“İş Eşittir İnsan; Bu Denklemin Alternatifi Yok…”
Dr. Erdal Karamercan’a dışarıdan baktığınızda siz nasıl bir yönetici profili görüyorsunuz?
Aslında insanın kendisini nasıl gördüğü çok da önemli değil. Çünkü içinizdeki cevheri dışarıdaki kimseler görmüyorsa bunun hiçbir anlamı yok. Dolayısıyla insan dışarıdan nasıl tanınıyorsa öyle … Ben de yönetici olarak, benimle birlikte çalışanlar beni nasıl tanıyorsa öyle bir yöneticiyim.
Ancak, tabii ki herkes gibi ben de kendini geliştirmeye çalışan bir yönetici olduğumu söyleyebilirim. Bu bağlamda da kendime belirli patikalar seçerek, hedefler belirleyerek ilerleyip onlara ulaşma çabasındayım. Bu arada sadece hedeflerin değil, o hedefe giderken oluşturduğunuz sürecin de çok önemli olduğunu söylemeliyim. Ben de bu süreç içinde kendini sürekli yenilemeye çalışan, değişimleri gerçekleştirmeye çabalayan bir yöneticiyim.
Bir söyleşiniz sırasında da “Golün şansını yaratabilmek, golün şansını kullanmak ve antrenör tarafından o yere layık görülmek… Golcü olabilmek için bütün bunlar biraraya gelmelidir” diyorsunuz. Size göre başarı tam olarak nelere bağlı?
Bana göre bir tepe yöneticinin titizlikle üstünde durması gereken üç temel öğe var: Birincisi insanlar… Bunun içine çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler gibi bütün iş çevresini oluşturan paydaşlar giriyor. Bir başka öğe ise değerler... Kurumunuzun değerleri ve kendi değerlerinizin oluşturduğu bir değerler manzumesi var. Üçüncü öğe olarak da stratejiyi unutmamak gerekiyor. Başarılı bir yönetici olabilmenin gereklerini bu üç başlığın altında toplayabiliriz. Yöneticinin iş hayatını böyle bir üç sac ayağının üstüne oturtması gerekiyor ve başka türlü başarılı olmak da, kısa dönemli tesadüfler haricinde, mümkün değil. Çünkü insan ayağını ihmal ederseniz, ahengi kuramaz, bireysel ve çakışan egoların karmaşasında yaşarsınız. Stratejiyi ihmal ederseniz, insanları ne denli iyi motive etseniz ve takım oyununa zemin yaratsanız dahi, işi hedefe yönlendirmeniz mümkün olamaz. Kurumsal değerlerin kişilerce paylaşılması ve örtüşmesi de son derecede önemlidir. Kurumsal değerlerin kişilerce paylaşılmadığı bir ortamda başarının kurumsallığı ve sürekliliği sağlanamaz. Bu nedenlerden ötürü, saydığım öğelerin tümü bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Bir tepe yönetici olarak İnsan Kaynakları uygulamalarına nasıl bakıyor, hangi uygulamaların daha çok değer yarattığını düşünüyorsunuz?
İnsan Kaynakları uygulamalarına görüş alanı kısıtlı sınırlı bir gözlükle bakarsak hata olur. Demin üçlü sac ayağından bahsetmiş, insan kavramının çok önemli olduğunu söylemiştim. Ben bunu biraz daha ileriye götürüyor ve “İş eşittir insan” diyorum. Bu denklemi göz önüne aldığımızda değerleri, stratejiyi yaratanın da insan olduğunu görüyoruz.
Dolayısıyla insanla ilgili her türlü konu önemli ve öncelikli. Bana göre sadece tepe yöneticilerin değil, herhangi bir yöneticinin odaklanması gereken ilk nokta insan… İnsan ilişkileri, insanları anlamak, insanlarla birlikte çalışabilmek, ahengi kurmak, çatışmaları çözebilmek, insanlarla birlikte stratejileri oluşturmak, birlikte değerleri paylaşmak ve güven ortamını yaratmak gibi noktalar çok önemli. Bu nedenle, İnsan Kaynakları uygulamalarının ulaşabildiği ve insan ilişkilerini mükemmelleştirmeye götürebilecek her alan büyük önem taşıyor. Dolayısıyla bir ya da birkaç İK uygulamasını öne çıkarmayı yeterli bulmuyorum. Bu; bütünleşik bir dokunun içinden tek bir parçayı ön plana çıkarmak anlamına geliyor.
Bana göre, başarılı tepe yöneticisi, önce çalışacağı insanları seçebilmeli, en doğru insanlarla birarada olmayı sağlamalıdır. Ondan sonra, o insanları kurumsal değerlerin elçileri olarak değerlendirmek, işin içine katarak, onlarla birlikte işi geliştirmek, onları motive edebilmek, takımın ayrılmaz parçaları olduklarını hissettirerek ahengi oluşturmak, gelişmeye açık yönlerini saptayarak, o yönde eğitilmelerini sağlamak, çalışma ortamına olan güvenin huzuru içinde işe katkılarını arttırmak çok önemli. Hatta bunu emeklilik sonrasına da taşımak ve insanlarla birlikteliği devam ettirmek gerekiyor. Kısacası, bunu artık bir yaşam biçimi olarak düzenlemek, kişi ve kurum arasında özdeşleşmeyi sağlayabilir.Tepe yöneticisi, artık insanlarla duygusal bağını sürekli geliştirerek işlerinin verimliliğini arttırmak durumunda. Bunun alternatifi yok; çünki iş eşittir insan denkleminden yola çıktık. Dolayısıyla, İK uygulamalarının önemini yeterince vurgulamak mümkün değil; çünkü insan yoksa iş de yok. İnsan neyse, iş de o…
Biraz da liderlik anlayışınızdan konuşalım…
Liderlik ve tepe yöneticinin nasıl bir lider olması gerektiği; çok konuşulan, üzerinde pek çok teori üretilen bir konu… Tabii, çok da iyi satan bir konu… Dolayısıyla, konu hakkında dönemsel klişeler ve efsaneler ön plana çıkartılıyor. Ben bu klişelerden uzak kalmaya çalışıyorum.
Dönemsel olarak bir kişinin yaptığı ya da yarattığı çıkışlara çok önem vermemeye gayret ederim. Çünkü önemli olan kurumların başarı platformunda sürekli yer bulabilmeleridir. Bunu da kurum kültürleri, değerleri, strateji ve insan kaynaklarıyla sağlarlar. İnsanlar, kendi arasında tarihin başından itibaren bir organizasyon içinde yaşamışlar. Taş devrinde, mağaralarda bile bir lider tanımı vardır örneğin… Dolayısıyla liderlik önemli. Ancak, aradığımız başarının tek koşulu değil…Dönemsel başarı, iç ve dış etkenlerin örtüştüğü noktalarda ortaya çıkabiliyor. İç ilişkileri, yani, insan, strateji ve değerler bütününü çok iyi oluşturuyorsunuz. O sırada dış konjonktürün de size yardımcı olmasıyla dönemsel başarı ortaya çıkıyor. Tabiidir ki, bu başarının altında temelde bir organizasyon ve ekip yatıyor, tek bir kişi değil...Ancak, liderlik , sözkonusu bu organizasyonun ahenk içinde çalışması ve hedefe yönlenmesi açısından son derecede önemli. Burada mesele o kişiyi, lideri idol haline getirmemekten geçiyor. Biz ise genelde idoller ve mitler yaratmayı seviyoruz. Ama bunların biraz altını eşeleyip baktığımızda bir takım şeylerin uyumlu geliştiğini görüyoruz. Sürekli başarının tek başına liderin özelliğinden kaynaklanması, yakalanması son derecede güç bir istisna. Benim açımdan başarı, kurumsal hale geldiğinde bir anlam ifade eder. Kişilerden ve o noktada lider olanlardan kaynaklanan ‘’dönemsel’’ başarılar sürekli hale gelmedikçe, hatta, aldatıcı dahi olabiliyorlar. Lee Iacocca/Chrysler türü hikayelere kendimizi çok kaptırmamakta yarar var. Başarı, bir süreklilik arz ederse ve kişilerle çok fazla özdeşleşmezse anlam ifade eder. Çünkü bir kurumsallık, altyapı, süreklilik yoksa başarı sürekli olmaz.
Ben örnek liderlik bağlamında her zaman Atatürk’ü ön plana çıkarırım. Burada tanımlanan başarı, sadece askeri bir dehanın kazandığı bir kurtuluş savaşı ile sınırlı değil. Aksine öyle olsaydı, aklımıza gelen birçok lider örneğinde olduğu gibi, başarı sadece ‘’dönemsellikle’’sınırlı olurdu. Halbuki, işte tam burada bir süreklilik var. Başarı, Atatürk’ün liderlik görevini üstlendiği dönemle sınırlı değil. Atatürk’ün döneminin sonrasında halen üstünde oturduğumuz platform, hala süren bir sürecin altyapısı… Bu; ülkeleşme, milletleşme, demokratikleşme, insan hakları ve çağdaşlaşma kavramlarını içeren kurumsal ve süreklilik kazanmış bir altyapı…İşte, örnek liderlikten anladığım bu…
1977 yılından bu yana Eczacıbaşı bünyesinde görev yapıyorsunuz. Bu kurumun içinden tepeye yükselmek size ne gibi avantajlar sağladı?
Elbette aynı topluluğun içinden gelmiş olmanın avantajı büyük. Beni bugün başka bir topluluğun başına CEO olarak konumlandırsanız, kişileri ve işleri, kendimi rahat hissedeceğim yakınlıkta tanıma sürecinde daha büyük güçlükle karşılaşabilir, daha fazla zaman harcamak durumunda kalabilirdim. Bu nedenle de, burada verdiğim kararların rahatlığına ulaşmam orada daha uzun sürebilirdi. İçeriden yetişmiş olmamın bu noktada çok büyük bir avantajı var. Çalıştığım arkadaşlarımı yakından tanıyor, işleri biliyorum. Kararlarımı oluşturma sürecinde rahatım.
Dolayısıyla, bir yöneticinin kurumlar ve kuruluşlar arasında çok fazla sıçramasını, dolaşmasını kendisi açısından tavsiye etmiyorum. Hatta çocuklarımı da bu şekilde yönlendirmeye gayret ediyorum. Bana göre mümkün olduğu kadar sabırla, değerlerinizin örtüştüğü kurumlarda kapasitenizi ortaya koymak ve ilerlemeye çalışmak çok daha verimli oluyor. Tabii kurumlar açısından da bu çok önemli… Bir şirkette ne kadar az işgücü devri olursa, kültür ve değerlerin paylaşılması o kadar kolay oluyor.
Pek çok dernek ve vakıf üyeliğiniz var. Ayrıca bildiğim kadarıyla başarılı bir tenis oyuncususunuz. Tüm bunlara nasıl yetişiyor, zaman planlamasını nasıl yapıyorsunuz?
Aslında “keşke daha fazla vakit ayırabilseydim” dediğim epeyce konu var. Bunlara yeterince vakit ayıramadığım için de üzüntü duyuyorum. Ancak, işimde kendimi rahat hissedebilmem için ayırdığım zamanda geriye kalan kısıtlı zaman dilimi içinde, geliştirmeyi düşlediğim hobilerime yeterli zaman kalmıyor. Ne yazık ki gün 24 saat!
Hobilerimin başında müzik geliyor. Müziği çok severim, 7 - 8 yaşında enstrüman çalmaya başladım. Mandolinle başladım.Gitar çok hakim olduğum bir enstrümandır. Son zamanlarda ut ve cümbüş gibi enstrümanlara da yönelmiştim. Gitar çaldığım dönemde de profesyonel sahne alacak kadar ilerletmiştim. Ama artık bunlara zaman ayıramıyorum. Bu beni üzüyor. Eşim, bir sinema tutkunudur.Ben de sinemayı çok sevdiğim halde, son altı ay içinde sadece bir kez sinemaya gidebildiğimizi söylersem, işin vehametini anlamış olursunuz. Tenis ise, iş dışı zamanlarımın en önde gelen aktivitesi… Zaman ayırabilseydim kesinlikle daha fazla spor yapar, muhakkak müziğe daha çok zaman ayırır, sosyal etkinliklere daha ağırlık verirdim.
Ancak, şunu da itiraf edeyim ki, evde ailemle geçirdiğim zaman da önceliklerimin başında yer alıyor. Dolayısıyla, işin periferinde olan kokteyl, yemek vb. etkinliklerde tercihimi evimden yana kullanırım…
2003 yılı Eczacıbaşı Topluluğu için nasıl geçti? 2004 hedefleriniz neler?
2003, bizim için oldukça başarılı bir yıl sayılabilir. Gayri Safi Milli Hasıla’nın iki katı kadar büyüme sağlama hedefimizi gerçekleştirdik, topluluk olarak reel bazda yüzde 12 büyüme gösterdik.
Öte yandan 1980 yılında başlattığımız ve stratejilerimizin başında gelen dış satımımızı hızla artırıyoruz. Bugün yapı grubu ürünlerimizin yüzde 75’ini yurtdışında pazarlar konuma geldik. Dış açılımlara çok önem veriyoruz. İlaçta yine son dönemlerde başlattığımız atılımla dünyanın çok çeşitli ülkelerinde ilaç ruhsatlandırma ve dış satımını gerçekleştiriyoruz. Bu bizim için çok önemliydi. Ayrıca temizlik kağıtları sektöründe bugün Avrupa’nın ilk üç büyük üreticisi içindeyiz. Ve aynı zamanda en büyük dış satım rakamlarına sahip kuruluşlardan biriyiz.
Topluluk olarak, özellikle yetkinliklerimizi oluşturduğumuz alanlarda yatırımlara öncelik veriyor ve bu alanlarda gelişmeyi, büyüme sağlamayı ve, sadece yurtiçinde değil, dünyada özgün bir konum elde etmeyi hedefliyoruz. Bu; şu anda faaliyet alanımız içinde olmayan konulara girmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Ama muhakkak ki, önceliğimiz kendi yetkinliğimizle katkımızın olabileceği sektörlerde büyümeyi gerçekleştirmek… Bu bakımdan 2003 yılı umut vericiydi.
2004 yılında da yine bu doğrultuda yurtdışı atılımlarımızı devam ettirecek yatırımlar öncelikli olacak. Tabii ki tesislerimizin genişleme ve modernizasyon yatırımları da var. Şu anda en öncelikli yatırımımız, Levent’te eski ilaç fabrikamızın yerinde gerçekleştirmekte olduğumuz konut, işyeri, alışveriş ve eğlence merkezini içeren entegre projemiz. Bu yatırımı İş Gayrımankul Yatırım Ortaklığı ile birlikte yapıyoruz. Projemiz hızla ilerliyor; 2005 yılının sonunda faaliyete geçecek.
Son olarak Türkiye ekonomisinin genel bir değerlendirmesini yapıp, 2004 yılından beklentilerinizi aktarır mısınız?
Ben, ekonomide esen olumlu havadan çok mutluyum. Her zaman Türkiye’ye umutla baktığım için gördüğüm gelişmeler beni mutlu ediyor.
2003 yılı, ekonomi açısından değerlendirdiğimizde olumlu geçti. Biliyorsunuz yıllardır sırtımızda bir kambur olarak taşıdığımız enflasyon hızla düşmekte. Bu, son derecede olumlu bir gelişme ve sürmesini bekliyoruz. Elbette bunun devamı, IMF ile yürütülen ekonomik programın istikrarlı bir şekilde uygulanmasıyla olabilir. Bu istikrarın da devam edeceğini umuyorum.
Diğer taraftan 2004 yılının Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli yılı olmaya aday olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye, Avrupa Birliği kapısını bu yıl açacaktır. Buna gönülden inanıyorum. 40 yıllık bu süreç ile hükümetin kararlı adımları biraraya gelince bu konuda kuşkum kalmıyor.
Bu bakımdan ileriye baktığımda çok umutluyum. Çünkü bu noktadan itibaren Türkiye’nin önünün açılacağına, arzu edilen yatırım ortamının oluşacağını, özellikle yabancı sermaye girişinin ivme kazanacağını biliyoruz.. Bu da Türkiye’nin gerçekten uzun süredir özlem duyduğu bir ortam. Zira, bu ortamın sürekli olması durumunda, sosyal sorunlarımızın çözümüne öncelikle ağırlık verebilmek ve refahı tabana yayabilmek mümkün olacak… Elbette bir takım riskler, her zaman var. Ama bunlar bence geçmiş dönemlerdeki risklerden daha büyük ve tedirgin edici değil. Onun için daha da ümitle bakacağımız bir dönem var önümüzde…