günlerde Türkiye adına böyle başarılara ihtiyacımız olduğunu düşünüyor musunuz?

Önemli olduğuna inanıyorum. Gelecek yıl ben tekrar yarışmaya katılamıyorum. Bu yarışmada önümüzdeki on sene içinde en aşağı üç dünya birinciliği alırız diye düşünüyorum. Yarışma kapsamında bir “Millennium Club” var. Tüm katılan finalistler bu kulübün direkt olarak üyesi oluyorlar. şu an 100 üyesi olan “Millennium Club”a her sene tüm ülkelerden gelenler otomatik olarak üye oluyor. Kulüp uluslararası boyutta iş dünyasını içeren büyük bir kaynaşma getiriyor ve çeşitli sektörlerdeki şirketlerden gelen kişiler arasında faydalı bir iletişim ağı sağlıyor. Kulüp üyeleri yılda üç kez üye ülkelerdeki belli şehirlerde toplanıyorlar.

Tanıştığımız kişilerle iş yapmamız gerekmiyor, kurduğumuz dostluklar çok değerli. Lobicilik anlamında güzel bir olay. Küreselleşme bu şekilde uluslararası boyutlardaki ilişkilerle çok daha kolay hissedilebiliyor ve gerçekleşiyor. Ben Türkiye’ye gelen bir kişiyi aynı sektörden ilgilenebilecek birçok arkadaşımla tanıştırıyor, bu anlamda topluma faydalı olacak bir iletişim zincirine katkı sağlamış oluyorum.

Alarko Holding bünyesinde bir yönetici olarak İnsan Kaynakları Yönetimi konusunda yaşadığınız değişimi kısaca özetler misiniz?

İnsan Kaynakları çalışmalarında biz Amerika ve Avrupa’ya paralel çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Bu konulardan biri Eleman Seçme ve Yerleştirme. On yıl öncesine göre çok farklı uygulamalarımız var. Çok detaylı mülakatlar yapılıyor. Eskiden iki veya üç mülakat, bir iki test yapardık. Bugün 5 6 test, 8 mülakat yapıyor, referansları kontrol ediyor ve insan seçerken çok detaya iniyoruz. şirketler için “İnsan” çok önemli. Bu nedenle insanın işe alınma ve şirkete kazandırılmasının üzerinde önemle duruyoruz.
İkinci üzerinde durduğumuz konu: “Eğitim”. şirket içi, şirket dışı, formal, informal, yurtiçi ve yurtdışı eğitim çok önemli. Bu altı kategoriyi işlemek, eğitimin yıllık planlamasında bu altı bacağı dikkate almak, kişinin gelmiş olduğu kültüre, almış olduğu eğitim ve geçmiş deneyimlerine göre bir değerlendirme yapmak gerekiyor.

Büyükbabamın bir sözünü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Herhangi bir insanın yüzüne baktığın zaman şunu düşün ve gerisini unut: Karşında oturan insan en az senin kadar akıllı. Etraf en az senin kadar akıllı insanlarla dolu. Böyle bir havuzun içinde yaşıyorsun, ona göre gardını al.” İş dünyası vahşi bir orman. Rekabet ortamı yoğun. Tamamen global ortam içinde sektörde yapılan en iyi işleri yakalamaya çalışmak ve bu anlamda çıtayı yüksek tutmak gerekiyor. Çünkü Çin atasözünün dediği gibi “Savaş aslında başlamadan önce kazanılır”.

Şirket yönetim anlayışı ile ilgili vurgulamak istediğiniz noktalar...

Takımımızla birlikte koşarken aşırı kuralcı olmamamız gerekiyor. Aşırı kuralcı olduğunuz zaman yaratıcılık faktörünün yok olması sözkonusu. Ademi Merkezi bir yönetim şeklimiz var. Sadece delegasyonla değil hem delegasyonların maksimize edildiği hem de desantralizasyon anlamında teşkilatımıza yetkilerin devredildiği bir yönetim anlayışına sahibiz. Kontrol raporlama sistemlerimiz ve standart operasyonel prosedürlerimiz var.
Genelde birbirini tamamlayıcı bir ekibimiz var. Takımın mükemmel olmasına çalışıyoruz. Her bireyin mükemmel olmasının mümkün olmayacağını biliyor, bu sebeple bireylerin iyi olan taraflarının üzerinde duruyor, kötü taraflarının üstüne gitmiyor, adeta aynaya bakıp olduğu gibi kabul ediyoruz. Bazı zayıf noktalarımızı giderebiliriz, bazılarını gideremeyebiliriz. Gideremediklerimizin üzerinde tamamlayıcı yaklaşımımızla duruyoruz.

Artık bireysel kahramanlıklar kalmadı. Örneğin; ben yaratıcı bir insan değilim. Psikometrik testlerde de bu ortaya çıkıyor. Ama takımımızda bu anlamda iki uçuk insan var. Bu insanların ayakları sürekli gazda ve sürekli uçuyorlar. Onları da biz dengelemeye çalışıyoruz. Onlar da olmasa uçak gidemiyor. Takım içinde tabii zaman zaman ayrılıklar, farklılıklar da oluyor. Herşeyin tam anlamıyla yolunda gittiğini söyleyenler varsa da ben buna inanmıyorum. Her zaman yaptığınız işler iyi noktaya sorunsuz bir şekilde gitmiyor ve acı çekmeden başarıya ulaşılmıyor. İnsanların kendilerinin olayları yaşayıp öğrenmesi önem taşıyor. Onun da bedeli zaman kaybı olabiliyor. Bütün mesele bu zaman kaybını minimize edebilmek. Bu kaybı önlemek için zaman zaman birilerinin nasırlı elleriyle müdahale etmesi gerekiyor.

Takımın tamamlayıcılığı çok önemli. Ortak hedefe kilitlenmek ve bunun için insanlara ödülleri paylaşmaya hazır bir ortam oluşturmak gerekiyor. Çünkü herkes ödülleri paylaşmıyor. “Beraber ağlayıp, beraber gülmek” çok önemli bir olay. Güzel bir sene geçirdik, hepimiz bu parayı paylaşacağız. Kötü bir sene geçirdik, yine bunu beraber paylaşacağız. Belki bu sistemi ben de yüzde yüz işletemiyorum. Ama yüzde seksen gerçekleştirmeye çalışıyorum. Bizim kardan pay sistemimiz var. Bunu orta kademeye yaydık. Daha da alt kademeye yaymayı planlıyoruz. Çünkü alt kademeye yaydıkça şirketin kar oranı yükselmeye başlıyor. Kişi kara indeksli bir yapıda, kara etkisi olduğunu biliyor. “Ödüllerin Paylaşımı” maksimize edildiği, yukarıya ve aşağıya doğru yayıldığı zaman ortak hedeflere kilitlenme rahat gidiyor. İnsanların ortak hedefe kilitlenmesi için ikna olması gerekiyor. Kişi ben niçin ortak hedefe kilitleneyim, benim bu işten karım ne olacak diyebilir. Kişiye karlılık formülünden bir pay verilmiyorsa, ortak hedefe kilitlenme sağlanamaz.

Bu arkasında çok detaylı bir raporlama sistemi gerektiriyor. Bütün halkalar birbirine bağlanmaya başlıyor. Ortak hedefe kilitlenmenin getirdiği takım ruhu içinde, takım üyeleri birbirlerini tamamlayacak özelliklerinin arayışı içine giriyor, takım üyeleri kendindeki eksiğinin diğer arkadaşında artı olmasından gurur duyar hale geliyor. Bu takım ruhu ile çalışıldığı zaman kişinin daha açık olarak davrandığını, kişinin yeteneği olmadığı bir işi başka bir kişiye kolaylıkla devredebildiğini gözlemliyoruz.

Ünlü Amerikalı profesör Adizes’e göre şirketlerin bir “Hayat Döngüsü” var. Her şirket bir doğum noktası ile başlıyor. Bundan sonra bir “Bebeklik” (Infancy) dönemi var. Daha sonra “Go go” dönemi geliyor. Bu satış döneminde şirketler fazla organize değiller ve oksijen ihtiyaçları olduğu için tek düşünceleri satış yapmak. Kar ve zarar çok önemli değil. Sonra “Ergenlik” (Adolescence) dönemi geliyor. şirketlerde daha fazla kontrolün artmaya başladığı, dengenin sağlandığı bir dönem. Bu dönemden sağlam çıkan şirket “Prime” yani “en iyi” dönemine geçiyor. Yıllar sonra ise “Aristokrasi” dönemine geliniyor. Bu tehlikeli bir dönem. Aristokrasi dönemine yakalanmamak için şirket yetkilileri uyanık olmalı. Zira aristokrasi dönemine yakalandıktan sonra şirketi kurtarmak çok zor. Ancak her negatiften önce bir uyanma dönemi var.

Buradaki mesaj şudur: Her şirket doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Devletler de böyledir. Bunu kabul etmek lazım. Doktor olarak gördüğümüz danışmanlara şirketimizin bu “Hayat Döngüsü”nün hangi noktasında olduğunu soruyoruz. Danışmanlar, bulunduğumuz noktayı, hangi tuzaklarla karşı karşıya olduğumuzu ve neler yapmamız gerektiğini söylüyor. Biz şirket olarak şu an “Ergenlik” döneminin orta noktasındayız. On yıl kadar sonra bu dönemimizi tamamlayacağımıza inanıyoruz. Prime’ı yakalamak ve maksimize edebilmeyi hedefliyoruz. Her şirket yıllar sonra bir gün ölüyor. İnsanlar gibi iyi koşullar sağlandığında daha uzun ömürlü olabiliyor.

Değişime uyum gösterebilmek için biraz esnek olmak, inatçı olmamak, işin kalitesi ve zamanında bitirilmesi konusunda ısrarlı olmak gerekiyor.

“Dünya Genç Girişimciler Yarışması”nda ödül kazanan bir girişimci olarak “Girişimcilik Ruhu”nu nasıl tanımlarsınız?

İnsan beyninde üç ana kutu var. Birinci kutu : Girişimcilik. Buna Vitamin G diyoruz. Hepimizin beyninde bir miktar Vitamin G var. Amerikalılar buna Vitamin E diyorlar. “Vitamin Enterpreneurship”.

“Bazılarımızda uçuk, bazılarımızda uçuk değil, fakat az veya çok hepimizde G var. G’yi tanımladığımızda, karakteristik özelliklerine baktığımızda “G” ayağı gazda olan bir şoför gibidir. Risk alma özelliği yüksek olan bu karakterin değerlendirme özelliği nispeten zayıftır.

İkinci kutu : Vitamin Y. Yönetimsel olan bu kutu insanları ve riskleri yönetiyor. Y’nin görevi riskleri minimize etmek. Beynin içinde bazen Y ile G arasında bir çarpışma ve tezat yaşanır. Karakteristik özelliklerine baktığımızda “Y” ayağı frende olan bir şöför gibidir.

Üçüncü Kutu : Koordinasyon. Daha insancıl ve takım toparlayıcı. Hepimizde bir miktar da “K” var. Bunu da debriyaja benzetebiliriz.

Takımları kurarken G, Y ve K ağırlıklı kişilerin bu yönlerini iyi tanıyarak takımı oluşturmanın faydalı olacağına inanıyorum.

Geçmişte ve bugün çeşitli dernek faaliyetlerinde yer aldığınızı görüyoruz...

Evet. Çok yoğun çalışmalarım oldu. Örneğin; GYİAD kuruluşu ve takip eden döneminde üç yılı çok yoğun olarak dernek çalışmalarında geçirdim. Bunlar iş saatlerinden zaman yiyen çalışmalardı. Fakat hepsi bana bir şekilde katma değer olarak geri döndü.

Üniversite yıllarınızda da Talebe Birlikleri’nde etkin olarak görev almışsınız. Bugün öğrencilerle diyaloğunuz nasıl?

Gençlerle diyaloğum çok kuvvetli. Üniversitelerde konuşmalar yapıyor, staja gelen öğrencilerle bağlantılarımı sürdürüyorum. Bugüne kadar beni üniversitelerde dinleyen öğrencilerin 1500’ünden mektup aldım. Benim yanımda staj yapanlar hep aynı yörüngeye girdiler. Hepsi şirketlerde belli yerlerde görev aldılar. Onları adeta kendi yansımam gibi görüyorum. Ben de kendi çalıştığım insanların iyi yönünü alıyorum. Bu arkadaşlardan bazılarını dört beş sene sonra aynı yarışmaya hazırlayacağım.

Sizi “Büyük Ödül”e taşıyan Alkent 2000 Projesi’nden biraz bahseder misiniz...

1992 yılında, kalabalık, hava kirliliği, gürültüden uzak, yeşillikler içinde stresten uzak, trafik sorunları çözülmüş, spor, kültür ve sağlık faaliyetleri oldukça geliştirilmiş bir kasaba yaratmak düşüncesinden yola çıktık. Alkent 2000, 7 bin dönüm arazi üzerine kurulu, bir rekreasyon kasabası. Bu kasabanın 7 mahallesinden şu an iki mahallenin inşaatını tamamladık. 1200 kişi yaşama başladı. Aşağı yukarı 380 aile var. Ve talep o kadar hızlı gelişti ki ilk önce dört mahalle olarak planlamıştık, sonra 7 mahalleye çıkarttık. Her mahalle Alkent 2000’de oturanlara hizmet veren Rekreasyon Merkezlerine sahip olacak. Kapalı açık yüzme havuzları, restoranlar, sinema salonları, fitness center, sauna, tenis kortları, alışveriş merkezi bulunuyor. Alkent 2000 Hazerfen Havaalanı’na da çok yakın. Golf sahası, golf kulübü ve binicilik kulübü, göl kıyısında kurulmakta olan su sporları ve balıkçılık kulübü projenin tamamlanacak diğer bölümlerini oluşturuyor.

Eğitimle ilgili olarak Yüzyıl Işıl Yuvası Alkent 2000’de hizmet vermeye başladı. Bu arada Yüzyıl Işıl Eğitim Kurumu ile birlikte geliştirilmesi planlanan ilkokul projesi için görüşmelerimiz devam etmektedir. Ayrıca Kültür 2000 Lisesi bu yıl ilkokulunu hizmete açıyor. Bunların yanısıra Türkiye’de bulunan yabancıların çocuklarına eğitim veren IICS 1999 yılının Eylül ayında hizmet vermeye başlayacaktır.

Teşekkürler...

Hazırlayan: Figen TAHİROĞLU

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)