Bülbülün çektiği dilindendir… EYVAH! KONUŞUYORUM!

Nisan 04, 2022

Felsefe tarihi boyunca insanın ayırıcı özellikleri üzerinde kafa yoran pek çok düşünür farklı açılardan bakarak, ona belli tanımlamalar yakıştırmıştır. Çeşitli popüler kaynaklarda insanı hayvandan ayıran özellikler; Konfüçyüs’e (M.Ö. 552-479) göre öğrenen, Sokrates’e (M.Ö. 470-399) göre sorgulayan, Platon’a (M.Ö. 427-348) göre sosyal, Aristoteles’e (M.Ö. 384-322) göre düşünen, Kant’a (1724-1804) göre eleştiren, Hegel’e (1770-1831) göre sistematik, islamî yaklaşıma göre utanan (edepli) olması şeklinde verilir. Descartes da (1596-1650) bu ayrıma insanın konuşma özelliğini ekler.

Konuşma özelliğiyle kendisini, canlılar âleminde ayrı bir yere konumlandıran insan, ona bahşedilen bu olağanüstü yetinin kullanma kılavuzunu bir yerlerde yitirmiş olmalı ki;

- Beyninden az, ağzından çok konuşur,
- Konuşması gereken yerde susar, susması gereken yerde konuşur,
- Bilmediğinde konuşmaya doyamazken, bildiğinde konuşmaya kıyamaz,
- Lâfı balla keser de lâfı baltayla kesilmez,
- Okumaz konuşur, yazmaz konuşur, dinlemez konuşur, düşünmez konuşur.

Böylesine coşkulu bir konuşma aşkının evrensel mi bölgesel mi olduğuna dair bir araştırma var mı bilmeyiz ama aktüel birikimimizi yokladığımızda sıcak deniz insanlarının bu konuda   önde olduklarını görürüz. Çalışma hayatımız boyunca ve seminerlerimizde her statüden pek çok insanla ilgili gözlemlerimize dayanarak diyebiliriz ki bu ligin açık ara şampiyonluğu da bizdedir. Bu düşüncemizi destekleyen bir örnek Türkiye Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından açıklanan 2019 verileri. 

Buna göre, aylık ortalama 477 dakika mobil telefon görüşmesiyle Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada. (2) Araştırmada verilmemiş ama, yakın uzak çevrenizdeki gözlemlerinize bakarak, bu 477 dakikanın nicelik (kantite, kemiyet) / nitelik (kalite, keyfiyet) (3) yüzdesinin ezici oranda nicelik lehine olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Rastgele işittiğiniz cep telefonu görüşmelerinde; “Aradım açmadın, duymadım, ama üç kere aradım, sessize almışım, cevap vermeyeceksen niye telefon taşıyorsun, daha daha nasılsın, havalar da soğudu...” tarzı cümlelerle dakikaların heba edildiğine şahit olmuyor musunuz?

 II. KONUŞMANIN BEDELİ

Sözün önü deyip de biraz fazla uzattığımız giriş bölümünde muradımızı anlatabilmiş olmayı umarak deriz ki; konuşmak insana sunulmuş bir nimettir, insana özgüdür, onu diğer canlılara üstün kılar, beden diliyle uyumlu olduğunda en etkili anlaşma aracıdır. Ancak her araç gibi onun da bir prospektüsü vardır ve ona uygun kullanılırsa saadete, aksi halde felakete neden olabilir. Haddimiz olmadan Yunus’un veciz öğretisine sığınarak; “başımızı ağrıtan değil başımızı rahatlatan” (4) bir konuşma tarzını önerdiğimizi söylemek isteriz. Hazır sözü buraya bağlamışken, ne yapar eder de kendi ellerimizle, o çok etkili iletişim aracımızı bir baş ağrısına dönüştürürüz, buna da değinelim deriz.

III. KONUŞURKEN YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR

Kişilik yapımızı tanımayız, tanısak da kontrol edemeyiz. Titiz, yarışçı, telaşlı bir A tipi mi, toleranslı, rahat, sakin bir B tipi kişiliğe mi sahipsiniz? Dominant (baskın) ya da resesif (çekinik) bir yapınız mı var? Skor peşinde koşan sonuç odaklı mı yoksa iyi bir oyunla sonuç arayan süreç odaklı mı düşünür ve davranırsınız? Hayata; başarısızlıklarının sebeplerini başkalarına ve kaderin cilvesine yükleyen dış kontrol odaklı mı, önce kendini sorgulayan iç kontrol odaklı mı bakıyorsunuz? Bu özellikleriniz konuşmanıza yansıyacaktır. 

Birincilerdenseniz ya da iki uç arasında denge sağlayamamışsanız; amacınızı yeteri açıklıkla anlatamayacak, düşüncelerinizi ve tezinizi onun başına çekiç gibi vurarak tepkisine neden olup algısını perişan edecek veya etkisiz sunumunuzla onun ilgisini çekemeyecek, gol atıp onu morartmak peşinde koşarken hem mesajınızdan uzaklaşacak hem de onu dinlemeyecek, suçlayıcı yaklaşımınızla onu savunmacı olmaya iteceksiniz. 

Değerlerimizi öne çıkarır, onun değerlerini göz ardı ederiz. Değer envanterinizi biliyor musunuz? Üzerine titrediğiniz, titizlikle koruduğunuz vazgeçilmezleriniz neler? Konuştuğunuz insanın değerlerini biliyor musunuz? Manevî zenginlikleri önemseyen iletişim ortağınızla; arabanızı, gardırobunuzu, alışverişlerinizi, dünyevî zevklerinizi öne çıkararak konuşuyorsanız, ona vermek istediğiniz mesajınıza odaklanmasını bekleyemezsiniz. Dahası, ondan beklemediğiniz yanıtlar da alabilirsiniz. Fıçıda yaşamasıyla ve Büyük İskender’e “Gölge etme.” sözüyle hatırladığımız Filozof Diyojen, iki kişinin geçemeyeceği dar bir sokakta zengin ve kibirli bir adamla karşılaşır.  Adam, “Kenara çekil, ben bir serseriye yol vermem.” der. Diyojen, “Ben veririm.” der ve kenara çekilir. (5)

Olumsuz duygularımızın etkisinde kalırız. Duygular gözle görünmez ama konuşmamıza ve davranışlarımıza yansıması kaçınılmazdır. Karamsar, huzursuz, kızgın, mutsuzsanız, duygularınızı da bastıramıyorsanız, konuşmanızı ertelemeniz en isabetli seçenektir. Konuşmak zorunda kaldığınızda, “Bugün yapamam.” yerine “Yarın yapabilirim.” tarzını seçmeyi başarabilirseniz, anlaşılma ve anlaşma ihtimaliniz artacaktır. Bu durumlarda empati işinize yarar. Konser salonundan çıkan zihinleri ve ruhları dinginleşmiş insanlarla mı yoksa stadyumdan çıkan, takımları yenilmiş kızgın, agresif taraftarlarla mı karşılaşmak istersiniz?

Ön yargılarımız baskındır. Ön yargı; “Belirli şart, olay ve görüntülere dayanılarak, önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin yargı, peşin hüküm, peşin fikir” olarak tanımlanıyor. (6) Olumlu ön yargıyla konuşmaya başlarsanız en kötüsü şaşırırsınız ama hitap ettiğiniz kimseyle ilgili olumsuz ön yargılarınıza dayanarak konuşuyorsanız hem mahcup olabilirsiniz hem de sizi giderek dinlemez olurlar. “Ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.” (7) Einstein başaramadıysa biz de başaramayız. O halde en iyisi onlardan uzak durmaktır. “Bu saatte evde ne arıyorsun? Yine okulu kırdın değil mi?” diye oğlunu azarlayan baba, oğlundan “Hayır baba, aşı olduk, erken bıraktılar.” cevabını alabilir.

Bilgimiz yeterli değildir. Kendimizi tanımadığımız gibi muhatabımızın statüsünü, hayat görüşünü, değerlerini, beklentilerini de bilmeyiz, tanımayız ya da dikkate almayız. İnsan davranışları, davranışların arkasındaki nedenler, güdülenme hakkında yeterli bilgimiz yoktur. Konu hakkında iyi çalışmamışızdır. Böyle olunca onlara değil, kendimize konuşmuş gibi oluruz. Çocuklarının gelişme evrelerini iyi okuyamayan ana babalar, çalışanlarına ilgisiz yöneticiler tam da bu nedenle iyi niyetlerinin karşılığını alamazlar ve başarısız olurlar. 

Ön hazırlık yapmayız. Konuşmak sorumluluk yüklenmektir. Her sözümüzle kendimizi bağlarız. Sözlerimiz yaydan çıkmış ok gibidir, geri döndüremeyiz. Bir yerde, bir zamanda karşımıza çıkarılırlar. Bu nedenle ister bir seminer sunumu ister ayaküstü kısa bir konuşma, ister bir telefon görüşmesi olsun; konu, sunum sırası, kullanacağımız kelimeler, olası sorulara cevaplarımız ve de muhataplarımızla ilgili bir hazırlığımız olmalıdır.

Yemekli gazinoda egosu şişkin şarkıcının, azarlamaya kalktığı dinleyicinin ilçenin kaymakamı olduğunu anlayınca sahneyi terk ettiği bir olay hatırlarım. (8) “Göç yolda düzülür.” anlayışıyla konuşmak bizi zora sokabildiği, mahcup edebildiği gibi zaman ve enerji israfına da yol açar. Telefonla bir doktor randevusu almak için bile soru listesi hazırlamazsanız, unutulanlar için tekrar aramak zorunda kalabilirsiniz.

Geri iletilere duyarsız kalırız. Geri ileti duyarsızlığı iletişim defomuzdur. Sanırım hepimizin kendimizi duvara konuşuyormuşuz hissettiğimiz, bir mesajımızın, sorumuzun karşılığını almak, bir gönderimizin yerine ulaşıp ulaşmadığını öğrenmek için nice beklediğimiz, tekrar tekrar aramak zorunda kaldığımız zamanlar olmuştur. Oysa en basit nezaket gereği, her ileti bir geri iletiyi hak eder. Lokantada garsonun ilgisizliği sizi kızdırır da hemen geliyorum deyip gecikse bile sabırla beklersiniz. Çünkü görülmüşsünüzdür, önemsenmişsinizdir. Gelişmiş iletişim kültürüne sahipsek, konuşurken bizi dinleyenlerin soru, katkı, açıklama ihtiyacı olduğunu dikkate alır ve onlara geri ileti fırsatı veririz. 

Aslında her geri ileti bizim için bir hazinedir. Anlaşılıp anlaşılmadığımızı ve konuşma yönümüzü belirler, dinleyicimizin dikkatinin dağılmasını önler ve onu önemsediğimizi gösterir. Geri ileti, iletişim sistemini entropiden korur. Onları önemsiyorsanız, boşa konuşmak istemiyorsanız, bilgi yetersizliğiniz yoksa, kendinize güveniyorsanız, soru almaktan korkmuyorsanız geri iletileri siz isteyin. Bunu yapmazsanız, önlerine bilgi hazinelerinizi bile dökseniz sizi dinlemeyeceklerinden emin olabilirsiniz. 

Yanlış seçimler yaparız. Üslubumuzu, tarzımızı, konuşma aracımızı, zamanı, mekânı doğru seçemeyiz. Ziya Paşa’nın veciz uyarısını unutup (9) kendimiz biliyor, onlar bilmiyor yanılgısına düşeriz. “Kanımca…”, “Bence…”, “Yanlış hatırlamıyorsam…”, “Sizin de bu konudaki düşünceleriniz bilmek isterdim.” sihirli sözcükleri ile başlayanları değil kesin hükümlü cümleleri tercih ederiz. “Anlaşıldığımı umuyorum.” yerine “Anladınız mı?” tarzını yeğleriz. Önemli bir konuyu görüşmek için aynı binadaki yöneticimiz ya da mesai arkadaşımızla yüz yüze konuşmak yerine telefon ya da intraneti kullanırız. 

Görüşmelerimiz için randevusuz kapı çalar, soğuk karşılanırız. Çalışanlarımızla toplantı yapmak için onların sabah rehavetlerini üstlerinden atamadıkları (!), büro kahvaltılarını tamamlayamadıkları (!) ya da akşam mesai sonrası programlarını planladıkları (!) saatleri seçeriz. Performans görüşmelerimizi, hiyerarşiyi yumuşatan yuvarlak masa yerine otoritemizin baskısını simgeleyen uzun dikdörtgen masada yaparız.

Kendimizi suskunlukları bozmaya mecbur hissederiz. Yanlış yapma olasılığının dorukta olduğu anlar, konuşmaların birdenbire kesildiği suskunluk anlarıdır. Eğer rolünüzü abartır ve sessizliği bozmaya niyetlenirseniz, durun ve üç kere düşünün deriz. Büyük olasılıkla konuyla en alâkasız cümleyi kuracaksınız demektir. Konuşmak yerine kalkın pencereden dışarı bakın, bir bardak su için, bırakın kahramanlık başkasına kalsın.

Îmalı konuşuruz. Anneden çocuğuna; “Selma Hanım’ın oğlu yine sınıf birincisi olmuş, öyle mi?”, iş arkadaşlarının birinden diğerine; “Sabah erkenden iş başı yaptığına göre Müdürü de kapıda karşılamışsındır artık.”, çalan telefona üç defa alo deyip cevap alamayan kadından kocasına; “Arayan konuşmadığına göre aradığı ben değilim herhalde!”. Bir şey söylerken onun altına başka bir anlamı montajlayan iğneleyici, dokundurucu konuşmalar, ilişkilerin tam ortasına atılmış birer bombadır. Her iki taraf için, günü de geleceği de tahrip eder. Üstelik karşılığı çok daha incitici bir îma da olabilir. Süleymaniye Camiinin inşaatı biraz uzun (1550-1557) sürmüştür. Safevi (İran) Şahı Tahmasp, Kanunî Sultan Süleyman’a bir elçiyle şu mesajı gönderir: “Duydum ki camiin inşaatını bitiremiyormuşsun. Gönderdiğim mücevherleri al da bu amaçla kullan.” Bu mesajın altında Osmanlı’nın güçsüz, İran’ın güçlü olduğu îmasının yattığı açıktır. Kanuni’nin buna cevabı çok daha acımasız olur. Elçinin gözü önünde mücevherleri kırdırıp Süleymaniye’nin minarelerinden birinin harcına karıştırtır. (Lâedrî); (10)  

SÖZÜN ÖZÜ

Küçük çabalarla kaçınabileceğimiz bu ve benzeri yanlışlarımız, bize üç konuda acı çektiriyor; 
Anlatamadığımız ve anlayamadığımız için aile, toplum ve kurum ilişkilerimizde sık sık bilişsel, duygusal hatta fiziksel kazalara sebep oluyoruz, ilişkilerimiz zarar görüyor, mutsuz ve huzursuz bir hayat yaşıyoruz. 

Birbirimizle uğraşmaktan birlikte uğraşamıyoruz.

Enerjimizi okumaya, düşünmeye, araştırmaya, birlikte uğraşmaya harcamadığımız için karşılaştığımız her iletişim problemi karşısında sadece konuşuyor ve dövünüp duruyoruz.

Artık daha az ama daha öz konuşmak ve daha çok ama daha öz dinlemek vakti değil mi?

Şahsî kanaatimizi paylaşarak bitirelim; “Ne kadar iyi bir konuşmacı olursak olalım, şunu ilke edinmekte fayda vardır ki konuşmamak; yersiz, zamansız ve tutarsız konuşmaktan daha az zarar verir. Sözün dokuz boğumunun birkaçını da kendimize saklarsak, sonradan onları nasıl geri çağırırız diye uğraşmak zorunda kalmayız.” (11) 

N. Mete Numanoğlu 
 

KAYNAKLAR / DİP NOTLAR

(1) Makale yazarının “İletişimde Yol İşaretleri” seminerinden alıntılanmıştır.
(2) TRT Haber, 07 Mayıs 2020, https://www.trthaber.com
(3) Kantite (Fr. Quantite; Ar. Kemiyet): Nicelik. Sayısallık. Ölçülebilirlik. Fiziksellik. Kalite (Fr. Qualite; Ar. Keyfiyet): Nitelik. Özellik. Vasıf. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi)
(4) “Söz ola kese savaşı, söz ola bitüre başı. Söz ola ağulu aşı, balıla yağ ide bir söz.” Yunus EMRE (Yunus’un Sözü, A. Azmi BİLGİN, Türk Dili, Mart 2020, tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2020/03/7…) 
(5) Diogenes (Diyojen): Eski Yunanlı Filozof.  M.Ö. 404-323. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi)
(6) TDK Sözlük, https://sozluk.gov.tr
(7) Bu söz kaynakların hemen tümünde Einstein’a maledilmektedir. Albert EINSTEIN, (Ulm, 1879-Princeton, 1955), Alman asıllı ABD’li Fizikçi. İzafiyet (Görelilik) Kuramı’nı buldu. Atom bombasının yapılmasına karşı çıktı. Dönemin ABD Başkanı ROOSEVELT’e bombayı kullanmaması için mektup yazdı. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi)
(8) Tv Haberleri, 23.04.2006
(9) “En ummadığın keşfeder esrâr-ı derûnun, Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” Terkîb-i Bend, Ziya Paşa (Abdülhamit Ziyaettin). Türk Şair ve Devlet Adamı. İstanbul,1829-Adana, 1880. En önemli eserleri; Terkîb-i Bend, Tercî-i Bend. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi. Eserler, kitapların kapaklarındaki yazılışlarıyla verilmiştir.)
(10) Kanunî Sultan Süleyman (Muhteşem Süleyman): Trabzon, 1495-Zigetvar, 1566. Yavuz Sultan Selim’in oğlu.  En uzun saltanat süren (46 yıl) ve İmparatorluğun topraklarını genişleten sonuncu padişah. Şairdir. Türbesi, Süleymaniye Camiinin avlusundadır. (Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi)
(11) “Söz dokuz boğumdur; sekizini yut, birini söyle.” Atasözü; “Söz gümüşse sükût altındır.” Atasözü