Gerçek En İyi İlaçtır

Mart 03, 2020

Kriz İletişimi’nde aslında ilk yapmamız gereken ‘gerçekle barışmak’… 
Sizi ısırmaz. Sonra üç adımı, hiç aksatmadan yapmak. 

İstanbul'da Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişinde yazan “Her canlı ölümü tadacaktır” şeklindeki ayet meali, ilk kez 2003 yılında eskiyen mezarlık kapısının İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü tarafından yenilenmesi sırasında yazılmış.

Ayet mealinin o kapıda yer almasını öneren kişi, 2008 yılında hayatını kaybeden emekli Albay Hasip Uras. sosyalist siyasetçi Ufuk Uras'ın merhum babası.

Dün gibi hatırlıyorum. İlk gördüğümde irkildim.

İnsan bir iş yerinde 10 yıldan fazla çalışınca sadece binaları değil, yolları da eskitiyor. İşe giderken kaç defa önünden geçtim hatırlamıyorum. 

Vakti zamanında Mike Tyson “Ağzının ortasına yumruğu yiyene kadar herkesin bir planı vardır” demiş. Zincirlikuyu’nun her önünden geçişimde Mike Tyson’ı anıyorum. 

Bir yazı için olumsuz bir başlangıç değil mi?

Gerçek her zaman en iyi ilaçtır. “Her canlı ölümü tadacaktır”. 

Raflarda tozlanan dosyalardaki planlar okundu mu?

Kriz dönemlerinde hedef kitle ile etkili bir iletişim kurulamadığı ve kriz iletişimi iyi yönetilmediği takdirde neler olabileceğini anlamak için bu kadar karmaşa mı olmalıydı? Bilemiyorum. Raflarda tozlanan o dosyalardaki planları kim açtı okudu, ondan da hiç emin değilim. 

Öte yandan da çok şahane bir evreden geçiyoruz. 

‘Pozitif’ kavramının olumsuzluk ifade ettiği, liderin ve o liderin vasfının sorgulandığı - yani kralın çıplak olduğu - çalışan bağlılığı değil de, çalışana bağlılığın ortaya çıktığı, 'Biz Aileyiz' lafıgüzaflarının güzelce sorgulandığı, işini iyi yapanın ayrışacağı, sosyal medya bilgi zehirlenmesinin ardında da ‘gerçek gazetecilik’ mesleğine duyduğumuz açlık ve hasretin ortaya çıktığı bir dönem bu. 

Bir yazı için çok uzun bir cümle değil mi?  

Gerçek her zaman en iyi ilaçtır.

Şimdi güzelce şunu anladık mı, merak içindeyim. 

Gerçekle barışmak… 

Aslında hepimiz birbirimize bağlıyız, en ufak toz zerresinden, en nefret etmiş olduğumuz insana kadar herkes, her şeyle, birbirimizle bağlantılı. Birbirimize sımsıkı bağlıyız. Bak, domino taşı gibi, aklımızı kullanmazsak, pat diye düşebiliyoruz karanlığın kucağına, hem de tam evlerimizde… 

Artık birlikte çalıştığımız insanlara ellerini iyice yıkaması ve dirseklerine hapşırması gerektiğini hatırlatma noktasının ötesine geçtiğimiz çok açık. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), korona virüsü ‘Salgın’ olarak niteledi. 

Devlet kurumları, okullar ve diğer özel kuruluşlar, özellikle çalışanlar için iletişim kanalları kurmak, oluşturmak ve ofis dışında olan birçok insan için acil durum planı yapmak için kafalar çok karışık ama acil hareket geçmek lazım.

Kriz İletişimi’nde aslında ilk yapmamız gereken ‘gerçekle barışmak’… 

Sizi ısırmaz. 

Sonra üç adımı, hiç aksatmadan yapmak. 

Gerçeği net söylemek.

Gerçeği bilinmesi gereken her detayı ile anlatmak.

İlk senden duyduklarından kesin emin olmak.  

Kurum içinde veya kamuoyu adına güvenilir bir bilgi kaynağı olmanız bu ortamda çok önemli. Çünkü zannedilenin aksine krizde ilk darbe finansal değildir. Kriz itibara yönelir, ilk zararı itibar alır. 

İnsanlara net bilgi vermezseniz, boşluk bırakırsanız, kriz ortamlarında kendi algıları ile bu boşlukları doldurur ve emin olun %100 yanlış doldururlar. Bunun için de onları suçlayamazsınız.

Nasıl taze kalacağız?

Gerçek her zaman en iyi ilaçtır. 

Dünya genelinde bilim insanları COVID-19 isimli bu yeni virüsün kontrolden çıkmak üzere ve bütün dünyaya yayılmış olduğu konusunda hemfikir. Henüz ne kadar ölümcül olduğunu, nasıl yayıldığını ve bu virüsün aşısının ne kadar hızlı geliştirilip uygulanabileceğini bilmiyoruz. 

Peki bilgi konusunda nasıl taze kalacağız? 

1) Asılsız, aldatmaca ve yanlış haberlere karşı tetikte olalım. Sosyal Medya, internet sahte ve yanlış haberle dolu. Bunu unutmayalım. 

2) Sosyal Medya, Korona Virüsü konusunda güvenilir bir bilgi kaynağı değil. Birçok haber ve link olmasına rağmen bu haberlerin doğruluğunu ayırt etmek oldukça güç.

3) İnsanlar aptal değildir. Çalışanlara birer yetişkin gibi davranırsanız bu durumla nasıl başa çıktıklarına şaşırırsınız. Güven odağında bir ilişki sağlamanın tek yolu dürüst ve açık olmaktır. 

4) Kurumlar, durumun cazibesine kapılıp çalışanlarına aşırı güven vermemeli. Görev, yükselen korkularıyla başa çıkmalarına yardımcı olmak ve bu süreçte onlara net bilgi verip, rehberlik etmektir.  

5) Açık bir şekilde bir salgın krizine girdik. Yani bazı kötü haberlere, kafa karıştırıcı değişikliklere, birbiriyle çatışan fikirlere ve görüşlere maruz kalabiliriz. Eleştirel düşüncemizi ön planda tutmalıyız. Yani herşeyi sorgulamalı, ‘Dur, Düşün, Yap’ adımlarını aklımızın bir kenarında tutmalıyız.

6) Bir salgına hazırlanmak çoğunlukla kesintilere ve kıtlığa hazırlanmaktan ibarettir. Eğer salgın şiddetli gerçekleşirse, işin en zor kısmı hastalıkla baş etmek olmayacak. Asıl zor olan temel ihtiyaçların düzenli olarak karşılanması ve mülki düzenin korunması olacak. Sürdürülebilirlik yani… Hatırladınız mı? 

7) En önemli olan ailemizin, kurumların ve çalışanların bu duruma nasıl hazırlandığıdır. İletişimin kalitesine olan açlığı çok net hissedeceğiz. Samimiyeti sorgulatan mesaj ve metinlerden uzak durulmalı. Bu toprağın insanı canı yanarken yani ‘Koyun can derdindeyken’, kasabı hiç unutmaz. 

Öte yandan, 2007 yılında H5N1 virüsü yayılırken aslen prensip kabul edilen bir nokta var ve COVID-19 virüsü ile yaşadığımız duruma da aslen uyuyor:

“Bireysel ve topluca yapılan hazırlıklar üç ayrı göreve odaklanmalıdır” denmiş o prensipler içinde… 

Herkesin hastalanma olasılığını azaltmak, salgın sırasında temel hayatta kalma ihtiyacı olan evlere yardım etmek ve daha büyük toplumsal bozulmalarla başa çıkmak veya en aza indirmek….

Yani bireysel sorumluluklarımızın ve etki alanımızın bilinciyle hareket etmek... 

İnsan olarak…

Çalışan olarak...

Yönetici olarak... 

Kurum olarak…

Gerçek her zaman en iyi ilaçtır. 

 

Uğur Nalbantoğlu 

Stratejik İletişim Danışmanı & Akademisyen