Hayatta en çok babamı sevdim...


Eee, zaman zaman annem ve kardeşlerimle onun arkasından iş çevirmeden de olmuyordu; ‘aman babam duymasın, aman babanız duymasın’. Hangimizin evinde çınlamadı ki bu ses... Onun işten dönüş saatleri evde bir telaş, bir koşuşturma olurdu. Annem yemek hazırlama derdinde, ben ise heyecanla o devin kapıdan girişini beklerdim...


Şimdi o heyecanı paylaştığım küçük dostlarım var benim, kendileri evlatlarım olur. Küçücük elleriyle kapıyı açarak ‘Babaaa’ diye bağırırlar. Gözüme girmek için türlü türlü numarayı yapmaktan asla kaçınmazlar. Kızacağımı anladıkları zaman şaşkın gözlerini kocaman açarak gözyaşı dökecek gibi olurlar ama durum kurtarmada da üstlerine yoktur. Masumiyetin timsali gibi görünseler de tilkinin bile akıl edemeyeceği şeyler yaparlar. Onların bir gülüşü ise benim şu dünyadaki var oluş nedenimdir.

İş yoğunluğumdan dolayı modayı trendi takip edemem ama çizgi film karakterleri olan Winx kızları, Disney kahramanları veya Şimşek McQuenn’in tüm ürünleri takip etmem gerekiyor, çünkü emir büyük yerden gelir. Kalemimizde, defterimizde ve hatta yatak odalarımız bile onlar vardır. Eeee, sen koskoca şirketi yönetebilirsin, büyük büyük adamlara danışmanlık da yapabilirsin ama Winx’i veya Şimşek McQuenn’i bilemeyecek kadar cahilsen diyecek bir söz kalmıyor(muşşş)!!! ‘Üf, ama baba yaa’ veya ‘babacığım, lütfeennn’ cümlesi hayatımda en çok duyduğum ‘geribildirim’dir...

Babam; O belki şimdi çocukluğumdaki kadar dev değil ama yüreğimde dev’liği baki, uzun uzun mesafelerim sonunda başım her sıkıştığında sığındığım limanım ‘babam...’
Çocuklarım; yol arkadaşlarım, yaşam ‘koç’larım ve de CEO’larım...

Ben mi?

Babamın oğlu,

Nazlı kızlarımın, ele avuca sığmaz afacan oğlumun babası,

Şirketimin yöneticisiyim...


Nevzat Bey’in oğlu,
Rüveyda Hilal ve Fatma Betül’ün babası,
Yıldız Holding A.Ş. Gıda ve İçecek Grubu İnsan Kaynakları Grup Müdürü
Bahattin Aydın

Küçücük bir bebeğin dünyaya gelişi bize mucize denilen olağanüstü duyguyu yaşatır. Ayakların yere değmez, ellerin ve kolların uslu duramayan bir çocuk ve kalbin ise bedeninde en çok hissettiği herkesin sesini duyacağını düşündüğün coşkulu bir enstrüman olur. Bu lüzumsuz bedenin, bebeğini kucağına aldığında gönlüne “evet, sen bir babasın der” işte o an ayakların yere daha sağlam basmaya, ellerin ve kolların onu her daim güvende tutmaya çalışacağına, kalbin ise huzur ve sükûnet içinde olacağına söz verir.

Bu serüven anne ve baba olduğumuz ilk anda başlar. Onun üstünde yaptığımız her etkinin bu mucizeyi ya körelteceğini ya da destekleyip ve geliştireceğini anladığımızda sinyal alırız; işte gerçekten anne ve baba olma sorumluluğu o dönemde başlar. Çocuksa meleksi halini, masumiyetini, saflığını, temizliğini kendisine değen herkese bulaştırır. Tabii ki, en çok ta anne ve babaya. Küçük bir çocuğun karşısında değişmeyen var mıdır? Ben baba olduğumda en çok bu duruma çarpıldım.

Babamla baba olduktan sonra birbirimize daha yakın olduğumuzu hissettim. Aramızda var olan saygıya dayalı mesafeli ilişkimizin mesafesi kızlarım sayesinde sanırım bayağı kısaldı. En çok da ağlayan bebeğimizi susturmaya çalıştığımızda ya da kızımdan gelen sınırsız sorular karşısında kendimizi çaresiz hissettiğimizde babamın muzip muzip gülüşü ya da “işte oğlum baba olmak zor zanaattır” sözü her daim kulağımdadır. Babamın, dede olmanın bütün avantajlarını kullanması beni de mutlu ediyor ama onlara karşı küçükken bana olduğundan daha toleranslı ve her daim şımartmaya meyilli oluşu da beni şaşırtmıyor değil. Galiba bunu da dede olunca anlayacağım. Bazen acaba ben nasıl bir dede olurum diye kendime soru sorarken buluyorum. Sonra kendi kendime gülüyorum ve baba olmanın hayatı nasıl da kuşattığını hissediyorum. Gelecekle ilgili güzel hayallerimde bile kızlarımın nasıl da baş köşede bulunduklarını görmek beni mutlu ediyor.

Beni fazla şaşırtan şey, babamın bizi yetiştirirkenki mesafeli halinin torunlarıyla olan ilişkisinde tamamen ortadan kalkmasıdır. İnsan, tabii ki, bizim suçumuz neydi diye sormadan edemiyor. Ben çocuklarıma karşı daha fazla ilgili ve düşkün olduğumu düşünüyorum. Onlara karşılık gerektirmeyen bir güven ve sevgi yaşatmaya çalışıyorum. Bu nesil farkı mıdır, yaş ile mi ilgilidir veya imkanlarla mı alakalıdır cevabını bulmak zor. Kendimi düşündüğümde bütün mesafeye rağmen her zorlukta babamın bana geçmişte ve halen korunaklı bir liman olduğunu hissediyorum. Demek ki, ilgi kadar ilginin kalitesi ve hep bir yerlerde hazırda durduğunu evlatlarına hissettirebilmek de önemli. Bu da bizden önceki neslin sırrı olsa gerek. Onlardan daha öğrenecek çok şeyimiz var.

Kızlarıma bakınca fiziksel olarak anne ve babanın en güzel versiyonunu görüyorum ve Allah’a şükrediyorum. Duygusal ve zihinsel olarak da bizlerden farklı hissedebilen ve düşünebilen apayrı birer dünya olduklarını görmek beni heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor. Ama bir o kadar da kaygılandırıyor. Çünkü maalesef çocuk gelişimini bizler çocuk yetiştirirken öğreniyoruz. Çocuğun, ince ince çalışılmış, desen desen işlenmiş bir eser olduğunu davranışlarından aldığımız geribildirimler sayesinde anlıyoruz.

Bir İK yöneticisi olarak kendimi şanslı hissediyorum. Yaptığım iş ile baba olma arasında derin bağlar olduğunu düşünüyorum. Her ikisi de insancıl olmayı, anlayışlı, sabırlı ve empatik davranmayı, aynı zamanda aksiyoner ve çözümleyici olmayı gerektiriyor. Anne – baba olmak hakikaten bir uzmanlık işi… Kazanılması zor olmayan ama son derece önemli becerilerin kazanılmasını gerekli kılmakta... İş hayatında olduğu gibi çocuk yetiştirirken her şeyi oluruna bırakmanın pek de etkili bir yöntem olduğu söylenemez. Hangi işte olursa olsun o işi hakkıyla yapmak ve başarmak için gerçekten istemek büyük önem taşıyor. Çocuk sahibi olmayı istemek ilk adım, asıl ve önemli adım ise çocukların dünyasında yaşayabilmeyi başarabilmektir. İkisi de halen anaokuluna gitmekteler ve gözümde hem büyüyüp olgunlaştıklarını görüyorum hem de bu küçüklükleri beni sonsuz mutlu ediyor. Hep bu halde kalsalar duygusundan uzaklaşıp, onlarla anı dolu dolu yaşamaya ve zamanı değerli kılmaya çalışıyorum. Onların gözünde çocukluklarında eğlenceli bir baba, ergenliklerinde arkadaş olabilen bir baba, yetişkin olduklarında da saygın bir baba olmayı isterim.

Kızlarıma ayırdığım vakitlerin büyük çoğunluğu eğlence ve oyun içerisinde geçiyor. En sevdiğimiz oyun masalları teatral biçimde anlatmak ve roller alarak masalları oynamak. Vazgeçemediğimiz alışkanlığımız ise hafta sonları kızlarımla simit alıp, sabah yürüyüşü yapmak. Yol boyu karınca yuvalarını ziyaret edip onlara yem vermek, kuşlara simit atmak onları mutlu etmek için küçük ama en etkili yollardan biri…

Yeni nesil ile işimiz kesin olarak zor. İyi sorguluyorlar. Kolay kolay ikna olmuyorlar. Zihinleri çok açık. Çevrelerinde onlara çok şey öğretecek kişi ve imkanlar var. Sürekli yeni şeyler yaşamak, öğrenmek istiyorlar. Ama aynı zamanda bu bir enerji, güç de demek. Çocuklarımıza potansiyellerini açığa çıkarabilmek için özgürlük içinde bir çalışma disiplini, sorumluluk duygusu ve ahlak kazandırmamız gerekiyor. Ama bu disiplin ve ahlakı da kendi doğalarında bulmaları gerekiyor.

Dışarıdan bu değerleri empoze etmek bu nesil için çok zor. Kendileri ve çevreleri için bu gücü faydalı kullanmaları, geçici hevesler için harcamamaları gerekiyor. Kendi amaç ve vizyonlarını oluşturup, ona tutku ile bağlanmalarını sağlamamız gerekiyor. Bunun için de ilk adım bu yıllarda kendi yeteneklerini açığa çıkarmalarına yardımcı olmak ve sabırla bunun peşine düşmelerini sağlamak. Kendileri büyük bir emekle ulaştıkları sonuçlar üzerinden başkasının da emeğine saygı duymayı öğreneceklerdir, o zaman da bizim işimiz kolaylaşır.

Son olarak, ilave etmek isterim ki: Babacığım ve bana baba olmayı yaşatan güzel kızlarım sizler hayatın gülen yüzleri gibisiniz. Çünkü sizi her düşündüğümde yüzümde derin bir tebessüm oluştuğunu hissediyorum. İş hayatında koca koca adam olan biz babalar, çocuklarımızın yılsonu okul gösterilerinde nasıl da onlardan daha çocuk oluyoruz. İşte yine gösterileriniz başlıyor ve yine ben sahnede sizi görünce koltuğunda oturamayıp, herkese “aa, işte bakın o benim kızım” demeler, size kendimizi gösterebilmek için saf saf el sallamalar, etrafa sonsuz gülücükler sunmaya devam edeceğim… Siz ise sahnedeki olgun tavırlarınızla, oyunlarınızdaki kırk yıllık sahne performansınızla hayat boyu bizi şaşırtmaya devam edeceksiniz… Ben de o zaman bütün çocukları kendi evlatlarım gibi, bütün babaları da kendi kardeşlerim gibi görerek, merhametimin ve şefkatimin sınırlarına bütün insanlığı sığdırmış olacağım.

Halil Bey’in oğlu,
Ata’nın babası,
Masters Training International Danışmanı
Doğan Güneş Önder

Babalık olgusu bende şefkatli, tahammüllü, örnek alma cazibesi uyandıran, anneye kıyasla biraz daha kurallara odaklı ve hatta daha mesafeli, bir o kadar da tutarlı ve güçlü bir erkek figürü çağrışımı yapıyor. Bunları babama güzelleme olsun diye yazmadığımı bir örnekle açıklamak isterim. Ömrünü bir Atatürk öğretmeni olarak eğitime adamış babamın, otuz yıllık aktif meslek yaşamının yetiştirme yurtlarında idarecilik yaptığı uzun döneminde, kendisine “ağabey” diye hitap eden kimsesiz kardeşlerim evimize bayramlaşmaya gelirlerdi. Onlar gelmezden önce bize “Çocuklar geldiğinde bana ‘babacığım’ diye seslenmeyin, fazla samimi biçimde bana sokulmayın” telkininin O’nu benim gözümde ne kadar yücelttiğini anımsıyorum.

Babamın kişiliğime yaptığı bir dolu katkının içinden birini öne çıkarmam gerekirse ilkeli olmayı seçerim. Başkaları ile uyumlu olmak adına kendim olmaktan çıkmamayı, yaşamımda omurgalı bir duruşa sahip olmamın, kişiliğime değer katan en temel sermaye olacağını yaşayarak ve bu özelliğine gıpta ederek öğrendim. Ayrıca babamın hayranlık duyduğum “yakınmak yerine mücadeleci olma” özelliği bana biraz olsun geçtiyse kendimi şanslı, yaşam bana böyle bir hazine sundu diye de kendimi ayrıcalıklı sayarım.

Benim kuşağımın çocukluğunda “baba” kavramı, şimdi kendi çocukları ile olan ilişkilerine oranla biraz daha mesafeli ve hatta çekindiği bir yerde duruyordu. Bugün evlat sevgisinin miktarı değilse de ifadelendiriliş biçiminde önemli esneklikler doğduğunu düşünüyorum. Bugün bakınca komik gelen bir fark da annelere ilişkin.. Bizim kuşağın anneleri akşam babalarımıza hakkımızdaki şikâyetlerini iletirken, bugün bizim eşlerimiz ise çocuklarımızın gün içinde ne de güzel bir şey yaptığını paylaşıyorlar. Babaya biçilen rolün değişimi hakkında belki bu satırları okuyanlara da bir şey ifade ediyordur.

Oğlumun benim bazı hareketlerimi taklit etmeye çalışmasının gururumu okşadığını söylersem egoistlik yapmış sayılmam, herhalde. Ama O’nda tümüyle kendine özgü yorumlar, değerlendirmeler, yetenek izleri, tutum ve davranışlar gözlemliyorum. Sıklıkla geleceğe bakıp O’nunla yapacağımız derinlikli sohbetlerden öğreneceklerimi düşlüyorum, bu da beni ayrı heyecanlandırıyor.

Yöneticinin koçluk şapkası ile çocuklarımıza yeni beceriler kazandırma yaklaşımlarımız arasında çok önemli benzeşimler görüyorum. Geliştirici geribildirim vermek her iki cephede de ciddi katkı sağlıyor kanısındayım.

Son iki yıldır iş yaşamında kuşaklar üzerine epey konferans ve eğitimler vermiş ve vermekte olan bir danışman olarak, literatürde bizim kuşağın en geliştirilmesi gereken yanlarının empati ve delegasyon olduğu tespitine ben de katılıyorum. Bu iki boyutta ben de kendimi sorguluyorum. Oldukça yol kat ettiğimi görüyorum. Öte yandan, konsantrasyonu kolay dağılan, eğlenerek çalışmayı isteyen, yönetilmekten çok liderlik edilmeyi bekleyen bir kuşakla karşı karşıya olduğumuzu da unutmamakta yarar var.

Babama söylemek istediğim şeylerin özeti bir cümle ile şu olurdu; Eğer doğarken babamı seçme şansım olsaydı ben yine O’nu seçerdim. Oğluma da Müjdat Gezen ustanın İLKE şiirini okumak isterim.

İlkelerin olacak.

Seni satın alamayacaklar.
Aptalların uydurduğu atasözlerine inanmayacaksın:
"Paranın satın alamayacağı şey yoktur".
"Herkesin fiyatı vardır".
gibi sözlere kanmayacaksın.
Onurunla, kimliğinle ve beyninle. akıllı yaşayacaksın.
Üreteceksin, seveceksin, sevileceksin,
İnançlarının arkasında duracaksın.
Sevgilerin karşılıksız, yardımların gizli olacak.
Seni attan, ottan ayıran özelliğin farkına varacaksın.
Çünkü sen insansın.
Ve bunu yakaladığın gün,
Bembeyaz yaşayacaksın.

MÜJDAT GEZEN


Mehmet Bey’in oğlu,
Müge ve Kaan’ın babası,
HP Türkiye’nin İnsan Kaynakları Direktörü
Adnan Erdoğmuş

Baba “ağaç”, çocuk “çiçek” olmalı.

Babam, sosyal yaşamda ve politik alanda her zaman bağımsız kalabilmemizi, olaylara dogmatik olmadan özgür bakabilmemizi isterdi. Bu manada benim küpelerim, salt bir izime bağlı kalmamak; herbirinin iyi yönlerini almak, farklılıkların zenginliğini algılamak ve yaşamak oldu.

Çağımızda herşeyi artık çok daha hızlı ve baskı altında yaşıyoruz. Ofislerimiz, monitörlerimiz patinaj izleriyle dolu. Stres topu gibi yuvarlanmakta; hız artınca, haz azalmakta, hızlandıkça işimizde, hayatımızda irtifa kaybetmekteyiz. Çocuklarımız da öyle... En kısa sürede, hiç yanlış yapmadan, sürekli test çözme peşinde, birbirleriyle yarış içindeler. Zaman; baba, oğul, anne, kardeş hiç fark etmemekte, kırbaç gibi sırtımızdadır. Babamı bu meşgalelerde kaybettim, o nedenle çocuklarımla olan ilişkilerimde mümkün mertebe zamanı yavaşlatmaya, stresi azaltmaya, onların o naif halleriyle, onlarla birlikte tad almaya, nefes vermeye gayret ediyorum.

Oğluma baktığımda kendimi, kızıma baktığımda eşimi görüyorum. Biz ailecek, genetik bilimine hizmet ediyoruz, herhalde.

İK Yöneticisi ve baba kimliği arasında hiçbir bağ olmaması gerektiği yönünde bir söylem kurabiliriz. Birisi işimiz, diğeri canımız. İşimizde canımızın her istediğini nasıl yapamıyorsak, çocuğumuzu da bir iş veya bir işletme gibi istesek de yönetemeyiz.

Yeni nesil ile ne kadar çok birlikte olur, yaşar, onları dinleme ve algılama fırsatı bulursak, o denli birbirimizi anlayabilir, destek olabiliriz. Değişim o kadar hızlı ki, bu birlikteliği ve empatiyi sürekli kılmak, kesintisiz yaşamak zorundayız. Yoksa kısa bir zaman içerisinde çocuklarımızla veya yeni mezun çalışanlarımızla, yani yeni kuşakla bir anda farklı dünyaların insanları olmamız işten bile değil.

İnsanı sadece babası değil, evladı da büyütür. Onlara yazacağım ortak mektuba, beni yetiştirdikleri, yeşerttikleri için kendilerine teşekkürle başlardım.

Kendi çocukluğumuzun neşeli günleri, göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Bugün kendi çocuklarımızın annesi babası olan, ebecilik oynarken sobelenen ebeveynleriz. Çocukluk ve yaşlılık arasında kalan yetişkin hayatlarımızı yaşamaktayız.

Yetişkin hayatlarımız, geçim meşgalesi içinde karmaşık hayatlardır. Bir şeyler olmak için, bir şeylerin ardından yetişmekle geçmektedir. Oyun bitmiş, iş ciddiye binmiştir... Çocukluk ise henüz törpülenmemiş içgüdülerimizle dolu, coşkulu ve hayata gülen yüzümüzdür.

Artık ip değil hayatı atlayan, çelik çomak değil excel-inbox oynayan yetişkinler olarak çocuklarla birlikte olmaya, onlarla oyunlar oynamaya ihtiyacımız var. Onlarla geçireceğimiz her vakit, kendimizi yeniden bulmak ve hayatın özünü yakalamak adına eşsiz fırsatlardır.

Çocuk sahibi olmamız, bize tanıdığı bu fırsatla, yaşama bakış açımızı ve hayattan haz almamızı pozitif biçimde etkilemektedir. Her bir evlat, sadece evladımız için değil, kendimiz için de yeni bir hayat demektir. Her şeyden önce kişisel egolarımızdan uzaklaşabiliyor, daha paylaşımcı, verici ve şefkatli olabiliyoruz. Olaylara daha anlayışlı ve hoşgörülü bakabiliyoruz.

Bir çocuğu büyütürken birçok farklı beceriyi de farkında olmadan ediniyor veya geliştiriyoruz. Bütün bu beceri gelişimleri aslında hem sosyal hem de iş yaşamlarımıza olumlu olarak yansıyor. Ancak en önemlisi, çocuklarımızla çocuk olma şansını elde ediyoruz! Bu da hayatın akışı içinde birtakım taşlaşmış yanlarımızı yontma, pirinç tanelerimizi ayıklama imkanı veriyor bize!


Erbil Bey'in oğlu,
Selin ve Yasemin'in babası,
Superonline İş Destek Genel Müdür Yardımcısı
Yiğit Oğuz Duman

Baba ve çocuk benim için; sorumluluk ve filiz.

Babamla ne yazık ki, gençlik yıllarımı yani gerçek görüş alışverişinin en yoğun olacağı yılları beraber geçiremedik. Erken ayrıldı aramızdan ama belki de ondan bana kalan en büyük miras da bu sayede gelişti. Sorumluluk alma ve sorumlu hissetme.. Benim için en değerli izi bu bence babamın.

Babam bana göre daha otoriterdi.. En azından öyle hatırlıyorum. Ben biraz daha çocuklara karşı yumuşak başlıyım sanırım. Elbette zamanın koşulları ve davranışları da çok etkiliyor.

2 kızım var ve benim bakışlarım açıkcası biraz şaşkınlık dolu.. Gerçekten hergün başka bir özelliklerini farketmek, tümüyle bağımsız bireyler olarak hareketlerini izlemek hem şaşırtıyor hem de keyif veriyor.
İK Yöneticisi ve baba olmakta da ortak duygular ‘sevgi ve sorumluluk’ sanırım. Sevdiğiniz bir işte sevdiğiniz bir ekiple çalıştığınızda keyif alıyorsunuz. Yine aynı şekilde iyi bir yöneticinin sorumluluk almaya bir o kadar da ekibini özgür bırakmaya gerek duyacağını düşünüyorum.

Bizden önceki kuşaklara bakarak yani ya çağa ayak uyduracağız ya da uyduracağız. Başka bir şansımız olduğunu düşünmüyorum. Her yeni kuşağın bir öncekiyle benzer çatışmaları yaşadığını düşünüyorum. Araçlar, bilgiler, deneyimler değişiyor ama “farklı olma” gerçeği değişmiyor. O yüzden mümkün olduğunca farkı kapatmaya çalışmaktan başka çıkış yolu yok bence.

Babam ve kızlarımı düşününce; herhalde aracı olduğum bu durumdan sıyrılmak için keşke birbirlerini görmüş olsalardı derdim. Eminim babamın torunlarına, kızlarımın dedelerine anlatacağı çok şey vardı.

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)