Sessiz Tükeniş: Çalışanlar İşleriyle Duygusal Bağlarını Koparıyor mu?
İş dünyası uzun zamandır büyük değişimlere sahne oluyor. Ancak son yıllarda ortaya çıkan bir durum, sessizce ve derinden işyerlerini ele geçiriyor: Çalışanların işlerine duydukları duygusal bağlılığı kaybetmeleri. Açıkça istifa etmek yerine, görevlerini asgari seviyede yerine getirerek, beklentileri düşürerek ve işyerinde daha az varlık göstererek var olma hali… “Sessiz İstifa” olarak adlandırılan bu trendin ardından şimdi daha farklı ve daha sinsi bir gerçeklik yükseliyor. Geçtiğimiz aylarda HRdergi olarak da masaya yatırdığımız; Sessiz Tükeniş!
Artık yalnızca işten ayrılanlar ya da kendilerini tükenmiş hissedenler değil, işyerine olan aidiyetini, merakını ve motivasyonunu kaybeden büyük bir kitle var. Çalışanlar hâlâ fiziksel olarak iş yerinde ya da bilgisayarlarının başında ama ruhları, ilgileri ve enerjileri başka yerde. Daha az konuşuyor, daha az öneri sunuyor, daha az paylaşım yapıyorlar. Asıl tehlike ise bunun fark edilmemesi ya da daha kötüsü, fark edilmesine rağmen umursanmaması.
Bu noktada iki yeni kavram gündemde: Quiet Constraint ve Quiet Cutting. İlki, çalışanların bilgilerini saklamaya başlaması. Çalışanlar, iş arkadaşlarına yardım etmiyor, bildiklerini paylaşmaktan kaçınıyor, uzmanlıklarını şirket için bir avantaja dönüştürmek yerine kendilerine saklamayı tercih ediyor. Çünkü artık fazla katkı sağlamanın onlara hiçbir şey kazandırmayacağını düşünüyorlar. Öte yandan, işverenler de aynı oyunu oynuyor: Çalışanları doğrudan işten çıkarmak yerine, onları görünmez bir şekilde organizasyonun dışına itiyorlar. Terfi şansı verilmiyor, önemli projelerden uzaklaştırılıyor, roller tanımsız bırakılıyor. Adı konmamış ama hissedilen bir işten çıkarma süreci yaşanıyor.
Bu durum neden bu kadar yaygın hale geldi? Yanıt basit: Güvensizlik. Çalışanlar artık şirketlerin onlara sunduğu vaatlere inanmıyor. Maaş artışları belirsiz, yan haklar giderek azalıyor, geleceğe dair bir güvence hissi kaybolmuş durumda. Çalışanlar, katkılarının fark edilmediğini düşündükçe, kendilerini daha fazla geri çekiyorlar.
Şirketlerin en büyük hatalarından biri de sadece gözle görülür sorunlara odaklanmaları. Oysa işini yapmaya devam eden ama artık ruhen orada olmayan çalışanlar, en büyük kırılganlık noktası. İşverenler bunu fark etmedikçe, en yetenekli çalışanlar birer birer kaybolacak ve geriye yalnızca mecburiyetten orada kalanlar kalacak.
Bu noktada İK’nın sorumluluğu büyük. Çünkü iş dünyası artık yalnızca çalışan sadakatini değil, çalışanların şirkete olan duygusal bağlarını da kaybediyor. Çalışanların gerçekten bağlı olduğu bir iş ortamı yaratılmazsa, geleceğin en büyük iş gücü sorunu ne yetenek açığı ne de beceri uyumsuzluğu olacak. Asıl kriz, işin kendisine olan inancın kaybolmasıyla yaşanacak.
Gülcan Çağlar Çalışkan
HRdergi Genel Yayın Yönetmeni