Sözden Dönsem Çok mu?

Kaan Kosova
Datassist 

Everest yaklaşık 8 bin 850 metrelik rakımıyla dünyanın zirvesi… Ancak Everest’e atfettiğimiz önem görkemli bir coğrafi şekilden çok daha fazlası. Sabırların ve hedeflerin en büyüğü, hırsların ve disiplinlerin en katısı her zaman Everest’le simgeleştirilir. Sosyal hayatımıza böylesine enjekte edilmiş soyut bir kavramken, bir de somut Everest’in dağcılık sporuna gönül vermiş kişiler için ne kadar önemli olduğunu düşünün. Bir dağcı için Everest’e çıkmak kuşkusuz en büyük zafer.

Everest denince meraklıların saygıyla andığı ve çok yakından tanıdığı bir isim var: Yeni Zelandalı dağcı, Sir unvanına da haiz olmuş Edmund Hillary. Hillary resmî olarak Everest’e tırmanan ilk insanlardan biri olduğunda takvimler 1953 yılının 29 Mayısını gösteriyordu. Elbette buraya giden yolda çekilen çile, sabır, disiplin gibi birçok keyif kaçırıcı konsantrasyon konuları var ama bunlardan bahsetmeyeceğim. Hillary zirveye çıkmıştı çıkmasına ama zirveye ulaşmadan yaklaşık bir yıl kadar önce bir vazgeçiş hikâyesi yazmıştı. Neydi bu hikâye?

Everest’in zirvesine sadece birkaç yüz metre kala durdu ve zirveye ulaşamadan geri döndü. Olumsuz hava koşulları ve oksijen ekipmanlarının arıza ihtimali Hillary’i bu karara zorlamıştı. Zirveye çıkabilirdi ancak bu cesaret değil aptallıktı. Bir yanda zirveye ulaşan ilk kişi olup adını tarih sayfalarına altın harflerle nakşetmek öte yanda ise dönememek yani ölüm vardı. Her iki sonuç da en baştan beri ihtimal dahilindeydi zaten ama bitime metreler kala her ikisinin de ihtimali Everest tepesi kadar yükselmişti. Tarih ikinciyi yazmaz, bunu da biliyordu elbette. Ancak aptal değildi. Aklını kullandı, geri döndü.

Hayatını bu işe adamış bir kişi için böylesine bir “vazgeçiş” kararı alabilmek kuşkusuz çelik gibi bir sinir sistemi ister. Dile kolay, belki de Everest’e tırmanan ilk kişi olamayacaktı artık. Bana göre gerçek cesaret tam olarak budur, bu kararı alabilmektir. 

Neyse ki bir yıl sonra tekrar denedi ve zirveye ulaştı. Kendisi kadar popüler olmayan partneri Tenzing Norgay ile birlikte Everest’e çıkan ilk insanlar oldular. Bugün ikisinin adı dünyanın en tehlikelilerinden biri olarak kabul gören Nepal’deki bir havaalanına verilmiş durumda. Everest’in yine en tehlikeli geçitlerinden biri “Hillary Basamağı” olarak anılıyor. Nihayet Hillary, adını altın harflerle tarih kitaplarına yazdırmayı başarmıştı. Hillary bir vazgeçişle tarih yazmış, ölümsüz olmuştu.

“Siz Konuşurken Dinleyenler Ağlayacak!”

Son dönemde özellikle Beyaz Yaka taifesinin bin merak, bin ilgi ile satın aldığı motivasyon ya da kişisel gelişim eğitimleri çok revaçta. Ancak ne yazık ki bunların çoğu kendini “motivatör” ilan eden şarlatan takımının küstahça düzenlediği içi boş “beyaz yakalı söğüşleme” organizasyonu.

Bu işi hakkıyla yapanlara saygım elbette sonsuz ve bu satırları da en çok onlar için yazıyorum. Mesela “Cicero konuşurken dinleyenler ağlıyordu, size bunun şifresini vereceğim” deyip kimseyi ağlatamayan sözde “retorik gurusu” umut tacirliğinden öteye gidemiyor. Ya da “Başlamak bitirmenin yarısıdır, asla pes etme. Çünkü aradığın güç senin içinde!” zırvaları… Bir de “beden dili eğitmenleri” var ki çok severim(!) Yaklaşık 7-8 tane evrensel -neredeyse tüm insanlar için geçerli- jest ve mimiklerin dışında kalan sayısız beden dili hareketini yorumlayabilmek çok yüksek bir uzmanlık gerektiriyor. Ama bizim “hocalar” 2 sezon “Lie to Me” (Beden dili ile ilgili bir ABD TV dizisidir. Çok beğenirim) izleyip “beden dili uzmanı” oluveriyor ve utanmadan, sıkılmadan bunun eğitimini veriyorlar.

Bu zırvaların genel başlıkları aynı: Asla vazgeçme… Bu ne olduğu belli olmayan, amaçsız bir direktif. Neden, niye, nasıl, kimden vazgeçme? 

Baktın Olmaz, Vazgeçersin…

Bilakis mantıkla bezeli vazgeçmelerin çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. İnsan her zaman kendinden yanadır. Yalnızca pragmatik, objektif otokontrol sahibi olan kişiler yanlıştan vazgeçebilecek kapasitededir bana göre.

Bir projeye aylarınızı hatta yıllarınızı verebilirsiniz. Fakat bu, o projenin harika bir iş olacağı anlamına gelmiyor maalesef. Tüm dünyada çok büyük bir değişim yaşıyoruz. İnanılmaz bir “hız çağı”. Bu çağda üzerinde birkaç yıldır uğraştığınız herhangi bir projenin henüz doğmadan miadının dolmuş olması işten bile değil. Sizin aklınızdan geçenlerin başkalarının da aklından geçme ve aynı kişilerin sizden daha hızlı davranıp projeyi nihayete erdirme ihtimalleri de yine aynı oranda yüksek.

Vazgeçebilmek bir aydınlanmaya varmaktır. Ve asla emeği çöpe atmak değildir. Aksine daha doğru ekipmanla, daha doğru bir mevsimde Everest’e çıkmayı öğretir bize. Vazgeçmek enerjiyi yanlış yerlere harcamamayı öğrenmektir. Zararın neresinden dönsen kârdır. Bir işi bitirmemek, bazen başka bir şeyi daha iyi yapabilmenin ön koşuludur. Her vazgeçiş, bir fark ediştir. İnsanı da şirketi de büyüten şeyler genelde başarılar değil hatalı yönlerden geri dönüşlerdir.

Yazıyı Bir Barış Manço klasiği ile sonlandırmak isterim. 

Bir gün dönsem sözümden,
Düşerim dost gözünden.
Dünya dönüyor dostlar,
Bir sözden dönsem çok mu?
Devran dönüyor dostlar,
Ben dönmüşüm çok mu?

 

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)