Zihinsel Özgürlük
Mart 03, 2018
Çalışmak modern kölelik mi?
Bir süredir çalışma hayatında tanık olduğum mutsuzluğu ve bu mutsuzlukla beraber hissedilen özgürlük özlemini çokça düşünüyorum. Bir İnsan Kaynakları profesyoneli olarak misyonumu; ‘’Hayatlarının en uyanık, en zinde ve en üretken saatlerini ofiste geçiren çalışanların ‘burada çalışıyorum ve işimi yapıyorum duygusu yerine burada yaşıyorum ve istediğim için buradayım’ anlamını bulabilmelerine aracılık etmek’’ olarak tanımladım. Ancak gidilecek daha çok yolumuz var. Hepimiz biliyoruz ki bugün çok daha fazla anlam arayışı ile düşünmeye başladık. O anlamı bulamadığımızda içimizdeki boşluk, zorunluluk duygusu ile birleşiyor ve kendimizi yeterince özgür ve mutlu hissetmiyoruz. Hatta çoğu zaman kendimize bazı soruları birbiriyle tezatmış gibi soruyoruz. Örneğin aşk mı evlilik mi, hobi mi iş mi, romantizm mi evlilik mi, para mı aşk mı gibi…
Bazılarımız gelecekteki bir hayal için çalışıyor ve o hayal gerçekleştiğinde biraz daha tatmin oluyoruz, bazılarımız ise üzerinde düşünmediğimiz için mış gibi yapıyor ve hayal kurmaktan bile korkuyoruz. Her ikisinde de ‘anı yaşayamama’, bugünün gerçek anlamda farkında olamama ve bulunduğun yerden, zamandan ve işten haz alamama var.
Çoğumuzun içinde bir mola verme isteği var ancak zihnimizde bu da zorunlu sebepler olunca yapabileceğimiz bir şey gibi görünmüyor. İsteyerek ara vermiş birini gördüğümüzde ilk aklımıza gelen de “tabii, maddi olanakları olduğu için bunu yapabilmiş” oluyor. Tabii ki belirlediği sürede temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir maddi olanağının olması temel bir şart ama asıl engel sizce bu mu? Bugün kendini sıkışmış hisseden herkesin gerçekten bunu yapabilecek olanağı yok mu? Aslolan zihinsel özgürlük değil mi? Bu zihinsel özgürlüğün içinde önce özgüven, kendi iç sesini duyabilmek ve dinlemek var. İkincisi de yine birincisinden güç alan ya da alamayan başkalarının ne düşündüğü kaygısı ya da sosyal baskılar...
Bunu kişisel olarak ben de deneyimledim. Geçtiğimiz yıl çeşitli sebeplerle iş hayatına bir süre ara verme kararı aldığımda en çok duyduğum şey “ne büyük cesaret” denmesiydi. Sahip olduğun ünvanı ve olanakları bırakmak çok büyük bir cesaret olarak nitelendiriliyordu. Kendimce çok doğal karşıladığım bu süreçte sık sık böyle tavırlarla karşılaşınca “neden böyle hissediyoruz” diye düşünmeye başladım. Benim iç sesim şöyle diyordu: “Bugüne kadar elde ettiğim tüm başarıları alnımın akıyla elde ettim, hiçbiri altın tepside hazır sunulmadı, hayallerime ulaştım ve bundan büyük bir haz aldım. Şimdi yeniden hayal kurma zamanı…” Ne zaman ki hayallerim bana gerçek anlamda heyecan ve enerji veriyor, işte o zaman çok daha büyük bir tutku hissediyorum. Tutku da başarının en önemli katalizörüdür. Ve şimdi dönüp baktığımda verdiğim en doğru ve güzel kararlardan biri olduğunu görüyorum.
Deneyim ve gözlemlerime dayanarak özgürlük duygusunu hissedememenin ve çok mutlu çalışamamanın arkasında çeşitli faktörler olduğunu düşünüyorum. Kişiler ve kurumlar bazı şeyleri farklı yaparak ‘içten hissedilen mutluluk’ ve ‘çalışma’nın tezat olmadığını, aksine hayattaki anlamın birer parçası olduklarını yaşatabilir ve yaşayabilirler.
Tükenmişlik sendromunu ne çok duymaya başladık değil mi?
Zihinsel, fiziksel, duygusal ve ruhsal olarak dinlenebilmek çok önemli...
Sizce dinlenmek çalışmanın karşıtı mıdır?
İyi dinlenemezseniz uzun vadede gerçekten üretken ve mutlu hissedebilir misiniz?
Bence herkes kendine bu zamanı vermeli. Bu zamanı vermenin formatı herkes için farklı olabilir. Kimi zaman çalışırken bunu yapabilecekken bazen de gerçekten bir araya ihtiyacımız olabilir.
Kişisel olarak da gördüm ki dinlenmek insanın enerjisini yeniliyor. Bugünün dünyası birçok açıdan geçmişten farklı. Biraz dünyadaki gelişmelerin etkisi biraz da kendi kendimize yarattığımız karmaşık dünya ile enerjimiz birçok yere dağılıyor sadelik yerini karmaşıklık ve kaosa bıraktı. Bu da hepimizin bir noktada tükenmiş hissetmesine neden oluyor.
Kurumsal yapıların da şirket kültürlerine uygun şekilde çalışanlarına bu fırsatı vermelerinin gelecek için çok daha büyük artılarla döneceğine eminim, geçmişte bunun örneklerini de deneyimledim. Şirketler iş yoğunluğu nedeniyle ya da çalışanın olası geri dönmemesinden endişe ederek ya da nasıl yönetebileceklerini bilmedikleri için bunu yapmıyorlar hatta çok çok az şirketin gündeminde bu konu yer alıyor. Oysa ki ara vermeye bir sebeple ihtiyacı olup dönen çalışan hem bağlılık hem de üretkenlik anlamında bambaşka bir katkı sağlıyor.
Ayrıca ara vermek dışında yenilenme programları da zihinsel, fiziksel, duygusal ve ruhsal dinlenmeye ciddi destek sağlıyor.
Sözün özü;
Dinlenmek ve çalışmak birbirinin tezadı değil; dinlenmek de çalışmak kadar aktif bir eylemdir. Örneğin kitap okurken dinleniyorsunuz ama zihniniz çok daha fazla çalışıyor ve bu dinlenme sizi yaratıcılığa teşvik ediyor.
Tutkunuzu bulmak, yaptığınız şeyi tutkuyla yapmak...
Bir şeye tutku duymak insanın içindeki en büyük motivasyon kaynağıdır ve gerçek sürdürülebilir motivasyon da içten gelen motivasyondur. Diğer türlü sağlanan motivasyonlar çok kolay kopyalanabilir ya da kısa vadelidir ancak kalbe değen şeyler ise kopyalanması çok zor olan şeylerdir. Bir şeyi tutkuyla yapıyorsanız o sizin için görev olmaktan çıkar.
Sizce ajandanızı yenebilir misiniz?
Görüyorum ki hepimiz ajandalarımızın kurbanı haline gelmişiz. Bu durum sadece iş toplantılarını değil hayatı da bir ajanda ile yönettiğimiz gösteriyor. Kimi zaman çok yakın arkadaşlarımla görüşmek için bile haftalarca ortak bir zaman yaratamadığımızı görüyorum. Nasıl oluyor da bu kadar çok istememize rağmen zaman ayıramıyoruz ya da gerçekten görüşmek istiyor muyuz diye sorduğum çok olmuştur. Hayatımızı kolaylaştırması için başladığımız ajandalar belki de kontrolümüzden çıktı ve bizi yönetir hale geldi. Alın size yine özgürlük duygumuzu zedeleyen bir etken...
Çevre baskısı ve kopya hayatlar
Ne kadar özgün ve sahici davranıyor ve yaşıyoruz? İş ortamında şirketlerin oluşturmaya ve yaşatmaya çalıştığı kültür, liderlerden beklediğimiz özgünlük (otantik liderlik) ama her şeyin ötesinde bireysel olarak kendi sahi ve özgün hayatlarımız... Oluşmuş olan bazı ‘-meli -malı’ kavramları ile iç sesimizi duymaz olduk. İşte yine farkında olarak veya olmayarak özgürlük duygumuza bir darbeden bahsediyoruz.
Çalışmak mı dinlenmek mi, hobi mi iş mi diye kendimizi bir uctan bir uca çekmek yerine, gelin bunları iç içe nasıl yapabiliriz diye düşünelim. Burada sadece kurumsal süreçler değil bireysel olarak bizlerin bakış açılarındaki değişim de önemli. Çünkü aslına bakarsak kurumlar da bireylerden oluşuyor, şirketlerin içindeki tüm politika ve prosedürleri bireyler yazıyor. Ve özünde çok da karmaşık düşünmeden içten hissedilen ve ancak öyle olunca sahici olan saygı ve sevginin olduğu bir kültür ve ortam yaratırsak özgürlük ve mutluluk duygumuzu ertelememize gerek kalmaz.
*Kenar süsleri: Yazılarımı “Kenar Süslerim” teması altında yazıyorum. Geçtiğimiz yıl iş hayatına ara verip daha çok düşünmeye başladığımda ilkokuldaki kenar süslerimiz aklıma gelmişti. İlkokuldayken defterlerimize kendi hayal gücümüz ve el becerimizle ne güzel desenler yapardık. Kendi kendime neden şimdi bu aklıma geldi, bunun bir nedeni olmalı demiştim. Hatta o hafta hayatımdaki önemli dostlardan biri bana kenar süsleri olan bir defter hediye ettiğinde çok şaşırdım, buna tesadüf ya da evrenin enerjisi diyelim. Kenar süsleri ile ilgili yanıtı hala tam buldum mu emin değilim ama özgün ve otantik olmanın bir işareti bu benim için. Başkalarının ne düşündüğünden arınabilme, hayatın sanal gündemlerinden uzaklaşma, hayattaki güzelliklerin farkına varma ve hakkını verebilme...
Meltem Kalender Öztürk
Kenar Süslerim