“Ben”ci iş dünyasına örnek: Ölümün kıyısından döndüren bir takım çalışması
Uçak kazası gerçekleştiğinde takvimler 13 Ekim 1972’yi, kurtarma gerçekleştiğinde ise 22 Aralık’ı gösteriyordu. Bu süre içinde kurbanların, akıl sınırlarını zorlayan pekçok fiziksel zorluğun üstesinden gelmesi gerekti. Onlardan biri olan Nando Parrado o günleri anımsadığında şunları söylüyor: “Bir dakika önce, yaşları 17 ile 20 arasında olan ve Şili’de yapacağımız rugby maçı için heyecanla bekleyen öğrencilerken bir dakika sonra kendimizi buzullar arasında, hayatları için mücadele eden kişiler olarak bulduk.”
Parrado, geçtiğimiz yıllarda San Francisco’da verdiği bir konferansta kurtulmalarının ardında yatan ana etken için şunları söylüyordu: “Bu eğer ticari bir uçak olsaydı, muhtemelen kurtulmamız mümkün olmazdı. Farklı yaş grupları, backgroundlar ve kültürler aleyhimize olabilirdi. Herkesin bir takım gibi çalışmaya başlaması çok uzun zaman alabilir, herşey için çok geç kalınmış olabilirdi.” Kazadan sağ kurtulanların aynı rugby takımında oynuyor olmalarının başarıda önemli etken olduğunu belirten Parrodo, “Çoğumuz birbirimizi çocukluğumuzdan beri tanıdığımız için bir takım gibi çalışmaya başlamamız yalnızca kazadan beş dakika sonra gerçekleşti.” diyor.
72 günlük hayatta kalma mücadelesinde kurbanlar; azim, kararlılık ve liderlikle örülen sıradışı bir başarı öyküsüne imza attı. Kurtulmalarını, eşine az rastlanır bir takım çalışmasına bağlayan Parrodo, yaşadıklarını bakın nasıl anlatıyor: “Herkes gücünü sonuna kadar kullandı. Elbette lider rolünü oynamak, takım kaptanı Marcelo’ya düştü. Öncelikle geceyi sağ sağlim atlatabilmemiz için bir barınak yapmamız gerektiğini söyledi. Çünkü kış mevsimine hazır olmadığımız için bizi dondurucu soğuktan koruyacak ceket, kazak ve botlardan yoksunduk.”
Bu arada zaman ilerledikçe farklı alanlarda liderler de çıktı ortaya: “Örneğin iki amatör doktor, yaraların iyileştirilmesiyle ilgilendi. Kurtulanların çoğu kırık kemikler gibi fiziksel yaralardan musdaripti, diğerleri ise ağır yaralanmaktan son anda kurtulmuştu. Yiyeceğimiz ise gerçekten kıttı. Sadece bir paket çikolata ve birkaç şişe şarabımız vardı. Bunlar da hayatta kalmamız için yeterli değildi.”
Civarda da yaşam belirtisi olmadığı için doktorlar, bu koşullar altında hayatta kalmanın tek yolunun; çoğu aile bireyleri ve doslar olan kaza kurbanlarının donmuş etlerini tüketmek olduğunu belirtti. Bu, yalnızca onlar arasında değil; kurtulduktan sonra tüm dünyada tartışmalar yaratan bir öneriydi. “Hepimiz bundan tiksindiğimiz halde, başka şansımız yoktu. Ayrıca hiçbir şey, başa çıkmamız gereken eksi 25 derecedeki soğuk ile karşılaştırılamazdı” diyor Parrado.
Dış dünyayla bağlantı kurulmasını sağlayacak radyonun çalıştırılamaması ve haftalarca bekledikten sonra kurtarılacaklarına ilişkin hiçbir belirtinin bulunamaması, bir süre sonra Parrado’yu bir çıkış yolu bulmak konusunda saplantılı hale getirdi. Kazada hem annesini hem de kızkardeşini kaybetmiş olmasına karşın Parrado, hala sağ kalanlar arasında en dayanıklı ve güçlü olandı. “Daha da zayıf duruma gelmeden once kendi kendimize kurtulmamız gerektiğinin farkındaydık” diyor Parrado, “Zamanı fiziksel gücümüz ile dengelemek zorundaydık. Ancak iki şey bizi engelliyordu; dondurucu hava ve ekipmansızlık…Elimizde bulunan her türlü kaynağı kullanarak uyku tulumları ve benzer ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyorduk.”
Herkes yeteneğini keşfedip kullandığı zaman…
Işte bu noktada, kendilerinin bile daha önce bilmediği yetenek ve güçlerinin farkına vardılar. Parrado bu durumu şöyle anlatıyor: “Hayata ilişkin az deneyimimize karşın, takımın gösterdiği ortak hareket etme duygusu, mantık ve zeka karşısında hayrete düşmüştüm. Üstelik, bırakın ölümle yüzyüze kalmayı çoğumuz daha önce kar bile görmemiştik. Yine de bu, inanılmaz icatlar yapmamıza engel değildi. Güneş ışığıyla buzu eriterek su elde ediyor, uçağın koltuk örtülerinden battaniye yapıyorduk. Hatta aramızdan biri, vizör ve kokpitte bulduğu alüminyumdan yararlanarak güneş gözlüğü bile yaptı. Bu, bizi neredeyse kör eden güneş ışıklarından koruduğu için hayati önem taşıyordu.”
İki ay süren hazırlıktan sonra, Parrado ve takım arkadaşı Roberto Canessa, Şili’ye ulaşabilmek umuduyla batıya doğru yola çıktı. “Zirveye tırmanmak için harcadığımız üç günün ardından, geleceğimizin umutsuz olduğunu gördük. Bırakın yardım bulmayı, kurtulmamız için şans bile yoktu. Ancak bir şansımız vardı; ya pes edip orada ölecek ya da yürümeye devam ederek bitkinlikten ölecektik. 20 saniyeden kısa zamanda bir ölüm kalım kararı verdim. İkinci tercihi seçiyordum; böyle ölmek daha kolay olacaktı. Bugün, kararları daha kısa zamanda veriyorum.”Ancak alınan kararı uygulamak o kadar da kolay değildi. “Biliyorduk ki bu görevi tamamlamayı başaramamak, hepimizin yaşaması ya da ölmesi arasındaki farkı ortaya koyacaktı” diye anlatıyor Parrado. Ancak şans yüzlerine gülmüştü. Dağlarda 10 gün süren bitmez tükenmez tırmanışın ardından, bir çoban Parrado ve Canessa’yı kurtardı. Böylece ikili, diğer 14 kurbanın kurtulması için gereken yardıma da ulaşmış oldu.
Parrado, başarmalarını sağlayan en önemli etkenin takımın kararlılığı olduğu konusundaki inancını hala koruyor. “Öğrendiğimiz en önemli ders, birlikte çalışmanın değeriydi; bize en uygun olan işleri üstlenmek ve yüzde 100’den daha fazla performans sergilemek… Kazada gösterdiğimiz takım çalışmasının benzerine az rastlanır. Doktorlar, yaralıları yaşatmak için harikalar yarattı. Diğerleri su ve yiyecekleri paylaştırdı. Böylece her bir kişi, kendi yollarıyla kurtulmamıza katkıda bulunmuş oldu. Bir rugby maçında, oyuncular bir başka oyuncu sayı yapabilsin diye fedakarlık etmeye hazırdır. Bence biz de böylesi bir takım ruhu sayesinde kurtulduk. Birisinin daha çok ihtiyacı varsa bir parça çikolatadan vazgeçebiliyorduk.” diyor Parrado.
“İş dünyasındaki baş aktör; bencillik”
Uruguay’da ailesine ait donanım şirketi Selar Parrado SA, televizyon prodüksiyon şirketi ve reklam ajansında da bu tür takım çalışmalarını yaygınlaştırmak istediğini söyleyen Parrado, “Ancak bu kolay olmadı” diyor, “Bencilliğin ön planda olduğu bir dünyada yaşadığımız için insanlar, karşılığında bir ödül almadıkları sürece çok ender olarak fedakarlıklarda bulunuyor” diyor. Ancak uçak kazasının ardından edindiği yetenekler, altı şirketinde çalışan kişileri yönetmek konusunda kendisine oldukça yardımcı olmuş: “İnsan davranışlarını okumayı öğrendim. O yüzden artık daha iyi bir yöneticiyim” diyor Parrado.
Yaşadıkları Parrado için iş yaşamına ilişkin önemli şeyler kanıtlamış; o bir CEO’nun kesinlikle ihtiyaç duyduğu kararlılık ve azim sıfatlarına sahip doğuştan bir lider. CEO olarak şirketlerdeki tüm insan kaynakları sorumluluklarını üstleniyor. Çalışanların nasıl davranması gerektiğinden müşterilerle nasıl başa çıkmaları gerektiğine kadar tüm insan kaynakları politikalarını kendi belirliyor. Ayrıca çalışan istihdamı ve eğitimden de o sorumlu.
Pekçok işveren gibi, Parrado da iyi çalışanları bulmanın zor olduğuna inanıyor. “Deneyimlerimden öğrendiğim kadarıyla, en iyi akademisyenler her zaman en iyi çalışanlar olamıyor. Çünkü çoğunlukla pratik işler yapmak konusunda başarısız oluyorlar. Bu yüzden asla sadece yeterlikler üzerinde durmuyorum. Ant Dağları’nda sağ kalanlar gibi; ortak hareket edebilen, yenilikçi ve zeki olan kişileri arıyorum. Elbette takım çalışması olup olmadıklarını da göze alıyorum.”
Parrado, geçtiğimiz yıllarda San Francisco’da verdiği bir konferansta kurtulmalarının ardında yatan ana etken için şunları söylüyordu: “Bu eğer ticari bir uçak olsaydı, muhtemelen kurtulmamız mümkün olmazdı. Farklı yaş grupları, backgroundlar ve kültürler aleyhimize olabilirdi. Herkesin bir takım gibi çalışmaya başlaması çok uzun zaman alabilir, herşey için çok geç kalınmış olabilirdi.” Kazadan sağ kurtulanların aynı rugby takımında oynuyor olmalarının başarıda önemli etken olduğunu belirten Parrodo, “Çoğumuz birbirimizi çocukluğumuzdan beri tanıdığımız için bir takım gibi çalışmaya başlamamız yalnızca kazadan beş dakika sonra gerçekleşti.” diyor.
72 günlük hayatta kalma mücadelesinde kurbanlar; azim, kararlılık ve liderlikle örülen sıradışı bir başarı öyküsüne imza attı. Kurtulmalarını, eşine az rastlanır bir takım çalışmasına bağlayan Parrodo, yaşadıklarını bakın nasıl anlatıyor: “Herkes gücünü sonuna kadar kullandı. Elbette lider rolünü oynamak, takım kaptanı Marcelo’ya düştü. Öncelikle geceyi sağ sağlim atlatabilmemiz için bir barınak yapmamız gerektiğini söyledi. Çünkü kış mevsimine hazır olmadığımız için bizi dondurucu soğuktan koruyacak ceket, kazak ve botlardan yoksunduk.”
Bu arada zaman ilerledikçe farklı alanlarda liderler de çıktı ortaya: “Örneğin iki amatör doktor, yaraların iyileştirilmesiyle ilgilendi. Kurtulanların çoğu kırık kemikler gibi fiziksel yaralardan musdaripti, diğerleri ise ağır yaralanmaktan son anda kurtulmuştu. Yiyeceğimiz ise gerçekten kıttı. Sadece bir paket çikolata ve birkaç şişe şarabımız vardı. Bunlar da hayatta kalmamız için yeterli değildi.”
Civarda da yaşam belirtisi olmadığı için doktorlar, bu koşullar altında hayatta kalmanın tek yolunun; çoğu aile bireyleri ve doslar olan kaza kurbanlarının donmuş etlerini tüketmek olduğunu belirtti. Bu, yalnızca onlar arasında değil; kurtulduktan sonra tüm dünyada tartışmalar yaratan bir öneriydi. “Hepimiz bundan tiksindiğimiz halde, başka şansımız yoktu. Ayrıca hiçbir şey, başa çıkmamız gereken eksi 25 derecedeki soğuk ile karşılaştırılamazdı” diyor Parrado.
Dış dünyayla bağlantı kurulmasını sağlayacak radyonun çalıştırılamaması ve haftalarca bekledikten sonra kurtarılacaklarına ilişkin hiçbir belirtinin bulunamaması, bir süre sonra Parrado’yu bir çıkış yolu bulmak konusunda saplantılı hale getirdi. Kazada hem annesini hem de kızkardeşini kaybetmiş olmasına karşın Parrado, hala sağ kalanlar arasında en dayanıklı ve güçlü olandı. “Daha da zayıf duruma gelmeden once kendi kendimize kurtulmamız gerektiğinin farkındaydık” diyor Parrado, “Zamanı fiziksel gücümüz ile dengelemek zorundaydık. Ancak iki şey bizi engelliyordu; dondurucu hava ve ekipmansızlık…Elimizde bulunan her türlü kaynağı kullanarak uyku tulumları ve benzer ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyorduk.”
Herkes yeteneğini keşfedip kullandığı zaman…
Işte bu noktada, kendilerinin bile daha önce bilmediği yetenek ve güçlerinin farkına vardılar. Parrado bu durumu şöyle anlatıyor: “Hayata ilişkin az deneyimimize karşın, takımın gösterdiği ortak hareket etme duygusu, mantık ve zeka karşısında hayrete düşmüştüm. Üstelik, bırakın ölümle yüzyüze kalmayı çoğumuz daha önce kar bile görmemiştik. Yine de bu, inanılmaz icatlar yapmamıza engel değildi. Güneş ışığıyla buzu eriterek su elde ediyor, uçağın koltuk örtülerinden battaniye yapıyorduk. Hatta aramızdan biri, vizör ve kokpitte bulduğu alüminyumdan yararlanarak güneş gözlüğü bile yaptı. Bu, bizi neredeyse kör eden güneş ışıklarından koruduğu için hayati önem taşıyordu.”
İki ay süren hazırlıktan sonra, Parrado ve takım arkadaşı Roberto Canessa, Şili’ye ulaşabilmek umuduyla batıya doğru yola çıktı. “Zirveye tırmanmak için harcadığımız üç günün ardından, geleceğimizin umutsuz olduğunu gördük. Bırakın yardım bulmayı, kurtulmamız için şans bile yoktu. Ancak bir şansımız vardı; ya pes edip orada ölecek ya da yürümeye devam ederek bitkinlikten ölecektik. 20 saniyeden kısa zamanda bir ölüm kalım kararı verdim. İkinci tercihi seçiyordum; böyle ölmek daha kolay olacaktı. Bugün, kararları daha kısa zamanda veriyorum.”Ancak alınan kararı uygulamak o kadar da kolay değildi. “Biliyorduk ki bu görevi tamamlamayı başaramamak, hepimizin yaşaması ya da ölmesi arasındaki farkı ortaya koyacaktı” diye anlatıyor Parrado. Ancak şans yüzlerine gülmüştü. Dağlarda 10 gün süren bitmez tükenmez tırmanışın ardından, bir çoban Parrado ve Canessa’yı kurtardı. Böylece ikili, diğer 14 kurbanın kurtulması için gereken yardıma da ulaşmış oldu.
Parrado, başarmalarını sağlayan en önemli etkenin takımın kararlılığı olduğu konusundaki inancını hala koruyor. “Öğrendiğimiz en önemli ders, birlikte çalışmanın değeriydi; bize en uygun olan işleri üstlenmek ve yüzde 100’den daha fazla performans sergilemek… Kazada gösterdiğimiz takım çalışmasının benzerine az rastlanır. Doktorlar, yaralıları yaşatmak için harikalar yarattı. Diğerleri su ve yiyecekleri paylaştırdı. Böylece her bir kişi, kendi yollarıyla kurtulmamıza katkıda bulunmuş oldu. Bir rugby maçında, oyuncular bir başka oyuncu sayı yapabilsin diye fedakarlık etmeye hazırdır. Bence biz de böylesi bir takım ruhu sayesinde kurtulduk. Birisinin daha çok ihtiyacı varsa bir parça çikolatadan vazgeçebiliyorduk.” diyor Parrado.
“İş dünyasındaki baş aktör; bencillik”
Uruguay’da ailesine ait donanım şirketi Selar Parrado SA, televizyon prodüksiyon şirketi ve reklam ajansında da bu tür takım çalışmalarını yaygınlaştırmak istediğini söyleyen Parrado, “Ancak bu kolay olmadı” diyor, “Bencilliğin ön planda olduğu bir dünyada yaşadığımız için insanlar, karşılığında bir ödül almadıkları sürece çok ender olarak fedakarlıklarda bulunuyor” diyor. Ancak uçak kazasının ardından edindiği yetenekler, altı şirketinde çalışan kişileri yönetmek konusunda kendisine oldukça yardımcı olmuş: “İnsan davranışlarını okumayı öğrendim. O yüzden artık daha iyi bir yöneticiyim” diyor Parrado.
Yaşadıkları Parrado için iş yaşamına ilişkin önemli şeyler kanıtlamış; o bir CEO’nun kesinlikle ihtiyaç duyduğu kararlılık ve azim sıfatlarına sahip doğuştan bir lider. CEO olarak şirketlerdeki tüm insan kaynakları sorumluluklarını üstleniyor. Çalışanların nasıl davranması gerektiğinden müşterilerle nasıl başa çıkmaları gerektiğine kadar tüm insan kaynakları politikalarını kendi belirliyor. Ayrıca çalışan istihdamı ve eğitimden de o sorumlu.
Pekçok işveren gibi, Parrado da iyi çalışanları bulmanın zor olduğuna inanıyor. “Deneyimlerimden öğrendiğim kadarıyla, en iyi akademisyenler her zaman en iyi çalışanlar olamıyor. Çünkü çoğunlukla pratik işler yapmak konusunda başarısız oluyorlar. Bu yüzden asla sadece yeterlikler üzerinde durmuyorum. Ant Dağları’nda sağ kalanlar gibi; ortak hareket edebilen, yenilikçi ve zeki olan kişileri arıyorum. Elbette takım çalışması olup olmadıklarını da göze alıyorum.”