“Film sektörü kriz yönetiminin ta kendisi!”

Tamamen insana bağımlı, üstelik teknik bilgi ve yaratıcılık düzeyi ileride olan İnsan Kaynağına ihtiyaç duyduğunuz bir sektör düşünün. Bu ekipleri önceden tahmin edilemeyecek bir dönemsellikte bir araya getirdiğinizi, belli bir süre boyunca uyum içinde çalışmalarını sağlamak zorunda olduğunuzu hayal edin. Üstelik bu arada ne performans değerlendirme ne de eğitim; hiçbir İK uygulamasına imza atamadığınızı, ama her an kriz yönetmek durumunda kaldığınızı düşünün.

Film yapımcıları, birilerinin kurduğu hayalin beyaz perdeye yansımasını sağlarken işte bu zorluklarla boğuşmak durumunda... 18 yıl BT sektöründe yöneticilik yaptıktan sonra, Elif Dağdeviren ile birlikte Hermes Film’i kuran Bülent Helvacı, bugüne kadarki deneyim ve gözlemleri doğrultusunda, çarpıcı bir özet yapıyor: “İş dünyasında son 10 yıldır dış kaynak kullanımı konuşuluyor; şirketlerin kendi ana işleri dışındaki faaliyetleri outsource etmesi tavsiye ediliyor. Sinema ise baştan beri işlerin böyle yürüdüğü bir sektör... Mevsimsel olmayan; tahmin edilemeyecek bir dönemsellik var. Her yeni proje gündeme geldiğinde, dışarıdan bulduğunuz ekipleri bir araya getirmek zorundasınız. Onların uyum içinde çalıştığından emin olmanız şart. Kısacası tamamen insana bağımlı ve teknik, yaratıcılık açısından yetenek düzeyi ileri seviyede insanlara ihtiyaç duyuyor, ama saydığım bu nedenlerden dolayı İnsan Kaynakları uygulamalarının hiçbirine imza atamıyorsunuz. Bu ekiple ne performans değerlendirmesi yapabiliyorsunuz, ne onlar sizi 360 derece değerlendirebiliyor, ne de performansa dayalı bir ödüllendirme yapabiliyorsunuz”.

İş dünyasını yakından tanıyan bu iki isimle bir araya gelince, konu doğal olarak sinema sektörü kadar “outsourcing, kriz yönetimi, inovasyon, kariyer planlama” ve pek tabii ki “İnsan Kaynakları”na da geldi…

Zeus ve Maia’nin oğlu olan Hermes, Tanrıların en kurnazı sayılır. Tanrıların en hızlısıdır aynı zamanda… Efsaneye göre, üstün nitelikleri olan Hermes, daha bir günlükken ayağa kalkar, beşiğinden çıkar, kaplumbağa kabuğundan yaptığı bir liri çalıp ondan gelen seslerle eğlenir. Lirinden çıkan sesler Zeus ve Apollon’u öylesine büyüler ki Hermes tanrıların habercisi olur. O bir anlamda ticaret ve iletişimin tanrısıdır… En önemli görevi ruhlara yol göstermektir.

Hermes, şimdilerde bir film yapım şirketine yol gösteriyor. 2005 yılında kurdukları yapım şirketine “ticaret ve iletişimin tanrısı” Hermes’in ismini veren Elif Dağdeviren ve Bülent Helvacı, “Sembol olarak Hermes’i seçtik; çünkü o aynı anda pek çok sorumluluğu yönetirken, hem fani hem de ilahi dünyalar için keyif yaratıyor. Hermes’i seçtik; çünkü yolunu şaşıran yolculara kılavuzluk eden Hermes’in, Türkiye’deki sinema endüstrisinde çıktığımız bu yolculukta bize rehber olmasını istedik. Dünya ile ruhların dünyası arasında bir köprü kuran Hermes gibi biz de gerçek dünya ile sinema dünyası arasında bir köprü yaratmayı amaçlıyoruz. Ve en önemlisi bir zamanlar Hermes’in yaptığı gibi, en güzel hayalleri 21’inci yüzyılın teknolojisini kullanarak sunmak istiyoruz” diyor.

Uzun yıllar farklı alanlarda çalıştıktan sonra, Türkiye’nin “bölgenin Hollywood’u olabileceği” inancıyla ve uluslararası anlamda değerli olabilecek yerel yapımlara imza atmak hedefiyle yola çıkan Dağdeviren ve Helvacı, bugüne kadar edindikleri deneyimleri “ticaret ve sanatı” harmanlayan bir modelle birleştirerek sektöre yepyeni bir bakış açısı getiriyor. Onlarla, Türkiye’de henüz emekleme aşamasında olan sektörde yaşanan güçlükleri ve yönetim uygulamalarını konuştuk.

YETENEK YÖNETİMİNE İNANDILAR,
MUĞLA HALKINA BAŞROL VERDİLER


• Hermes Film, 2005 yılında gazeteci ve girişimci Elif Dağdeviren ile 18 yıl BT sektöründe yönetici olarak görev yapan Bülent Helvacı tarafından kuruldu.
• Hermes Film, bugüne dek biri Hollywood’da olmak üzere dört filme imza attı: “Living&Dying”, “Beyza’nın Kadınları”, “Dondurmam Gaymak” ve “Cenneti Beklerken”…
• Özellikle, küreselleşen dünya ekonomisi karşısında çaresizce çırpınan küçük bir esnafın, bir dondurmacı eksenindeki traji-komik hikayesini anlatan “Dondurmam Gaymak” filmi büyük ses getirdi.
• Dondurmak Gaymak’ı, Hermes’ten önce pek çok yapımcı yerel halkın oynamasını istemediği için reddetti. Önemli roller profesyonel oyunculara oynatılarak, halkı da figüran olarak kullanılması şeklinde çekilmesi istendi.
• Ancak filmde yine de profesyonel oyuncularla değil Muğla halkıyla çalışıldı. Çekimlerden önce, sinema oyunculuğu üzerine haftalar süren çalışmalar yapıldı. Kurslarda insanların kamera karşısında rahatlamaları, kendi iç dünyalarını keşfedip ortaya çıkarmaya yönelik temrinler yapıldı, daha sonra rollerine çalıştırıldı. Mehmet Ali Alabora, oyuncu koçu olarak görev yaptı. Rol alamayanlar; dekor, kostüm, prodüksiyon, teknisyenlik gibi departmanlarda çalıştırıldı. Film bu aşamadan sonra Hermes Film ile buluştu. Sonuç olarak film, Türkiye’de olduğu kadar dünyada da büyük ses getirdi, yurtdışından ödülle döndü.

Öykünün başına, Hermes’in kuruluşuna dönelim isterseniz. Nasıl buluştu yollarınız?

Elif DAĞDEVİREN: Uzun süredir sinema sektörüne girmeyi hedefliyordum. Hatta herkesin ortadan kaybolduğumu düşündüğü süre içinde tüm enerjimi bu hedefe yönlendirmiştim. Bazı yapım şirketleri ile görüşüyordum ancak onların yaklaşımı hali hazırda geçerli olan sisteme benim yapacağım katkıları eklemek üzerine kuruluydu. Bense sektördeki eksikleri görüyor, bu eksik yönlerde katma değer yaratmak istiyordum. Bu dönemde bir arkadaşım aracılığıyla Bülent’in de bu konuyla ilgilendiğini öğrendim. Bir araya geldik, bakış açılarımızın benzeştiğini, onun da sektördeki eksikliklere odaklandığını görünce ortaklık kurmaya karar verdik.

Neydi bu eksikler sizce?

Elif DAĞDEVİREN: Bugüne kadar sinema filmlerine sadece sanatsal gözle bakılmış, filmin de aslında bir ürün olduğu unutulmuştu. Dolayısıyla proje yönetimi, kaynak kullanımı, organizasyon, doğru pazarlama yöntemleri gibi kısımlar eksik kalıyordu. Bülent bu eksiklikleri ve yapılması gerekenleri çok iyi belirlemişti. Onun bugüne kadar iş yaşamından getirdiği deneyim ve birikimler sektörde eksikti.

Bülent HELVACI: Ben amatör bir biçimde sektörü, süreçleri izliyordum. Bana göre sektörde ciddi bir iş potansiyeli vardı ama sektördeki yapım şirketlerinin çoğunun yönetmen kökenli olması, bakış açısının salt sanatsal kalmasına neden oluyordu. Sektörde, tıpkı bizim gibi işletme kökenli ve biraz daha ticari taraftan bakabilecek kişilere de ihtiyaç vardı.

Elif de aynı şeyleri düşünüyordu, benzer bir geçmişten gelmişti. Dokular çok uyuştu ve ciddi bir fark yaratabileceğimizi anladık. Sektörde olmayan bir katma değer yaratabileceğimizi düşündüğümüz için bu işe girdik. Hayallerimiz de gerçekleşti. Eğer bizler sistemin dışından gelen, bakış açısı farklı kişiler olmasaydık “Dondurmam Gaymak” filmi bugün olmayacaktı. Dolayısıyla biz bir boşluğu doldurduk. Türkiye’de film yapmakla birlikte pazarlamasının önemi de anlaşılmış oldu.

Tüm bu anlattıklarımın aslında klasik yönetim - pazarlama ikileminden pek farkı yok. Pek çok sektör bu geçişi yaşadı. Daha önce ürettiklerini satmaya çalışan firmalar, daha sonra satabilecekleri, pazarlayabilecekleri ürünleri tasarlayıp üretmeye başladılar. Sinema işinde henüz dönüşüm yaşanmış değil Türkiye’de. Zaten toplam cirosu 150 milyon dolar civarında olan bir sektörden söz ediyoruz.

Bu büyüme aşaması hangi zorlukları getiriyor beraberinde?

Elif DAĞDEVİREN: En temel olarak profesyonel ve sanatsal bakış açısının çatışması yaşanıyor. Yine “Dondurmam Gaymak”tan yola çıkarsak, bu film bize gelene kadar pek çok yapım şirketinden “Ticari bir film değil, ancak festivallere gider” gerekçesiyle geri çevrilmişti. Oysa biz bu filmin aslında bir boşluğu dolduracağına inandık. Sonuç olarak izleyiciye gecede en az iki dizi sunup, ardından aynı yapımcı-yönetmen-oyuncu kadrosundan çıkan bir filmi izlemek için sinemaya gönderemezsiniz. İşte büyümenin en büyük zorlukları burada çıkıyor ortaya: Hem ticari bir sektör olarak ayakta kalmaya çalışırken, hem de duyguları içinde barındırmak zorunda.

“Dondurmam Gaymak” işte bu nedenle başarılı oldu. Hem olağanüstü duygular barındırırken, hem de bir ihtiyacı karşıladı. Biz de yapımcı olarak hem duygusal olarak filmin içine girdik, hem de ticari bir gelecek vaat ettiğine inandık. Bunu tıpkı bir ürün gibi, iletişim stratejisi ile pazarladığımız için de insanlarla buluşabildi.

Yapımcı bu süreci nasıl yönetir peki?

Elif DAĞDEVİREN: Tıpkı şirketlerdeki gibi, biz de pek çok unsuru, farklı ekipleri, kaynakları bir araya getiriyoruz. Doğru senaryoyu, yönetmeni, oyuncuları bulmak, tüm bu doğruları ortak bir paydada buluşturmak, yatırımı sağlamak, yönetmen ve oyuncuların iyi anlaşmasını sağlamak için belli bir bilgi birikimi, tecrübe ve ilişkiler ağı gerekiyor.

Bu arada çıkan pürüzlerin sakince halledilebilmesi de çok önemli… Ve elbette tüm saydığım öğelerin bir satranç oyunu gibi tasarlanıp, ardından doğru pazarlanması gerekiyor. Bütün bunlar yapımcının işi. Tüm ekip sürecin bir yerlerine dahil olup, sonra ayrılıyor. Oyuncular oynadıktan sonra süreçten çekiliyor, müzisyen müziğini yaptıktan sonra işi bitiyor ama yapımcı için aynı şey söz konusu değil; o her zaman sürecin içinde…

Bir film izleyiciye ulaşana kadar hangi aşamalardan geçiyor?

Bülent HELVACI: Bir hayali, projesi olan senaristler, projelerini öykü aşamasında ya da senaryoyu bitirmiş halde yapım şirketlerine iletiyor. Yapım şirketi bu projeleri değerlendirirken gişe, TV ya da DVD satış başarısını göz önüne alıyor ve eserlerden bir ya da birkaçını hayata geçirmek üzere karar veriyor. Buna “yeşil ışık analizi” diyoruz.

Senaryo final şeklini aldıktan sonra ön hazırlık sürecine geçiliyor. Ön hazırlık sürecinde, filmin sete gireceği ana kadar gerekli bütün olanaklar yerine getiriliyor. Yönetmen, oyuncular, sanat yönetmeni, görüntü yönetmeni belirleniyor, tüm ekipler oluşturuluyor, mekanlar tespit ediliyor, kostümler, dekor ve aksesuarlar ile ilgili dünya kuruluyor.

Ardından sete giriliyor. Senaryonun bir sayfası filmde aşağı yukarı bir dakikaya denk geldiği için senaryonun kaç sayfadan oluştuğuna bağlı olarak filmin çekim süreci belirleniyor ve bir bütçe yapılıyor.

Set kurulduktan sonra yönetmenin kaptanlık koltuğuna oturduğu bir sürece giriliyor. Sette artık senaryonun o ekiple birlikte aktarıldığı dönem başlıyor. Çok ciddi bir süreç planlaması yapılarak çekim programı belirleniyor.

Çekimler bittikten sonra post prodüksiyon dediğimiz teknik bir aşama başlıyor. Bu aşamada filmler yıkanıyor, laboratuarda işleniyor, bilgisayarda renk ayarı yapılıyor. Kaba montajdan sonra başka bir sanatsal faaliyete geçiliyor ve devreye müzik giriyor. Kısacası film oya gibi işleniyor.

Bu çok parçalı yapbozu şekillendirmeye çalışırken, farklı kanallardan ekipleri bir araya getirirken kriz yönetimini nasıl sağlıyorsunuz?

Elif DAĞDEVİREN: Zaten asıl maharet burada! Sinirlerinizin taş gibi olması, kendi yaşadığınız krizlerden kimsenin haberi olmaması gerekiyor. Yapımcının sürece biraz tepeden bakıp doğru tespitleri yapıyor olması, bunu yaparken de çok incelikli bir ilişki yönetimi kurabilmesi şart.

Örneğin başrol oyuncusu ile yönetmenin yaşadığı bir çatışmada, başrol oyuncusu haksız olsa bile onun gitmesi süreci tamamen öldüreceği için haklı olan yönetmene hakkını teslim ederek, ama başrol oyuncusunu da küstürmeden o sorunu çözmesi gereken kişi yapımcıdır. Bunun için çok sakin durmak ve dili doğru kullanmak gerekiyor. Benim iş hayatım bu tip insanlarla başladığı ve sürdüğü, özel yaşamımda da onlarla fazlaca vakit geçirdiğim için onların davranış kodlarına fazlasıyla hakimim. Öte yandan, onlardan biri olmadığım için sorunlara her iki taraftan da bakabiliyorum. Bu durum bize büyük avantaj sağladı.

Bülent HELVACI: Benim film sektöründe kriz yönetimi ile ilgili görüşüm şu: Film sektörü kriz yönetiminin ta kendisi! Filmin yapım aşamasından vizyona girme dönemine kadar krizle uğraşmak ve yönetmek zorunda kalıyorsunuz. Bunun birkaç nedeni var: Birincisi, her aşamada insana bağımlı bir iş… Üstelik bu insanların egosu çok yüksek… Bu iki kombinasyona aslında çok nadir sektörde rastlanır. Öte yandan; ekonomik, siyasi, sosyolojik ve meteorolojik her türlü dış riske de açık.

Tüm bunların yanı sıra, birçok sektörü yakından tanıma şansı bulmuş bir yönetici olarak şu noktayı belirtmem gerekiyor: Riske açık bu ortamda çok pratik zekalı, yaratıcı, hızlı karar alabilen ekipler var. Bir zorlukla karşılaştığında ya da bir plan doğrultusunda ilerlerken herhangi bir aksama yaşadığında pratik çözümler bulabilen bir insan kaynağı var sektörde. Zaman içinde endüstrileşmeyle birlikte eğitim seviyesinin de yükselmesini bekliyoruz.

Şu anda kaç kişilik bir ekibiniz var?

Elif DAĞDEVİREN: Çekirdek kadromuz bizlerden ve üç arkadaşımızdan oluşuyor. Ancak bizim işimizde kadrolar projeye bağlı olarak artıyor. Projelerin olmadığı dönemlerde senaryo seçimi ile birebir ilgileniyoruz. Ön elemeleri ben yapıyor, ilgimi çeken projeleri Bülent’e iletiyorum. Zaten projenin ilgi çekici olup olmadığı ilk 15 dakikada anlaşılıyor. Elinize aldığınızda bırakamadığınız senaryoların üzerine gitmek gerekiyor.

Son olarak bizlerle hedeflerinizi paylaşır mısınız?

Bülent HELVACI: Biz uluslararası anlamda değerli olabilecek yapımlara imza atmak üzere yola çıktık. Bu yapımlar “Dondurmam Gaymak” gibi lokal bir proje de olabilir, hatta mahalleye kadar inen bir lokalite de olabilir. Ama imza atacağımız filmlerin yurtdışında da pazarlanabilecek ve veya ödül alabilecek bir potansiyeli olmalıdır.

 

DERGİ

HRdergi Nisan sayısı çıktı! İyi okumalar

SATIN AL Nisan 2024