“Eyvah, Yeni Yöneticim Beceriksiz!”
Kaan Kosova
Datassist
Tarih sahnesinin spot ışıkları her zaman “başarılı” kişileri aydınlatır. Bu kişiler dillere pelesenk olur, nesillerce anlatılır. Hikâyelerde, masallarda, türkülerde, tüm güzellemelerde bu “kahraman” kişiler vardır.
Ancak aynı sahnede olmasına karşın spot ışıklarının “gölgesinde” kararan çok daha fazla kişi vardır. Biz bunlara kısaca “başarısızlar” diyoruz. Kimileri henüz sahneye ilk adımlarını atarken “Selam arkadaşlar, ben buraya başarısız olmak için çıktım bu yüzden sakın bana umut bağlamayın, teşekkürler.” diyerek malumu baştan ilan ederler, devamında gidişat da bu yönde ilerler ve sonuç şaşırtmaz. Kimileri ise sahnedeki ilk nefesinde çok büyük bir umut ışığı saçar ve bu kişiden bol miktarda umut satın alırız. Ancak devamındaki gidişat böyle sürmez, ibre tersine dönmeye başlamıştır. Kişinin “başarısız” olma durumu kadar, satın aldığınız umutların elinizde patlaması da sizi üzer ya da öfkelendirir.
Roma Yanarken
M.S. 54 yılında Roma tahtına oturan genç imparator Nero halkın gözünde adeta bir kurtarıcıydı. Henüz 17 yaşındaydı. Yakışıklıydı, enerjikti, sanatla iç içeydi. Şiir yazıyor, lir çalıyordu. Nero göreve başladığında halk, Roma’nın yeniden altın çağını yaşayacağından emindi. İlk yıllarında bu beklentiler daha da artmıştı. Vergi düzenlemeleri, refahı artıran birtakım reformlar ve imparatorluğun imajını tazeleyen parlak gösteriler… Roma gerçekten de bir süre için genç imparatorun ışığıyla büyülenmişti.
Ama parıltılı vitrin çok uzun sürmedi… Nero devlet işlerinden çok tiyatroya, şarkılara ve sahne şovlarına merak saldı. Bu “sanatçı çocuk” içinde bir canavar barındırıyordu. Çevresinde annesi de dahil herkesi türlü entrikalarla ortadan kaldırdı. Sarayda güvensizlik, senatoda huzursuzluk, sokakta fısıltılar kol geziyordu. Kötü günler başlamıştı artık. Roma tarihine kara bir leke olarak geçecek o büyük olay da işte tam bugünlerde yaşandı. Bir yangın. Öylesine büyüktü ki şehrin neredeyse tamamı kül olmuştu. Doğru mu bilinmez ama rivayet odur ki Roma yanarken Nero taranmış saçlarıyla şarkılar söylüyor, lir çalıyor, alemlerde meşk ediyordu. Halkın gözündeki “altın çocuk” imajı birkaç sene sürdükten sonra zaten sona ermişti. Ancak şimdi o eski altın çocuk “şehrin kundakçısı” olarak anılıyordu.
Nero’nun düşüşü hızlı ve dramatik oldu. Halk ona sırtını döndü, ordular sadakatten vazgeçti, senato ise onu “vatan haini” ilan etti. Bir zamanlar büyük umutlarla tahta çıkan genç imparator sonunda intihar ederek hayatına son verdi. Rivayete göre son sözleri şuydu: “Ne büyük bir sanatçı ölüyor!” Roma içinse geriye kalan genç ve parlak görünen bir liderin nasıl koskoca bir imparatorluğu yıkıma sürüklediğinin acı hatırasıydı.
İş dünyasında da benzer hikâyeler az değil. Yeni bir yönetici gelir özgeçmişi adeta “ateş” ediyordur. Enerjisi desen, harika… Kendi vizyonundan bahseder, ilk zamanlarda etrafına çuval çuval umut dağıtır. Ama zamanla gerçek yüz ortaya çıkar… Stratejisiz kararlar, içi boş gösteriler, çalışanları tüketen kaprisler… Ve sonunda dengeler bozulur.
Altta Kalanın Canı mı Çıksın?
Birçok şirket “yönetici transferi” konusuna çok sıcak bakmaz. Bu tip şirketlerin genel tutumu yöneticilerini kendi içlerinden çıkarmak yönündedir. Çünkü dışarıdan bir yönetici getirmenin hem maddi hem de manevi birçok riski vardır. Malum maddi riskleri bir tarafa koyarsak, manevi risk maliyeti çok daha yüksek sonuçlara varabilir. Gelen “yeni yönetici” kurum kültürüne ne kadar hâkim, bu kültürü içselleştirebilecek mi, uygulayabilecek mi?
İşte bunların hepsi bir risk… Elbette bunlar zamanla ölçülebilir ve bu kişi hakkında bir karar verebilmek adına bir referans noktası oluşturabilir. Buraya kadar her şey tamam. Ancak bir de yeteri kadar görünmeyen ancak çok büyük önem arz eden bir sac ayağı daha var. O da bu kişinin astlarıyla olan iletişimi. Şirket hiyerarşisinde bu kişinin altında olanların sesi haliyle çok fazla çıkamayacak, e karşısındaki yönetici sonuçta... Yeni yönetici bir de “dediğim dedik” bir tarza sahipse işte o zaman altta kalanın canı çıkabilir.
Şirket kültürüyle örtüşmeyen hamleler yapan yöneticisine bayrak kaldırıp “dur” deme cüretinde bulunan bir “alt kademe” çalışanın topun ağzına gelmesi işten bile sayılmayacak. Hele bir de üst yönetim yeni yöneticisinin kolundan tutup “işte bu alanların hepsi sana ait, eti senin kemiği benim” demişse vay altta kalanın haline! Bu durumlarda astların ilk reaksiyonu genelde motivasyon kaybı, devamında da performans düşüşü olarak göze çarpar. Bu şirket için gerçek bir trajedidir.
İK’nın En Kritik Görevi
Elbette bu durumun tersi de olabilir. Yani “uyanık” alt pozisyon çalışanı, kültüre aşina olmayan yeni yöneticisinin bu durumunu art niyetli bir şekilde lehine de çevirebilir. Bu zaten başlı başına bir “kötülük” olduğu için yazmaya gerek dahi duymuyorum.
Detaylar boyut olarak küçüktür ama bazılarının önemi çok büyüktür. Bir binanın taşıyıcı yirmi kolonu varsa, bunlardan bir tanesinin sessiz sedasız yıkılması belki de bir “detay” kabul edilip göze çarpmayabilir, ta ki küçük bir depreme kadar… Yeni gelen yönetici, elindeki yetki alanı doğrultusunda şirket kültürünün taşıyıcı kolonlarından bir tanesini sessizce yıkabilir. Bu durumu ilk etapta fark eden astları olacaktır. Burada astlardan gelen olası uyarılara İnsan Kaynaklarının ekstra dikkat etmesi gerekir.
Yalnızca dikkat etmek değil elbette. Örneğin “yönetici uyum programı” adı altında uzun bir oryantasyon programı gayet işe yarayabilir. Bu durum hem yönetici için hem astlar için hem de şirket için kesinlikle çok faydalı olacaktır. Bu süre boyunca da astların sesi muhakkak daha dikkatli dinlenmelidir.
Nero’nun Roma’sı bugünün şirketlerine bir felaketi fısıldıyor. Yanlış liderlik en güçlü yapıları bile çürütebilir. Karar verici bir kimseyi işe almaya niyetliysek bu kişinin yalnızca özgeçmişine bakmak asla yeterli değil. Bunun yanı sıra sizden de bir şeyler vermek yani şirket kültüründen, şirketinizin taşıyıcı kolonlarından da bahsetmek gerekir. Çünkü iyi yöneticiler kurumları aydınlık geleceğe taşırken; kötü yöneticiler karanlığa sürükler ve bu sessizce olur, çok geç fark edersiniz…