‘Kurumsal tiyatro katılımcılara bir birey ve takım olarak neleri başarabileceklerini kanıtlar.’
Öncelikle Bülent Öner’i biraz tanıyalım.
46 yaşındayım ve 31 yıl aralıksız medya sektörünün gazete, dergi, televizyon, radyo ve internet gibi farklı mecralarında görevler üstlendim. Bu 31 yıllık süreçte en yoğun olarak televizyon ve radyo alanında çalıştım. Yaptığım televizyon programlarının formatı profesyonellere ve iş dünyasında yönelikti. ‘Profesyoneller’ adını verdiğimiz programımda tam 2 bin tane canlı yayına imza attık. Profesyoneller ağırlıklı olarak iş dünyasına yönelik bir programdı. Programda söz alan isimler üst düzey yöneticilerdi ve medyayı tanıma fırsatı buluyorlardı. 15 yıl önce bu fikir yeni bir pencere açıyordu. Tabii ki, şu an teknolojinin de katkılarıyla iş adamlarını ve profesyonellerini her an canlı yayına çıkabiliyorlar. ‘Profesyoneller’ bu işe öncü olan programlardan biriydi.
Sanırım, tiyatro geçmişiniz de var.
Basın sevdamın yanı sıra bir de bitmek bilmeyen bir tiyatro merakım vardı. Gençlik yıllarında konservatuara girmek için sınavlara girdim ve başarılı oldum. İstanbul Belediye Konservatuarı(şimdiki adıyla İstanbul Üniversitesi Konservatuarı) ve İktisat Fakültesi’nde eş zamanlı olarak okuyordum fakat YÖK kararı nedeniyle bir tek fakülte seçmek gerekiyordu ve ben de son sınıfta olmam nedeniyle İktisat Fakültesi’ni seçtim. Tiyatronun okul kısmından uzaklaşmıştım ama Devlet Tiyatroları’nda aralıksız 10 yıl olarak sözleşmeli oyunculuk yaparak sahnede eğitim alma fırsatını yakaladım. Hangi mesleği yaparsanız yapın, oyunculuk eğitiminden geçiyoruz. Hepimiz hayatımızda farklı rollere bürünerek adeta bir tiyatro sahnesindeymiş gibi oyunculuk yapıyoruz. Evlerimizde bir evlat, eş, anne, baba, kardeş rolünü, sosyal yaşamımızda arkadaş ve iş yaşamımızda bir çalışan veya yönetici rolünü oynuyoruz. Neredeyse, altı tane farklı kimliği ve rolü üstleniyoruz. Burada önemli olan şey; bu rolleri biraz daha farkında olarak yerine getirmektir. İletişim rollerimiz ne olursa olsun hepimizin hayatındaki kilit noktadır. Medya deneyimlerimde de tiyatronun sonsuz katkılarından faydalandım.
‘Akademi hep aklımın bir köşesindeydi.’
Her ne kadar tiyatro ve medya hayatımın tamamını kaplasa da, üniversite kariyeri hep aklımın bir köşesinde kaldı. Master ve doktora sonrasında üniversitede yarı zamanlı öğretim üyeliği yapmaya karar verdim. Bazen aynı anda üç farklı üniversitede hocalık yaptım. Akademinin bana en büyük katkısı eğitim verdiğim gençlerle dirsek teması oldu. Onların penceresinden bakabilmeyi öğrendim. Ayrıca onlara güncel bilgi vermek adına sürekli kendimi güncelleştirme fırsatı buldum. Bizim en büyük artımız, tecrübe fakat yeni nesil bizim 3 yılda ulaşabildiğimiz bilgiye 3 dakikada ulaşabilme şansına sahip. Bizim dönemimizde bir kariyer planı yolculuğu yoktu. Son dönemlerde popüler olmuş bir konu.
Kurumsal eğitim ve danışmanlığa geçişiniz nasıl oldu?
Tüm bu medya, tiyatro ve akademi tecrübelerini birleştirerek 2004 yılında ‘Profesyoneller Eğitim Seminer Yayıncılık ve Danışmanlık Hizmetleri’ şirketini kurdum. Medya, akademik hayat ve tiyatro 40 yaşından itibaren çok yanyana gelmeye başladı. Öyle bir iş kurayım ki, bu üç sevdiğim arada bir birinden kaçıp diğerine sığındığım karelerin hepsini biraraya getirip aralarında organik bir bağ olsun. Bu da ‘Profesyoneller Eğitim & Danışmanlık’ oldu. Profesyoneller Eğitim & Danışmanlık çatısı altında, kurumsal eğitimler, özellikle üst düzey yöneticilere yönelik ‘Televizyon Konukluğu’ ve kurumsal tiyatro eğitimleri veriyorum. Fakat tüm eğitimlerimde iletişimin başlangıcı olarak gördüğüm tiyatroyu mutlaka kullanıyorum. Çünkü tiyatro kişiye duruştan ses tonuna, kişiler arası iletişimden topluluk önünde konuşmaya kadar geniş bir yelpazede kendini geliştirme şansı veriyor. Şirketlere yönelik tiyatro çalışmalarına, 2001 – 2002 tam kriz döneminde çalıştığım Doğan Grubu’nda yaptığımız bir projeyle başladık. Kriz var, herkesin can çok sıkkın. Peki, biz ne yapmalıyız ki, hem çalışanların motivasyonları yükselsin hem de kurumsal verimlilik artsın?
Şirketler şu an İK ve iletişim bölümleri bünyesinde ‘Hobi Kulüpleri’ ve buna bağlı olarak ‘Tiyatro Kulübü’ kuruyorlar. Şu ana kadar eğitim verdiğimiz katılımcılara soruyoruz; hobileriniz nedir? Onların yanıtları ise ‘Efendim, ben çok yoğunum ve herhangi bir hobim yoktur’, ‘Benim çocuklarım var ve işten sonra onlara vakit ayırmak zorundayım’. ‘Gazete okuyor musunuz?’ diye soruyoruz, yanıt; ‘internet vakit buldukça okuyoruz.’ ‘Tiyatro, konser veya operaya gidebiliyor musunuz?’ sorusuna yanıt; ‘Geç saatlere kadar çalışıyoruz, o nedenle gidemiyoruz.’
Hobi denilen şey, eskidendi. Artık kitap okumak, tiyatroya gitmek gibi hobiler yerine daha uç sporlar hobi olarak algılanıyor. Ama bırakın bu uç sporları bizler klasik hobilere bile zaman ayırmıyoruz veya ayıramıyoruz. İş hayatı dışındaki sosyal faaliyetlerin gitgide azaldığını görüyoruz. Tüm bunlar, ne kadar iyi eğitim veya maaş alırsa alsın, insanların sosyal ve kültürel açıdan ne kadar fakirleştiğinin göstergesi... İnsanlar iş için hayatlarından vazgeçmişler. Bunun şirketlere yansıması nasıl olur diye soracak olursanız, şunu söyleyebilirim. Her türlü ortamda şirketini de temsil eden çalışanların iş dışında konuşacak birşeylerinin olmaması kurumsal kimliğin de belki bütçesel değil ama sosyal olarak fakir olduğunu gösterir.
Peki, kurumlar ne yaptı?
Kurumlar da bunun farkında vardılar ve çalışanın sosyal ve kültürel yaşamına bir nebze de olsa katkısı olan hobi kulüplerini kurmaya başladı. Çalışanları hem şikayetlerinden arındırmak hem de zamansızlığın çaldığı değerlere kavuşturmanın kuruma olan büyük katkılarını da gördüler. Böyle bir trend başladı ve bu trendi en önemli ayaklarından biri olan kurumsal tiyatro çalışmaları da kendini göstermeye başladık. Profesyoneller Eğitim & Danışmanlık olarak Çırağan ve Türk Ekonomi Bankası’na verdiğimiz tiyatro eğitimlerinde bu katkıyı çok daha iyi gördük. Kurumsal tiyatro katılımcılara hem bir birey olarak hem bir takım olarak neleri başarabileceklerini gösteren bir faaliyettir.
İletişimi doğru yönetme konusunda birçok yöneticinin sorun yaşadığı çok aşikar. Özellikle çalışanıyla veya toplumla iletişim kurma ve istedikleri mesajı doğru bir şekilde verme konusunda yaşanan sıkıntı nedir? Bu sıkıntını çözümü nedir?
Gerek yaptığım televizyon programı gerekse eğitimlerimden dolayı yöneticilerin iletişim becerilerini yakından gözlemleme şansına sahip oldum. Özellikle konuk ettiğimiz Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür seviyesindeki yöneticilerin gerek eğitimleriyle gerekse deneyimleriyle o koltuğu hak ettikleri yadsınamaz. Fakat iletişim tarafında sorun var. Rakamları yönetmekle insanları yönetmek arasında büyük bir fark vardır. Buna en iyi örneği akademiden verebiliriz: İyi bir bilimadamı olmak iyi bir anlatıcı (hoca) olacağınız anlamına gelmez. Ne söylediğiniz kadar nasıl söylediğiniz de çok önemlidir. Bunun kilidi de, doğru iletişimdir. Yöneticinin her hareketi ve cümlesiyle çalışanı ikna etmesi gerekir. Belki verdiği mesaj doğru olabilir fakat mesajı verirken kullandığı iletişim modeli eğer doğru değilse o mesajın da doğruluğunun hiçbir önemi ve geçerliliği yoktur. Medya önünde kurumsal kimliği temsil etme ve yaptığınız bir işi kamuoyuyla paylaşmak ayrı bir bilim dalı ve estetiktir. Hele de mayınlı arazi olarak tabir ettiğim canlı yayına çıkan bir üst düzey yöneticinin ağzından çıkan her kelime, giydiği kıyafet, takındığı tavır veya beden dili temsil ettiği kurumun imajını yerle bir edecek güce sahiptir. Türkiye’de birçok canlı yayın felaketi yaşadık.
‘Televizyon Konuk’luğu eğitiminden bahsettiniz. Bu eğitimin süresi ve içeriği nedir?
Bu işin birkaç noktası var. Kişinin ihtiyaçlarına göre belirliyoruz. Bazı eğitimlerimiz sürekliliği olan bir sistem dahilinde ‘koç’luk olarak devam ediyor. Kişiye televizyona çıkarken görüntüsünün nasıl olması gerektiğini, kameraya nasıl bakacağını, beden dilini nasıl kullanacağını ve hatta gerekirse televizyona dair teknik bilgileri de öğretiyoruz.
46 yaşındayım ve 31 yıl aralıksız medya sektörünün gazete, dergi, televizyon, radyo ve internet gibi farklı mecralarında görevler üstlendim. Bu 31 yıllık süreçte en yoğun olarak televizyon ve radyo alanında çalıştım. Yaptığım televizyon programlarının formatı profesyonellere ve iş dünyasında yönelikti. ‘Profesyoneller’ adını verdiğimiz programımda tam 2 bin tane canlı yayına imza attık. Profesyoneller ağırlıklı olarak iş dünyasına yönelik bir programdı. Programda söz alan isimler üst düzey yöneticilerdi ve medyayı tanıma fırsatı buluyorlardı. 15 yıl önce bu fikir yeni bir pencere açıyordu. Tabii ki, şu an teknolojinin de katkılarıyla iş adamlarını ve profesyonellerini her an canlı yayına çıkabiliyorlar. ‘Profesyoneller’ bu işe öncü olan programlardan biriydi.
Sanırım, tiyatro geçmişiniz de var.
Basın sevdamın yanı sıra bir de bitmek bilmeyen bir tiyatro merakım vardı. Gençlik yıllarında konservatuara girmek için sınavlara girdim ve başarılı oldum. İstanbul Belediye Konservatuarı(şimdiki adıyla İstanbul Üniversitesi Konservatuarı) ve İktisat Fakültesi’nde eş zamanlı olarak okuyordum fakat YÖK kararı nedeniyle bir tek fakülte seçmek gerekiyordu ve ben de son sınıfta olmam nedeniyle İktisat Fakültesi’ni seçtim. Tiyatronun okul kısmından uzaklaşmıştım ama Devlet Tiyatroları’nda aralıksız 10 yıl olarak sözleşmeli oyunculuk yaparak sahnede eğitim alma fırsatını yakaladım. Hangi mesleği yaparsanız yapın, oyunculuk eğitiminden geçiyoruz. Hepimiz hayatımızda farklı rollere bürünerek adeta bir tiyatro sahnesindeymiş gibi oyunculuk yapıyoruz. Evlerimizde bir evlat, eş, anne, baba, kardeş rolünü, sosyal yaşamımızda arkadaş ve iş yaşamımızda bir çalışan veya yönetici rolünü oynuyoruz. Neredeyse, altı tane farklı kimliği ve rolü üstleniyoruz. Burada önemli olan şey; bu rolleri biraz daha farkında olarak yerine getirmektir. İletişim rollerimiz ne olursa olsun hepimizin hayatındaki kilit noktadır. Medya deneyimlerimde de tiyatronun sonsuz katkılarından faydalandım.
‘Akademi hep aklımın bir köşesindeydi.’
Her ne kadar tiyatro ve medya hayatımın tamamını kaplasa da, üniversite kariyeri hep aklımın bir köşesinde kaldı. Master ve doktora sonrasında üniversitede yarı zamanlı öğretim üyeliği yapmaya karar verdim. Bazen aynı anda üç farklı üniversitede hocalık yaptım. Akademinin bana en büyük katkısı eğitim verdiğim gençlerle dirsek teması oldu. Onların penceresinden bakabilmeyi öğrendim. Ayrıca onlara güncel bilgi vermek adına sürekli kendimi güncelleştirme fırsatı buldum. Bizim en büyük artımız, tecrübe fakat yeni nesil bizim 3 yılda ulaşabildiğimiz bilgiye 3 dakikada ulaşabilme şansına sahip. Bizim dönemimizde bir kariyer planı yolculuğu yoktu. Son dönemlerde popüler olmuş bir konu.
Kurumsal eğitim ve danışmanlığa geçişiniz nasıl oldu?
Tüm bu medya, tiyatro ve akademi tecrübelerini birleştirerek 2004 yılında ‘Profesyoneller Eğitim Seminer Yayıncılık ve Danışmanlık Hizmetleri’ şirketini kurdum. Medya, akademik hayat ve tiyatro 40 yaşından itibaren çok yanyana gelmeye başladı. Öyle bir iş kurayım ki, bu üç sevdiğim arada bir birinden kaçıp diğerine sığındığım karelerin hepsini biraraya getirip aralarında organik bir bağ olsun. Bu da ‘Profesyoneller Eğitim & Danışmanlık’ oldu. Profesyoneller Eğitim & Danışmanlık çatısı altında, kurumsal eğitimler, özellikle üst düzey yöneticilere yönelik ‘Televizyon Konukluğu’ ve kurumsal tiyatro eğitimleri veriyorum. Fakat tüm eğitimlerimde iletişimin başlangıcı olarak gördüğüm tiyatroyu mutlaka kullanıyorum. Çünkü tiyatro kişiye duruştan ses tonuna, kişiler arası iletişimden topluluk önünde konuşmaya kadar geniş bir yelpazede kendini geliştirme şansı veriyor. Şirketlere yönelik tiyatro çalışmalarına, 2001 – 2002 tam kriz döneminde çalıştığım Doğan Grubu’nda yaptığımız bir projeyle başladık. Kriz var, herkesin can çok sıkkın. Peki, biz ne yapmalıyız ki, hem çalışanların motivasyonları yükselsin hem de kurumsal verimlilik artsın?
Şirketler şu an İK ve iletişim bölümleri bünyesinde ‘Hobi Kulüpleri’ ve buna bağlı olarak ‘Tiyatro Kulübü’ kuruyorlar. Şu ana kadar eğitim verdiğimiz katılımcılara soruyoruz; hobileriniz nedir? Onların yanıtları ise ‘Efendim, ben çok yoğunum ve herhangi bir hobim yoktur’, ‘Benim çocuklarım var ve işten sonra onlara vakit ayırmak zorundayım’. ‘Gazete okuyor musunuz?’ diye soruyoruz, yanıt; ‘internet vakit buldukça okuyoruz.’ ‘Tiyatro, konser veya operaya gidebiliyor musunuz?’ sorusuna yanıt; ‘Geç saatlere kadar çalışıyoruz, o nedenle gidemiyoruz.’
Hobi denilen şey, eskidendi. Artık kitap okumak, tiyatroya gitmek gibi hobiler yerine daha uç sporlar hobi olarak algılanıyor. Ama bırakın bu uç sporları bizler klasik hobilere bile zaman ayırmıyoruz veya ayıramıyoruz. İş hayatı dışındaki sosyal faaliyetlerin gitgide azaldığını görüyoruz. Tüm bunlar, ne kadar iyi eğitim veya maaş alırsa alsın, insanların sosyal ve kültürel açıdan ne kadar fakirleştiğinin göstergesi... İnsanlar iş için hayatlarından vazgeçmişler. Bunun şirketlere yansıması nasıl olur diye soracak olursanız, şunu söyleyebilirim. Her türlü ortamda şirketini de temsil eden çalışanların iş dışında konuşacak birşeylerinin olmaması kurumsal kimliğin de belki bütçesel değil ama sosyal olarak fakir olduğunu gösterir.
Peki, kurumlar ne yaptı?
Kurumlar da bunun farkında vardılar ve çalışanın sosyal ve kültürel yaşamına bir nebze de olsa katkısı olan hobi kulüplerini kurmaya başladı. Çalışanları hem şikayetlerinden arındırmak hem de zamansızlığın çaldığı değerlere kavuşturmanın kuruma olan büyük katkılarını da gördüler. Böyle bir trend başladı ve bu trendi en önemli ayaklarından biri olan kurumsal tiyatro çalışmaları da kendini göstermeye başladık. Profesyoneller Eğitim & Danışmanlık olarak Çırağan ve Türk Ekonomi Bankası’na verdiğimiz tiyatro eğitimlerinde bu katkıyı çok daha iyi gördük. Kurumsal tiyatro katılımcılara hem bir birey olarak hem bir takım olarak neleri başarabileceklerini gösteren bir faaliyettir.
İletişimi doğru yönetme konusunda birçok yöneticinin sorun yaşadığı çok aşikar. Özellikle çalışanıyla veya toplumla iletişim kurma ve istedikleri mesajı doğru bir şekilde verme konusunda yaşanan sıkıntı nedir? Bu sıkıntını çözümü nedir?
Gerek yaptığım televizyon programı gerekse eğitimlerimden dolayı yöneticilerin iletişim becerilerini yakından gözlemleme şansına sahip oldum. Özellikle konuk ettiğimiz Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür seviyesindeki yöneticilerin gerek eğitimleriyle gerekse deneyimleriyle o koltuğu hak ettikleri yadsınamaz. Fakat iletişim tarafında sorun var. Rakamları yönetmekle insanları yönetmek arasında büyük bir fark vardır. Buna en iyi örneği akademiden verebiliriz: İyi bir bilimadamı olmak iyi bir anlatıcı (hoca) olacağınız anlamına gelmez. Ne söylediğiniz kadar nasıl söylediğiniz de çok önemlidir. Bunun kilidi de, doğru iletişimdir. Yöneticinin her hareketi ve cümlesiyle çalışanı ikna etmesi gerekir. Belki verdiği mesaj doğru olabilir fakat mesajı verirken kullandığı iletişim modeli eğer doğru değilse o mesajın da doğruluğunun hiçbir önemi ve geçerliliği yoktur. Medya önünde kurumsal kimliği temsil etme ve yaptığınız bir işi kamuoyuyla paylaşmak ayrı bir bilim dalı ve estetiktir. Hele de mayınlı arazi olarak tabir ettiğim canlı yayına çıkan bir üst düzey yöneticinin ağzından çıkan her kelime, giydiği kıyafet, takındığı tavır veya beden dili temsil ettiği kurumun imajını yerle bir edecek güce sahiptir. Türkiye’de birçok canlı yayın felaketi yaşadık.
‘Televizyon Konuk’luğu eğitiminden bahsettiniz. Bu eğitimin süresi ve içeriği nedir?
Bu işin birkaç noktası var. Kişinin ihtiyaçlarına göre belirliyoruz. Bazı eğitimlerimiz sürekliliği olan bir sistem dahilinde ‘koç’luk olarak devam ediyor. Kişiye televizyona çıkarken görüntüsünün nasıl olması gerektiğini, kameraya nasıl bakacağını, beden dilini nasıl kullanacağını ve hatta gerekirse televizyona dair teknik bilgileri de öğretiyoruz.