(İş) hayatımız bir filmden mi ibaret?


 

 İş hayatınız ve kariyerinize dair ders çıkarmak için filmler en ideal yoldur. İnsanlar, farklı öykülere tepki verir. Filmlerdeki iş dersleri, filmlerin iş hakkında olduğu anlamına gelmez.
Biz sizden filmlerde yer alan, sizde ve iletişim kurmanız gereken
insanlarda tını yaratacak metaforları bulmanızı istiyoruz.
Biz bu makalede ünlü Hollywood filmlerinden birkaç tanesine değindik ve aslında iş yaşamının da
bir senaryodan ibaret olduğunu gördük.

Karayip Korsanları: Kaptan Sparrow’un hileleri

Daha ilk bakışta, nadiren Karayip Korsanları kadar iş dersleri veren bir film olmadığı görülür. Ve bunu büyük bir eğlenceyle izlenecek bir paket halinde yapıyor. Karayip Korsanları, aslında iki büyük ders verir: Birisi pazarlamacılar, diğeri de bir şirketi yönetmek için. Şirketiniz güvertedeki tırabzanlarda yürümek zorunda kalmadan, her iki derse de kulak vermelisiniz. Bu dersler aynı karakterden, Johny Depp tarafından harika canlandırılan Kaptan Jack Sparrow’dan gelmekte.

İyi ya da kötü, adınızı bir şekilde kamunun önüne çıkarmalısınız. Elbette herkes iyi bir isme, iyi bir üne ve tüketiciyle iyi bir bağlantıya sahip olmak ister, ama Sparrow’un sözleri kulağa doğru geliyor: “Ama benden söz edildiğini duymuş olmalısın.” Karayip’te sayısız korsan var, sizin de rekabet etmeniz gereken sayısız ürün ve rakip var. O halde kendinize sorun: Adınızı kimse biliyor mu? Eğer bilmiyorsa bunu nasıl değiştireceksiniz?

Bu da bizi ikinci derse getiriyor. Adil dövüşmemiz gerektiğini kim söylüyor? Tıpkı Kaptan Sparrow gibi kazanma şansımızı artıracak şekilde dövüşmek isteriz. Elbette, Kaptan Sparrow’un aksine kazanmak için hile yapamayız.

Çok sayıda büyük şirket, rakibinin güçlü yanlarına saldırarak yanlış zeminde dövüşme hatasını yaptı. Bu nedenle örneğin birçok şirket, Walmart’ı fiyattan vurmaya çalışmakla sektörün dışında kaldı.

Zamanla ve acılı tecrübelerle bazı akıllı perakendeciler, Walmart’la birlikte yaşamanın, hatta onu yenmenin tek yolunun dev perakendecinin yapamayacağı şeyleri yapmak olduğunu öğrendi. Rakipler, küçük ölçekli mağazalarının ruhunu ya da özel hizmetlerini ya da eşsiz ürünlerini öne çıkardı.

İş dünyasında rekabetçi senaryolar nadiren bir film senaryosu gibi oynanır. Daha ziyade, rakiplerinizin güçlü ve zayıf yanlarını belirlemek için sıkı çalışmayı gerektirir. Kendi güçlü yanlarınızı daha da güçlendirmek ya da zayıf yanlarınızı düzeltmek ya da asgariye indirmek için sürekli çalışmayı gerektirir.

Sparrow, bize tavsiye dolu sözcükler vermektedir. Will Turner’a dediği gibi dünya, neyi yapıp neyi yapamayacağımızı anlama yeteneğimiz etrafında döner. Bir kez güçlü ve zayıf yanlarımızla dürüstçe yüzleştiğimizde, geleceğe yelken açabiliriz.

Heyamola!

Kwai Köprüsü: Nasıl oluyor da iyi niyetli insanlar, bu kadar çok etik hata yapabiliyor?

Yoksa kötü niyetliler mi? Ya da basitçe yanlış yola mı saptılar ve ne yapmakta olduklarını unuttular mı?

Kwai Köprüsü, yanlış sonuçlara yol açan kararları inceler. Hikaye, İkinci Dünya Savaşı sırasında Güney Asya’daki acımasız bir savaş esiri kampında geçer. Tutuklular Japonlar tarafından kötü muamele görmekte, suistimal edilmektedir ve sürekli isyan çıkmaktadır. Esirler, işbirliği olmaksızın Japonların Kwai nehri üzerine bir demiryolu inşa etme çabasını sürekli baltalar.

Alec Guinness’ın oynadığı İngiliz subayı Albay Nicholson, projeyi hevesli bir biçimde üstlenir. Birliklerini mükemmel çalıştırır, ama tamamlanan proje düşmana yapılan bir bağıştır. Temel becerilerini yanlış amaç için kullanmıştır.

Colonel’in davranışıyla 2008 mali krizi arasında paralellikler vardır. Federal hükümet ve finansal kuruluşlar, kompleks finansal araçların geliştirilmesini teşvik etti. Bu araçlar başlangıçta daha fazla insanın ev alabilmesini kolaylaştırmayı hedefliyordu. Finans dünyasında çok sayıda çürük elma olsa da mortgage kredilerinin maliyetini düşürmeye dönük pek çok çaba iyi niyetle başladı.

Ama bu çabaların sonucu, hırsın ve riskin tüm girişimi bir felakete dönüştürmesi oldu.

Kwai Köprü’sündeki Albay Nicholson gibi kimse durup “Ben ne inşa ediyorum” diye düşünmedi. Filmin sonunda, müttefiklerinin köprüyü imha çabalarını tam önlemek üzereyken Nicholson, nihayet ne olduğunu anlar. Projeye duyduğu şevk yüzünden, ne için savaştığını unuttuğunu anlar. Ölürken söylediği sözler “Ben ne yaptım” olur.
Bu, ürkütücü bir farkına varma anıdır ve üzücü biçimde, bunu sayısız skandala karışmış şirket liderlerimizde görebilmiş değiliz. Daha ziyade görebildiğimiz tek pişmanlık, yakalanmış olmaları nedeniyle duydukları hayal kırıklığı olmaktadır.

Diğerlerinin bu filmden ders alacağını umut ediyoruz. Belki gelecek kuşak şirket liderleri, bazen kısa vadeli eylemlerinin uzun vadeli faydaları yok edebileceğini sorgulayacak şekilde yetişir.

Düğün şarkıcısının kötü kaderi

Düğün Şarkıcısı adlı filmde Adam Sandler, mihrabın önünde kendisini terk eden nişanlısının mahvettiği kendi düğün tecrübesini yaşamış olan düğün şarkıcısı Robbie Hart’ı oynar. Ertesi gün Robbie, şok edici biçimde eski aşkı tarafından ziyaret edilir.

Kadın, mahvettiği düğünle ilgili olarak onunla evlenmekten vazgeçmesinin kısmen düğün şarkıcısı olması olduğunu söyleyerek Robbie’yi daha da şok eder.

İş hayatımızda kilit bir parçanın eksikliği nedeniyle tüm bir sunumun, projenin, teklifin ya da toplantının çöktüğü durumlar yaşamışızdır. İnsanı daha da çileden çıkaran, çalışma arkadaşlarımızdan birisinin size zamanında iletmediği o kilit parçayı, bu andan sonra hemen ortaya çıkarmasıdır.

Eğer bu sizin başınıza gelirse çabanızı baltalayan kişiye dürüstlüğün her zaman, özellikle de zamanında gösterildiğinde memnuniyetle karşılandığını hatırlatın.

50 İlk Randevu (50 First Dates) müşteriye özen hakkında büyük bir ders içerir. Dr. Laura Berman, bir ilişkiyi canlı tutmak için her gün on saniyelik bir öpüşme önermektedir. Film asla bu şekilde yaşlanılmaması gerektiğini öne sürmektedir.

Müşterilerinize, onları cezbetmek için her gün ilk günkü gibi davrandığınızda bunun işinize etkisini düşünün. Kendilerine değer vermediğinizi, yeni bir şey sunmadığınızı düşüneceklerdir. Ve mevcut bir müşteriye elde tutmanın maliyeti, yeni bir müşteriyi çekmenin maliyetinden çok daha düşük olduğu için kâr tablonuz tökezleyecektir.
Şirketinizdeki çalışma arkadaşlarınızla ilgili olarak da aynı politikayı düşünün. İnsanları ilk işe alırken şirketimizin harika yanlarından söz ederiz. Birkaç hafta sonra romantizm gitmiştir, ilgi sona ermiştir ve onlardan sadece işlerini yapmalarını bekleriz.

Bizim çabalarımız gevşediğinde aynısı iş arkadaşlarımızın performansına da olur. Onları da cezbedelim ve çabalarımızla müşterilerimize fayda sağlayalım. Unutmayın, Adam Sandler yapabildiyse siz de yapabilirsiniz.

Esaret Bedeli’ni ödeyebilir misiniz?

Stephen King’in kısa bir romanına dayanan Esaretin Bedeli (The Shawshank Redemption), karısını öldürmekle suçlanarak yanlışlıkla hapse atılan ve acımasız bir cezaevinde bir şekilde yaşamayı başaran bir bankacının inanılmaz hikayesini anlatır. Sonunda, mümkün olan her yolla yeni bir insan olmak için Shawshank’in duvarları arasında edindiği becerileri kullanır.

Ders, film boyunca tekrarlanan bir noktadan gelir. Çeşitli zamanlarda, ister hapishane gerçekliğiyle ister şartlı tahliye potansiyeliyle hatta isterse duvarların dışındaki hayatla yüzleşiliyor olsun, seçim basittir: Yaşamakla ya da ölmekle uğraşın.

İşinizde hangi seçimi yaptığınızı kendinize sorun. Geleceği inşa ediyor, insanlarınıza, şirketinize ve kendinize yatırım yapıyor musunuz? Yoksa birçok üzgün insan gibi sadece ölmeye mi hazırlanıyorsunuz? Anı atlayan ve kendi keyfine bakan birçok insan vardır. İnsanlarına, ürünlerine ve müşterilere yatırımı kesmek için nedenler bulurlar. Yeni trendlerle dalga geçerler ve işleri her zaman olduğu gibi yapmayı tercih ederler.

Ve daima beklenmedik olan gerçekleştiğinde süpürülüp giderler. Kısacası ölmekle uğraşırlar.

Hayatın bazı sorunlarını belirlemek zorlu bir iştir, umudun değerli mi yoksa tehlikeli biçimde çılgınca mı olduğu gibi. Ama bazı konular göründükleri kadar basittir: Yaşamakla ya da ölmekle uğraşın.

Ve finalll…
Her filmde bir kapanış sahnesi vardır. O anın amacı olup bitenleri toparlamak ve izleyiciyi bir kapanış duygusuyla baş başa bırakmaktır.

 

Kevin Coupe & Michael Sansolo

Bizde içerik bol, seni düzenli olarak bilgilendirmemizi ister misin? :)